Makale

Cömertlik ve Cömertlikte Zirve (Îsâr)

Cömertlik ve
Cömertlikte Zirve (Îsâr)

Dr. Burhan Erkuş
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı


Cömertlik.
Cömertlik, kişinin sahip olduğu imkânları, meşru sınırlar içerisinde, hiçbir karşılık beklemeden Allah rızası için, isteyerek başkalarının yararına sunması, onlarla paylaşmasıdır.

Temel dinî kaynaklarda; i‘tâ, infak, ikram, it’âm gibi kavramlarla ifade edilen ve Kur’an-ı Kerim’de birçok yerde geçen cömertlik; dinen yasaklanmış olan, şahsî ve ailevî harcamalarda hiçbir meşrûiyet gözetmeksizin, nefsin kötü arzularına tabi olarak eldeki imkânların saçıp savrulması anlamına gelen israf ile, dinin öngördüğü yerlere harcama yapmaktan kaçınma anlamına gelen cimriliğin ortasında dengeli bir tutumdur. Bu anlamda, cömertlik Kur’an-ı Kerim’de “Rahmanın kulları” şeklinde ifade edilerek bazı ahlâkî davranış ve ibadet şekillerinden övgüyle söz edilen kişilerin (Furkân, 63-66) harcamadaki temel tercihi olarak dile getirilerek şu ifadelere yer verilmiştir: “Onlar, harcadıklarında ne israf ne de cimrilik ederler. Onların harcamaları bu ikisi arasında dengeli bir harcamadır.” (Furkân, 67)

Cömertlik, üstün bir ahlâkî meziyet olarak kabul edilmiş ve yaratanın sıfatları arasında sayılmış, Yüce Allah’ın cömert olduğu birçok ayette, “kerîm, tevvâb, vehhâb” gibi sıfatlarla dile getirilmiştir. Hz. Peygamber’in de birçok hadiste cömerliğinden (bkz. Müslim, Fezail, 48, 50) ve kendisinden ihtiyaç talep edildiği durumlarda hiç kimseyi geri çevirmediğinden söz edilmektedir. (Bkz. Müslim, Fezail, 56, 57)

Cömert sayılabilmenin temel koşulları.

İmkânlarını başkalarının yararına sunan, fakire, düşküne, kimsesize, kısacası zorda kalan herkese yardım eden kişilerin hepsini cömert olarak nitelendirmek zordur. Bir kişinin gerçek anlamda cömert sayılabilmesi için yaptığı yardım ve iyiliklerin belli özellikleri haiz olması gerekir. Bunlardan kısaca söz edecek olursak:

Öncelikle cömertlik, kişinin farklılığını ortaya koymak, övünmek, gösteriş yapmak, mensubu olduğu ailenin toplumda seçkin bir yere sahip olduğunu vurgulamak gibi amaçlarla değil, sırf Allah rızası için yapılmalıdır. Zira cömertlik, kişinin saydığımız bu tür duygularının tatmin aracı değil, Allah rızası ve insan sevgisine dayalı üstün bir fazilet duygusu ve ahlâkî erdemdir. Kişilerin bencil duygularını tatmin için yapılan yardımların temelde cömertlik sayılmayacağı gibi, kişiye hiçbir faydasının olmayacağı Kur’an-ı Kerim’de açıkça belirtilmiştir. Konuya ilişkin bir ayette şöyle buyrulmaktadır: “Ey iman edenler! Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı halde, insanlara gösteriş olsun diye malını harcayan kimse gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve gönül kırmak suretiyle boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan ve maruz kaldığı şiddetli yağmurun, kendisini çıplak bıraktığı bir kayanın durumu gibidir. Onlar, kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler.” (Bakara, 264)

Yapılacak yardımın samimiyetle yapılması gerekir. Bu anlamdaki bir cömertliğe Kur’an’da, Medinelilerin Mekke’den göç edenlere gösterdiği yakın ilgi ve yardım örnek gösterilmiştir. Konu ili ilgili ayette bu insanlara “yaptıkları yardımlardan dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymadıkları” (bkz. Haşr, 9), yani bu yardımlarını içten gelerek yaptıkları belirtilmiştir.

Cömertliğe karşılık olarak maddî veya manevî bir beklenti içinde olunmamalıdır. Yine Kur’an’da “iyiler” diye söz edilen kişilerin özellikleri sıralanırken, cömertliğe ilişkin olarak şu ifadelere yer verilmiştir: “Onlar seve seve yiyeceği, yoksula, yetime ve esire yedirirler. (Yedirdikleri kimselere şöyle derler): “Biz size sırf Allah rızası için yediriyoruz. Sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz.” (İnsan, 8-9)

Cömertlik yaparken muhatabı rencide edilecek tutum ve davranışlardan kaçınmalıdır. Kur’an’da buna özellikle vurgu yapılarak, başa kakılmadan, gönül incitilmeden yapılan yardımların Allah katında değerinin olabileceği, böyle olmadığı takdirde güzel bir söz söylemenin bile, başa kakılarak yapılan yardımdan daha hayırlı olacağı belirtilmiştir. (Bkz. Bakara, 262, 263)

Öte yandan yardıma konu olan şeyin sahibi katında da bir değerinin, anlamının olması, gözden çıkarılmış mal konumunda bulunmaması gerekir. Kişi kendisine verilmesini istemediği bir şeyi, başkasına yardım olarak vermeye kalkışmamalıdır. Zira böyle bir davranış, kişinin yaptığı yardımı hem cân-ı gönülden yapmadığını hem de karşı tarafa değer vermediğini gösterir ki, bu ahlâkî bir zaafiyettir. Bu anlamda insanların kendileri için yaptığı tercihlerin, başkaları için de yapması gerektiğinin ifade edildiği bir ayette şöyle buyurulmaktadır: “Ey iman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve yerden sizin için çıkardıklarımızdan Allah yolunda harcayın. Kendinizin göz yummadan alıcısı olmayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın ve bilin ki Allah, her bakımdan zengindir, övülmeye lâyıktır.” (Bakara, 267)

Bütün bunların yanında bir kişiye cömert denebilmesi için, cömertliğin o kişide yerleşik bir ahlâkî meziyet hâline gelmesi gerekir. İnsanların bazen dugusallaşarak birilerine yardım yapması cömertlik olarak algılanmamalıdır. Verme ve paylaşma duygusu kişinin içinde her an canlı ve aktif olmalı, yardımda bulunmak için içinde bulunduğu şartları çok fazla düşünmemeli, her zaman kendisinden daha muhtaç birilerinin olabileceğini düşünmeli, paylaşmanın asaletine inanmalıdır. Hz. Peygamber’e hangi sadakanın daha hayırlı olduğunun sorulması üzerine: “Yaşama sevincin yerinde ve mala düşkün olduğun, zenginliği arzulamakta ve fakirlikten korkmakta bulunduğun zamanda verdiğin sadakadır.” (Buhari, Zekât, 11) şeklinde verdiği cevap, bu ilkeyi açık bir şekilde ortaya koymaktadır:

Cömertlikte zirve (Îsâr)

Îsâr, cömertliğin zirvesi olup, burada kişinin başkasını kendisine tercih etmesi söz konusudur. Öyleyse îsârın din kardeşliğinin en üst seviyesi olduğunu söyleyebiliriz. Îsâr şeklindeki cömerliğin ilk şekli, İslâm tarihinde Mekkeli muhacirlerin Medine’ye hicret etmeleri sırasında yaşanmıştır. Medineli Müslümanlar şehirlerine göç etmek zorunda kalan Mekkeli Müslümanlara kucak açmış, bütün imkânları onlarla paylaşmış, hatta kendi ihtiyaçları varken önce onların ihtiyaçlarını gidermiş, bütün şahsî menfaat, istek ve arzularından fedakârlık etmiş, özetle göç eden kardeşlerini kendi nefislerine tercih etmişlerdir.

Kuşkusuz bir kişinin başkasını kendine tercih etmesi, yüksek bir ahlâkî seviye ve motivasyonu gerektirir. Kur’an-ı Kerim’de böylesine erdemli bir davranışın, temelde gönüllere iman ve insan sevgisi yerleşmiş kişilerden sadır olduğu vurgulanarak şu ifadelere yer verilmiştir: “Onlardan (muhacirlerden) önce yurda (Medine’ye) yerleşmiş ve imanı da gönüllere yerleştirmiş olanlar, hicret edenleri severler. Onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar. Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile, onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden, hırsından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” (Haşr, 9)

Îsâr derecesinde cömertlik sergileyen kişilerin dikkat etmeleri gereken bazı hususların bulunduğunu unutmamak gerekir. Kendi ihtiyaç ve arzularını başkaları karşısında sınırlayarak yardım ve fedakârlıkta bulunan kişilerin, diğer taraftan başkalarına el açıp dilenmeleri uygun değildir. Kendisinde üst derecede cömertliği standart ahlâkî bir davranış hâline getiren kişilerin, bu tutumlarından dolayı karşılaşacakları sıkıntı ve darlıklara göğüs gerecek, sabredecek bir ahlâkî yapıya da kendilerini alıştırmış olmaları gerekir. Zira eldeki imkânları başkalarına vererek, dilenme durumuna düşen kişileri Hz. Peygamber kınamıştır. (Bkz. Dârimî, Zekât, 25)

Kuşkusuz îsâr derecesinde cömertlik yapan kişinin şahsî sabır tecrübelerinin yanında, bakmakla yükümlü olduğu aile fertlerinin durumu da önemlidir. Kişi, aile fertlerini de dilenci konumuna düşürmemelidir. Zira Hz. Peygamber, bir Müslümanın malının üçte birden fazlasını vasiyet etmesini yasaklamasını (bkz. Buharî, Vesâyâ, 3); geride kalanların başkalarına avuç açacak duruma düşmelerini önlemeye yönelik bir tedbir olarak anlamak gerekir.

Sonuç olarak cömertlik, her Müslümanda bulunması gereken erdemli bir davranıştır. Dünyada barış ve kardeşlik içinde yaşamanın temel şartlarındandır. Paylaşılmayan bir malın ve duygunun topluma faydası olmayacağı gibi, kişinin mutluluğuna da bir katkısı olmaz. Mülkün gerçek sahibinin yüce yaratan olduğu bilincinden hareketle, Allah’ın nimetlerini Allah’ın kullarıyla paylaşmaktan kaçınmamalıyız. Zira cömertlik yaparak başkalarına yardım ve ikramda bulunan kişi, hem kendisinin hem başkalarının ve toplumun mutluluğuna katkıda bulunmuş olur, Allah katında da verdiklerinin kat kat fazlasını hak eder.