Makale

Ahîlik ve Helal Kazanç

Prof. Dr. Mehmet Şeker
Dokuz Eylül Üniv. İlahiyat Fakültesi

Ahîlik ve
Helal Kazanç

Ahîlik nedir?
Ahîlik, ister aslı Arapça olan "ahî"den, ister Türkçe "akı"dan alınmış olsun, her ikisinin de anlamı birbirine yakındır. Bir başka ifade ile bu iki kelime anlamdaştır. Birincisi, "kardeş" anlamındadır. Bu anlamda birbirini gözeten, kardeşinin her türlü ihtiyaç ve durumunu göz önüne alan kişi; ister aynı ana-babadan dünyaya gelen kimseler olsun, ister bu anlayışı benimsemiş, kendisine kardeş olarak seçmiş olduğu kimselerin bir arada yaşamaları şeklinde ortaya çıkmış olsun, kardeşi için her türlü fedakârlığı göze aldığından birinci anlamıyla kardeştir.
İkinci olarak "akı" kelimesi, "eli açık, cömert, yiğit" anlamındadır. Anadolu’da tıpkı Türkçe’deki "dakı"nın "dahi"ye dönüşmesi gibi, "akı’’nın da "ahî"ye dönüşmüş olması muhtemeldir. Bunun için hem anlam yakınlığı, hem de anlayış ve yaşayış bakımından eski Türklerde, Anadolu’da XII. yüzyıldan itibaren "ahîlik" tarzında devam etmiştir.
Ahîlik ve fütüvvet
Ahîliğe mensup olanlara "ahî" dendiği gibi, fütüvvet sahibi demek olan "fetâ" dendiğini de biliyoruz. Ahîlerin tüzüğü olarak kabul edilen "fütüwet-nâme"lerde; "ahî" ve "fetâ" hiç tereddüt edilmeden aynı anlamda kullanılmıştır. Onun için açıkça ifade etmek gerekirse ahîlik, Anadolu’da Müslüman Türkler tarafından teşkilatlandırılarak yaşatılan bir müessesedir. Bu müessesenin ticarî, ekonomik ve kültürel özellikleri yanında, toplumu ayakta tutan ve Anadolu’nun her yanına yayılan bir organizasyon olduğu görülmektedir.
İbn Batuta ve ahîler
XIV. yüzyılın ilk yarısında Anadolu’yu dolaşmış olan Afrikalı Müslüman seyyah İbn Batuta, hemen her gittiği şehir ve köyde ahîleri aramış, yüzde doksanını da bulmuştur. (Geniş bilgi için bakınız: Mehmet Şeker, İbn Batuta’ya Göre Anadolu’nun Sosyal Kültürel ve İktisadî Hayatı ile Ahîlik, Ankara, 1193, s. 86-87) İbn Batuta, 1333 yılında Anadolu’ya ayak basmış ve bu bölge halkının yaşayışı hakkında ayrıntılı bilgiler vermiştir. Ünlü seyyah Anadolu halkını şöyle tanıtmaktadır:
ibn Batuta’ya göre Anadolu insanı
"Bilâd-ı Rum (Anadolu) adıyla anılan bu memleket, dünyanın en güzel yeridir. Allah, başka yerlere ayrı ayrı verdiği güzelliklerin hepsini birden bu topraklara vermiş. Ahâlisinin yüzleri çok güzel, elbiseleri temiz, yemekleri nefistir. ’Bereket Şam’da, şefkat Rum (Anadolu)’da’ denmesi yerindedir. Zira gerçek şefkat Anadolu halkı olan Türkmenler arasındadır.
Burada hangi eve ya da zâviyeye insek, erkek ve kadın komşularımızdan, akrabalarımızdan biriymiş gibi candan uğurlar, hatta kadınlar arkamızdan ağlaşırlardı. Bu memleketin âdetinde ekmek, haftalık olarak yapılır. Şehrin erkekleri ekmek pişirildiği gün, bize sıcak ekmekle gayet nefis yiyecek hediye ederler ve ’Bunu size kadınlar gönderiyorlar, hayır duanızı istiyorlar’ derlerdi."
Bâcıyân-ı Rum (Anadolu bacıları)
Bunun için olsa gerek, Ahîlerin hanımları da Anadolu’da, "Bâcıyân-ı Rum (Anadolu Bacıları)" adıyla teşkilatlanmış bir grup olarak değerlendirilmektedir. Bu kadınlar, ya Ahîlerin eşleri ve kız kardeşleri ya da toplumda sözü geçen, kültürlü, bilgili ve deneyimli genç veya yaşlı hanımlardır. Bunlardan yalnız ibn Batuta değil, aynı zamanda Âşıkpaşazâde gibi tarihçiler de söz etmektedirler.
Denizli ahîleri
İbn Batuta, Seyahatnâme’sinde Denizli Ahîlerinin misafir karşılama ve ağırlamalarını şöyle anlatıyor:
Şehre girdiğimiz sırada, çarşıdan geçerken dükkânlardan çıkan birtakım insanların, hayvanlarımızı çevirerek terbiyelerine asıldıklarını gördük. Bir başka grubun ise bunları durdurarak, onlarla çekişmeye başladıklarını müşahede ettik. Aralarındaki çekişme uzayıp kızışınca, konuşmalarını da anlamadığımızdan, korkmaya başladık ve bunların yol kesen Ger- meyanlılar olduğu kuşkusu ile bu şehrin onlara ait olduğu, malımıza ve canımıza kastettikleri kaygısına düştük.
Sonra Cenâb-ı Hak, bize Arapça bilen, hacca gitmiş bir adamı halketti. Ondan bunların bizden ne istediklerini sordum. Dedi ki, ’Bunlar Ahîlerdir.’ Bizimle ilk karşılaşanlar Ahî Sinan’ın yoldaşları, sonradan gelenler ise Ahî Duman’ın kardeşleri imiş. Her iki taraf da bizim kendi yanlarında misafir olmamızı isterler, bu yüzden çekişirlermiş. Onların göstermekte oldukları yüksek misafirperverliğe hayran olmamak elde değildi. Nihayet işi kur’a çekmek suretiyle hâlletmek yoluna düşüp sulh oldular.
Kim kazanırsa, önce o tarafın tekkesine misafir olmamız kararlaştırıldı. Kur’a, Ahî Sinan’ın takımına düştü. Adı geçen, bunu haber alınca, yanında kendi yoldaşlarından bir grup ile gelip bizi karşıladı ve hep beraber onun tekkesine giderek misafir olduk. Bize derhal çeşitli yiyecekler getirdiler.
Dinlendikten sonra Ahî Sinan, hepimizi hamama götürdü ve orada hizmetimi bizzat gördü. Öteki yoldaşlardan üçü dördü ise bir arkadaşımın hizmetini üzerine almış bulunuyordu. Hamamdan çıkınca bunlar tekrar büyük bir sofra kurdular. Çeşitli meyveler, tatlılar ikram ettiler. Yemekten sonra ise Kur’an-ı Kerim’den bazı bölümler okuyan hâfızları dinledik. Arkasından da hepsi sema etmeye başladılar.
Gelişimizin haberi Sultan’a duyurulmuş olduğundan ertesi akşam bizimle görüşmek istediği için, aşağıda açıklayacağımız veçhile, onu ve oğlunu ziyaret maksadıyla konağına gitmiştik. Tekkeye döndüğümüz zaman Ahî Duman ve yoldaşlarını bizim gelişimizi bekler bulduk. Onlarla birlikte kendi tekkelerine gittik.
Bunlar da öteki yoldaşları gibi yemek ve hamam ziyafeti çektiler. Hatta onlardan fazla olarak hamamdan çıktığımız vakit, bizlere gülsuyu ile ikramda bulundular. Oradan hep birlikte tekkeye gittik. Yine ötekiler gibi yemekler, meyveler ve tatlılarla iltifat eylediler. Yemekten sonra Kur’an’dan okunan ayetler ve sema ile vaktimizi değerlendirdiler. Böylece onların tekkelerinde de bir süre kalmış olduk. Anadolu’da ahîlerin bulundukları yerler ibn Batuta’nın verdiği bilgilere göre Ahîler, başlıca şu yerleşim birimlerinde bulunuyorlardı: Antalya, Burdur, Milas, Denizli, Konya, Aksaray, Niğde, Kayseri, Sivas, Gümüşhane, Erzincan, Erzurum, Tire, Manisa, Balıkesir, Bolu, Kastamonu, Sinop.
Şüphesiz Anadolu’nun doğusundan batısına kadar gelişip yaygınlaştıklarını gördüğümüz Ahîlerin yerleştikleri yerler, sadece yukarıda zikredilenlerle sınırlı değildir. Zira İbn Batuta, eserinde sadece uğradığı yerlerde gördüklerini zikretmiştir. Halbuki, İbn Batuta uğradığı şehirlerde bile birçok zaviyeyi belki de görmemişti. Belki de âdeti veçhile önemsemediği için kaydetme gereği duymamıştır. Bu bakımdan ibn Batuta’nın Seyahatnâme’sinden, sadece eserinde yer alan bilgiler nispetinde yararlanılabilmektedir.
Bu bile XIV. yüzyılda Anadolu’nun doğudan batıya, güneyden kuzeye Ahî zümreleri ile dolu olduğunu anlamamız için yeterlidir. Nitekim, günümüze kadar ulaşmış bazı yer isimlerinde, ahî kelimesinin kullanıldığına rastlıyoruz. Bugün değişmiş de olsa eski kayıtiardan, anî keiimesi iie anılan yer isimlerini tespit etmek mümkün olmaktadır.
Örneğin Bursa’daki Kestel nahiyesinin eski adı Ahî idi. Diğer taraftan eskiden kullanıldığı halde ahî sıfatının sonradan terk edildiği bazı yer isimleri de vardır. Meselâ Ankara’daki Mamak, eskiden "Ahî Mamak" olarak bilinirdi. Aynı şekilde Etimesgut’un eski adı da "Ahî Mes’ud" idi.
Ahî zâviyeleri neden bir kültür ocağıdır?
Bu kurumun asıl teşkilât olarak, şehrin esnaf ve sanatkârları arasında yaygın olması yanında, halkın diğer kesimini de içine alan bir yapıya sahip olduğunu görüyoruz. Zira ahîliğe mensup olanların bir araya geldikleri "tekke" ve zâviye"ler, hem mensuplarının her gün bir araya geldikleri bir kültür ocakları, hem de o şehre ve köye dışarıdan gelmiş misafir ve yabancıların sığınağıdır.
Ahîlik ve eğitim
Bu kültür ocakları aynı zamanda, genç üyelerin eğitimlerini de üstlenmiş bir eğitim merkezidirler. Bu ocaklarda yetişen gençlere, her şeyden önce, kendisinden önce başkasını düşünme terbiyesi verilirdi. Daha da ileri gidilerek, insan sevgisi aşılanırdı. Ahî zâviyelerinde işçi ve çırak konumundaki gençlerden başka, öğretmenler, müderrisler, kâtipler, hatipler, vaizler, usta ve yöneticiler gibi şehrin ileri gelen olgun ve fazîletli kimseleri de bulunurdu. Ya da zaman zaman buralara konuk olurlardı.
Ahîlik ve çıraklık
Bunlar hem sohbetleri, hem de davranışları ile yetiştirici ve eğitici oldukları gibi, tekke mensubu olan gençler, aynı zamanda kendi meslekleri ile ilgili bilgiler de öğrenirlerdi. Bu arada dolaylı olarak da, iş hayatını ilgilendiren, insanlarla münasebetlerini düzenlemede rol oynayan, daha açık bir ifade ile hayat görüşünü etkileyip belirleyen bilgileri bizzat görerek öğrenmesi mümkündü. (Neşet Çağatay, Bir Türk Kurumu Olan Ahîlik, Ankara 1974, s.137)
Zaviyelerdeki örgütlenme biçiminde dikkate değer mevkiler
Zâviyelerde verilen bu teorik bilgiler arasında en önemli yeri şüphesiz, zâviye şeyhinin bağlı bulunduğu tarîkatin disiplinleri alırdı. Bunlar da zaten Fütüv- vet- nâmelerde belirlenmiş kurallardı. Bu Fütüvvet- nâmeler, ahîlerin günlük hayat ve yaşayışlarını şekillendiren görüş ve düşünceleri ihtiva eden eserlerdir.
Onlar, bu eserleri okuyarak inanç esaslarına dair bilgileri alırlardı. Ahî zâviyelerine kabul olunanlar, ahî terbiyesini, ahîlik meşrebinin gerektirdiği esasları, okuyarak, dinleyerek ve kardeşlerle, öğretmen ahîlerle birlikte yaşayarak, görerek alıyorlardı. Ve bu eğitim öğretim, bütün hayatı kucaklıyordu. (Mehmet Şeker, Ahiliğin Anadolu’nun Sosyal ve Kültürel Alandaki Yeri, Esnaf - Sanatkâr ve Kültür, Yayına hazırlayan: Prof. Dr. Tamer Müftüoğ- lu), Ankara, 1993, s. 45-46)
Esnaf teşkilatı olarak ahîlik
Refik Soykut, "Ahîler ve Ahîlik; ülkede hâlinden memnun, geleceğinden emin, inanmış ve yararlı işlere yönelmiş mutlu kişilerin oluşturduğu bir esnaf kitlesi, güçlü ve yaygın bir orta sınıf yaratmıştır. Çağımızın, hasreti çekilen "sanat, ticâret ve iş ahlâkı" yanında; kooperatifçilik - sendikacılık - sosyal güvenlik - standart üretim - kalite ve fiyat kontrolü gibi başlıca sorunları, asırlar boyu rahatlıkla ve başarı ile çözümlemiştir." (Refik Soykut, İnsanlık Bilimi - Ahîlik, Ankara 1980, s. 23.) diyerek, Ahîliğin tarih içinde yerine getirdiği faaliyet alanlarına karşılık, günümüzdeki fonksiyonlarını göstermiştir.
Ahîlik ve iş ahlâkı
iş ahlâkı her devirde aranır. Peki, güvenirliliği, işini mükemmel yapmayı, işi ehline vermeyi ve kolaya kaçmadan, her şeyi kendi gücüyle, kendi alın teriyle, kendi bileğinin hakkıyla yapmayı ve helâlinden kazanarak yemeyi gerektiren bu iş ahlâkı nasıl tesis ediliyordu?
İşinde hile yapan, mesleğini kötüye kullanan esnafın, ahî teşkilatlarının OsmanlIlardaki devamı olan loncadan çıkarılması, "kethüdâ" ve "ihtiyar heyetinin" kararıyla olurdu. Loncadan çıkarılan bir kişi, bir daha bu mesleğe dönemezdi. Esnaf, yaptığı hile ve sattığı maldan hakkından fazla aldığı ücret oranında, bu meslekten çıkarılma cezasına çarptırılırdı.
Helâl kazanç gerek
Esnaf ve sanatkârlıkta tâkip edilecek yol olarak, tarihte önemli bir yer tutan ahiliğin temelinde dürüstlük vardır. İşte bu temiz ahlâkı telkîn eden fü- tüvvet-nâmelerde yapılan tavsiyeler arasında, helâlinden kazanmak başta gelir.
- "Ahî helâl kesb kılsa gerek." (Abdülbâki Gölpınarlı, Burgâzi ve Fütüvvet-nâmesi, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, c. XV, Nu:1-4, İstanbul,
1953-1954, s. 125.) Buradaki helâl kazançtan maksadı, fütüvvet-nâme şöyle açıklamaktadır: "Allah Teâlâ Kelâm-ı Kadîm’inde buyurur: "Size verdiğimiz rızıkların temizlerinden yiyin." (Bakara, 57, 172; A’raf, 160.) İbn Abbas (r.a.) aydur: Allah Teâlâ didüğü, ya’ni arı pâk didüğü oldur, asl-ı halâldür, nitekim Rasulullah (s.a.s.) buyurur ki: Her gice yat- duğu vakt niyyet eylese helâl kesb kazanam diyü, ir- teye yarlıganmış çıkar. Ahî halâl kesb kazanmak ge- rekdür, belkim farzdur ve hem sünnetdür." (Burgazi Fütüvvet-nâmesi, s.125; nitekim Neşet Çağatay’ın neşrettiği bir el yazması fütüvvet-nâme, 1524 yılında Bursa Kadısı tarafından kaleme alınmıştır. Bu fütüvvet-nâmenin konuyla ilgili şu satırları ilgi çekicidir: "... Ve dahi fütüvvet-dârı’ın niyeti şöyle ola kim; bu hırfeti ve san’atı Hak Teâlâ’nın kulları içün işlerin kim bu hirfete muhtac- lardur, hâcetlerin bitürem ve hizmetlerin yirine getürem ve hizme- tüm mukabelesinde halâlden her ne hâsıl idersem, bir mikdarın vech-i me’âşıma hare idem ve bir mikdârın fukarâya tasadduk idem. Zira hiç ondan yiğrek halâl lokma yokdur, kim kendü eli emeğinden yiye..." Neşet Çağatay, Bir Türk Kurumu Olan Ahîlik, Ankara, 1974, s. 24-25 arasında tıpkı basım)
Burada ahînin ayırıcı ve belirgin özelliği olarak, helâl kazanç elde etmek için çalışıp çabalayan hattâ iş ortamından uzaklaştığında da evde, sokakta hatta yatarken dahî kazancını helâl yoldan kazanmayı düşünen bir kişi olduğuna dikkat çekilmesidir. Bunun için de ahînin her şeyden önce bir iş sâhibi olması gerekmektedir. Nitekim bunu yazarımız şöyle dile getirmektedir:
Meslek sahibi olması gerek
Bir iş, bir meslek sâhibi olan ahîler ve mensuplarının etkileri altında kaldıkları eserler olan fütüvvet- nâmelerde bu hususta telkinlerin var olması tabiîdir.
-"Ahî’ye bir pîşe ve san’at gerekdür, ona meşgul ola. Eğer pîşesi yoğısa ona fütüvvet değmez. Fütüv- vet âna halâldür kim kesb kazana hâlalden... Anun kesbi Oİmayicak yidürmesi dahî olmaz." (Burgazi Fütüvvet-nâmesi, 125)
"Pişe" kelimesi, iş ve meslek anlamındadır. Buradaki ifadeden açıkça anlaşıldığına göre ahî mutlaka bir işle, bir meslekle meşgul olmalıdır. Yani işsiz ve başı boş dolaşan biri olmamalıdır. Bu mesleğinde, yaptığı işinde de kazancını helâlinden elde etmelidir. Çünkü kazandığını başkalarıyla paylaşacağı, yani elde ettiğinden başkalarına da yedireceği, paylaşacağı için, malı arı, temiz yani helâl kazanç olmalıdır. Kazanmadan ye- diremeyeceği için mutlaka çalışmalıdır.
Bu ifâdelerden, ahîlerin iş sahibi, meslek sahibi olmalarının teşvik edildiği anlaşılmaktadır.
"Yolsuz"
Sağlıksız mal üretenlerin, kalitesine uymayan mallarının toplatıldığı esnaf, aynı zamanda kendisi "yolsuz" ilân edilirdi. Yolsuz olanlarla diğer esnaf ve müşteriler alışverişte bulunmazlar, böylece de ona uygulanan bu ambargo sonucunda da o kişi, mesleğinde barınamazdı. Nitekim, vesikalardan anlaşıldığına göre, bu türlü uygunsuz yola düşen esnafların hak ettikleri cezaları aldıkları görülmektedir.
Yolsuzluk cezaları
XIII. yüzyılda İstanbul’da bir esnaf, kılıç kabzasını abanoz ağacına benzeterek boyadığı ve abanoz ağacından yapılmış gibi gösterdiği için, derhal meslekten çıkarılmış ve yolsuz ilân edilmiştir. Sattığı süte su kattığı için, sütçünün birinin kuyuya sarkıtıldı- ğı, bozuk kantar kullanan oduncunun altmış okkalık kantarı boğazına yüklenerek çarşı pazar dolaştırıldı- ğı; kötü pekmez sattığı için pekmezcinin pekmez küpünün başına geçirildiğini tarihî belgelerde görmekteyiz. (Hayrettin İvgin, Ahilikte Ticaret Ahlâkı, Ahîlik Sisteminin Günümüz Türk Küçük İşletmeciliği Açısından Değerlendirilmesi, Yayına hazırlayan: Prof. Dr. Tamer Müftüoğlu, Ankara, 1992, s. 83; Mehmet Önder, Kırşehir Güldestesi, Ankara, 1976, s.39.)
Papucu dama atılanlar
Ahîliğe bağlı esnaflardan yolsuzluk yapanların cezalandırılmaları usullerinden biri de suçlunun pa- pucunun dama atılması şeklinde olurdu. Böylece "papuçları dama atılarak" cezalandırılan herhangi bir esnaf, artık bağlı bulunduğu zâviyeye devam edemediği gibi, mesleğini de icra edemezdi. Bu durum, hem o meslek mensubunu korkutur hem de yeni yetişecek olan çırak ve kalfa gibi, o mesleğin ustası olmaya aday olacaklar için örnek teşkil ederdi.
Ahiliğin başlangıçta bir esnaf ve sanatkârlar örgütü olarak kurulmasının nedeni nedir?
Ahîliğin kurucusu olarak kabul edilen Ahî Evran (1172-1262) esnaf ve sanatkârları bir birlik altında toplayarak, sanat ve ticaret ahlâkını, üretici ve tüketici çıkarlarını güven altına almak suretiyle, toplumda var olan politik ve ekonomik çalkantılar içinde olanların, yaşama ve direnme gücüne sahip olmaları sağlanmıştır.
Ahîlik-lslâm medeniyeti ilişkisi
Burada, göz önünde bulundurulan çok önemli bir özellik vardır. Bu özellik, ahîliğe bağlı olanların mensup oldukları medeniyetin unsurlarını temsil etmiş olmalarıdır. Bu medeniyette İslâm Medeniyetidir. İslâm Medeniyetinin insana verdiği değeri kavrayan ahîlik müntesipleri, sadece dış görünüşteki temizliği değil, aynı zamanda, ruh temizliğinin kazandırdığı iç temizlik ve rûhî enginlik gibi yüce insan değerleri, hem kendi hayatlarına katmış, hem de bu konuda başkalarına örneklik etmişlerdir.
Ahîlik ve günümüz
İslâm Medeniyetinde İnsanî değerlerin Anadolu’daki temsilcileri olarak tarih sahnesinde üzerlerine düşen rolü başarı ile sürdüren, hem çağdaşlarına hem de daha sonraki asırlarda gelen insanlara örneklik etmiş olan ahîlerin oluşturdukları sosyal ve kültürel yapılanma ile ortaya çıkan bu teşkilatların, tarihteki önemli rolünü tekrarlayıp durmak, bizim için bir övünme meselesi olmamalıdır.
Tarihimizle övünmek
Geri kalmışlığımızın sebebini nasıl geçmiş tarihimize yüklemek doğru değilse, geçmişimizdeki mükemmel örneklerle sadece övünmekle yetinmek de övünmek ve başarılı olmak için yeterli değildir. "Tarihimizde vardı" diyerek, bu gün iş ahlâkımızı sorgu- layamıyorsak, tarihimizdeki değerlerin kıymetini bilmiyoruz demektir. Tarihimizi öğrenmek ve gelecek nesillere öğretmek bunun için gereklidir.
Fütüvvet-nâmelerle ilgili bir teklif
Tarihî bir kurumun günümüze aktarılabilmesi için öncelikle, bu müessese ile ilgili kaynakların çağdaşlaştırılmasında yarar vardır. Zira, özellikle ahîliğin tarihteki yeri ve uygulamada evrensel prensipleri bilinmezse, bugüne intikâli mümkün olmaz. Onun için, fütüvvet-nâme adı verilen, bir bakıma ahîlerin yönetmelikleri hükmünde olan eserlerin, günümüz insanının anlayacağı ve yararlanabileceği dile çevrilerek, güncelleştirilmesi yoluna gidilmelidir.
Ahîliği günümüze taşımalıyız
Ayrıca bu müessese ile ilgili tarihî tecrübeden yararlanarak, günümüzde ahîliğe benzeyen kurumların iş ahlâkı ve toplumla bütünleşmesi için gerekli organizasyonların yapılabilmesinde, ahilikle ilgili araştırma ve çalışmaların daha da derinleştirilerek, ciddî projelerin hazırlanmasında fayda mütâlea etmekteyiz.
Bunun için de;
a) Mesleği ile ilgili teorik bilgiler yanında, helâl kazanmayı hayatının vazgeçilmez ilkesi olarak benimseyen iş ahlâkı ve topluma uyum için gerekli kültürel bilgileri edindirici bir yapıya sahip olan ahîliği, günümüze, modern hayata uyarlayıcı çalışmalar için gelişen teknolojiden yararlanılmalıdır.
b) Bu teorik ve kültürel bilgilerin uygulamaya yönelik, beceri kazandırıcı ve hayatın parçası olmayı öğretecek bir eğitimle doğrudan ilgili iş kolundaki çırak, kalfa ve ustaların yetiştirilmesinde, ahîlik örneğinden yararlanılması için gerekli çalışmalar yapılmalıdır.