Makale

Hurafelerin Cazibesi

AİLE
Fatma Nevsun Duman
Uzman Psikolog

Hurafelerin Cazibesi

Mavi göz boncuklarda teselli bulmak, kurşun dökmek, kapı üstlerine at nalı asmak, bebeğin üstüne sarı bez örtmek, gizli ceplerde muska taşımak, istenmedik bir şey karşısında kulak memesini çekiştirip tahtaya vurmak, eşiğe basmadan kapıdan içeri atlamak, uğurlu gün uğurlu sayılarla işe başlamak...
Hayatımızda o kadar çok kısıtlamamız, kendimizin etrafına çektiğimiz dikenli tellerimiz var ki. Bu kadar olmazsa olmazlarımızın arasında ruhumuzu ferahlatmak şöyle dursun âdeta boğuluyoruz.
Yüzlerce yıl hükümdarların kâhinleri olmuş, atılacak adımların daha iyi daha isabetli olması adına. Âdeta krallık içinde krallık oluşturmuş kâhinler. Şimdi de medyumlar, astrologlar, falcılar, fal kafeler, adak mekânları, medet umulan türbeler, yatırlar, kiliseler...
Kulağına birilerinin özellikle geleceğe ilişkin tahminleri fısıldaması hoş geliyor. Umut içinde olmak istiyor belli ki. Umudun bedelini maddî anlamda alıcı manevî anlamda alıcı ve satıcı birlikte ödüyor/ödeyecekler. Bu kadar alıcı olmaya aday olununca, hem umut satıcılar hem de ücretleri sürekli artmaktadır maalesef.
Müminler, neye güvenecekleri, gaybın bilgisinin kime ait olduğu, isteklere kimin icabet edeceği sorularının cevabını kutsal metinlerinde bulurlar. Bunun için kendilerini öncelikle sağlam bilgiyle beslemeleri gerekir. Sağlam bilgiyle donanmış ve Yaratıcı’ya tam teslim olmuş inananların hurafelerin aldatıcı cazibesine kapılması söz konusu olamaz.
Kendi bilgi, görgü ve deneyimlerine güvenmeyen, inanç itibariyle de boşluktaki insanlar bu tür arayışlar içine girerler. Boşlukla olan insan istismarcılar tarafından kolayca yönlendirilebilir.
Hurafeler; içi boş, zemini olmayan kabullerdir. Meselâ; kırk kilitle kapanmış kırk kapıyı açarsan dileklerin olurmuş: Halbuki siz işinizle ilgilenme/, işinizle ilgili bütün verileri gözden geçirmez, alınacak tedbirlerin hiçbirini almazsanız kırk kapının kilidinden medet ummak beyhudedir. Ay akşamdan doğarken hamile kadın yüzünü aya dönerse çocuğu ay yüzlü olurmuş; oysa ki hamilelik süresince kontrollerinizi yaptırtmaz, aile içinde sürekli huzursuzluk rüzgârlarının estiği günlerde yaşarsanız mutlu bir bebek beklemek ne kadar haklı bir bekleyiştir?
Bebekler dünyaya gözlerini açtıkları andan itibaren sevilmek, kabul görmek, onaylanmak isterler. Bizler aile olarak önce onların; yeme, içme, barınma gibi fiziki ihtiyaçlarını giderir sonra da sevme, değer verme gibi ruhsal ihtiyaçlarını gideririz. Bu ihtiyaçlar da onların ileride geliştirecekleri kimliklerinde kendine güvenen, kendine yeten bireyler olmaları zeminini hazırlar. Aile sevgi, ilgi ve şefkatinden uzak büyüyen çocuklarda; güvensiz bir kişilik geliştirme, almadıkları sevgiyi de veremedikleri, başkalarına karşı hırslı, öfkeli, saldırganca davranışlar geliştiği gözlenmiştir.
İnsan ruhu beslenmek ister, tıpkı karnı acıkan çocuğun beslendiği gibi. Nasıl beslenecektir? Aidiyetle. Kime, nereye ait olduğunuzu bilmek ve hissetmekle başlar. Her birey varlığını dayandıracağı temeli bilmek ister. Bu bilgi doğru kaynaktan, doğru yolla verilmezse ileriki dönemlerde insanlar yaptıklarının ya da yapacaklarını arkasında boş hayallerin oluşturduğu boş zeminlerden güç ve de medet umarlar. İşe başlarken, boncuklu mu tütsülü mü ya da eşikten geçerken üç sayıp atlayıp atlamadığı önem arz eder olur.
Araştıran, soran, sorgulayan bir akıl, Yaratıcının insanoğluna en büyük armağanıdır. Bu armağanı kullanmasak birileri onu bizim adımıza kullandırt- maya kalkar. Biz de doğan sonuçlar konusunda ya suçu, beceriksizliği başkalarına atar rahatlarız. Ya da işte eşikten gelin kız geçerken basmasaydı mutlu bir evliliği olurdu deyip kendimizi oyalarız.
Kişiler kendi yetersizliklerinden kaynaklanan sorunları başkalarına yüklemek, diğer bir deyişle kendilerini haklı çıkarabilmek için çevresel bir objeye yükleme eğilimi gösterirler.
Kendi yetersizlik duygularından kaynaklanan sorunlar karşısında çözümleri de biberiye otundan tutun da kaplumbağa kabuğuna kadar arayabilmektedirler. Metrelerce ip koparmadan bir yere bağlamaya çalışan, mum yakan, mum diken, dileklerini bir kağıda yazan veya yazılı dilek kağıtlarını satın alanlar neye inandıklarını, kime güvendiklerini, kendi inanç kaynaklarının ışığında bir kez daha düşünmelidirler kanaatimce.
Din görevlileri, ilâhiyatçılar; sınava girecek çocuklarını çaput bağlamak için peşlerinden sürükleyen anne-babaları bu konuda aydınlatmalıdırlar. Çaput bağlanılan, mum dikilen bu tür mekânlara herkesin görebileceği büyüklükte yazılar asmak da caydırıcı olabilir.
Kendini yalnız hissetmek insanı daima zorlar. Hep sırtını dayayacağı, güç alacağı adreslere ihtiyacı olur insanın. Duanın yakınlaştırıcı ve yapıcı gücünü hissetmek dileğiyle.