Makale

Muhabbet ocağımız Aile yuvası

Muhabbet ocağımız
Aile yuvası

Doç. Dr. Halil Altuntaş
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

İlkokul öğrencisi iken sınıfça "Çocuk Esirgeme Kurumu"na ait bir yurdu ziyaret etmiştik. Görevlinin bizi çocuklarla buluşturduğu yer salon gibi, oyun odası gibi bir yerdi. Başka ziyaretçileri de vardı çocukların. Nerede olduğumuzu bilmenin verdiği gizli bir hüznün eşlik ettiği merak duygusu içinde idik. Bir çocuğun, ziyaretçilerden birinin pantalonuna tutunduğunu gördüm. "Baba!" diyerek ani bir hareketle adamın bacaklarına sarıldı.
Rehberimizin yaptığı açıklama küçük yüreğimde hâlâ izlerini hissettiğim bir sızıya sebep oldu. Ziyaretçileri, annelerinin, babalarının yerine koyuyorlar; onların sevgi ve ilgisini bekliyorlar.
Kimi yetim veya öksüz olduğu için, kimi ise çeşitli aile dramları sebebiyle burada koruma altına alınmıştı bu çocukların. Kendilerine sunulmaya çalışılan bütün hizmetelere, yöneltilen tüm ilgi ve şefkate rağmen bir aile yuvasının özlemi ile yandıkları o kadar açıktı ki... Sevgi dolu, sıcak bir aile ortamını yitirmiş olmanın ne demek oluduğunu belki dilleri ile anlatamazlar, ama siz bunu onların gözlerinden okuyabiliriziniz.
Aile sevgisi, ruhu besleyen temel kaynaklardan biridir. Eksikliği mutlaka bir yerde, bir şekilde ortaya çıkıyor. "Aileler kendilerine çeki düzen verdiklerinde toplum da kendine çekidüzen vermiş olacaktır" demiş Kofüçyüs. Toplumsal çatının temeline aile olgusunu yerleştiren bu düşünce sosyolojik bir gerçeğin altını çizmektedir. Aristo, toplumu, üye sayısı kalabalıklaşmış bir aile şeklinde düşünürken de farklı bir yaklaşımla aynı şeyi söylemiş oluyor.
Kur’an evlenmeye dayalı aile kurumunun temelinde psikolojik tatmin, sevgi ve merhamet öğelerinin yer aldığı tespitini yapmaktadır: "Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhemet var etmesi O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir." (Rûm, 21) Ayet, bir yandan bir vakıayı dile getirirken öte yandan da olması gerekeni öğretmektedir. Evet, eşler arasında var olan sevgi ve merhamet bağı hilkatin bir oluşlumudur. Fakat, bu oluşumun önüne suni engeller çıkaracak tavır ve davranışlardan da kaçınılacak, var olan engellerin kaldırılması için de ne gerekiyorsa o yapılacaktır.
Muhabbet, toprağın altıdaki cevher gibidir.. Çıkarılıp işlenmeye, şekillendirilmeye muhtaçtır. Bu aşama çok kere, önemsiz gibi görülen bazı tavır ve davranışlarla gerçekleştirilebilir. Karşı tarafa yöneltilecek iltifatkar bir söz, küçük bir hediye, ona değer verildiğini gösterecek tavır ve davranışlar bu işin adeta "kendiliğinden" başarılmasını sağlar. İslâm, eşler arasında muhabbetin artmasına sebep olacak davranışları sevap kazandırıcı davranışlar kategorisi içinde değerlendirir. Sevgili Peygamberimiz’in, "Eşinin ağzına koyacağın bir lokma bile senin için sadakadır" (Buhârî, İman, 4i) hadisi bu noktada çok anlamlıdır.
Aile ortamı "sevgi" kavramının en çok yakıştığı yerlerden biridir. Dilimizdeki "sevgi halesi" , "sevgi yumağı" gibi ifadeler en güzel anlamlarını aile ortamında bulurlar. Eşlerin birbirlerine ve çocuklarına, çocukların anne ve babalarına, çocukların birbilerine karşı taşıdıkları sevgi, görünmez bir bağ gibi, bir ağ gibi onları sarar ve bir
birine bağlar. Özellikle çocukların varlığı aile ocağının sevgi odağı olmasında temel etkendir. Çocuk sevgisi anne babanın (eşlerin) arasındaki sevgiye artı değer kazandıran bir kaynaktır.
Anne sevgisi denen duygunun ne harika bir şey olduğunu bir kadın ancak anne olunca anlar. Erkekler ise onu sadece yansımaları ile tanıyabilirler. "Tatmayan bilmez" sözünün en çok yakıştığı yerlerden biri üzerinde söz ediyoruz. Annenin bir evladı yok, bir parçası, ciğer paresi vardır. Bu duygunun anne açısından "Anne yok, evlat var" noktasında yaşanması neredeyse gündelik bir olaydır. Âlî Bey beşiği, "Annelerin en kıymetli mücevherlerine mahsus mahfaza" (Leh- cetülhakayık, Tercümün 1001 Temel Eser, s.27) diye tanımlayarak bu noktayı ustayca vurgulamıştır.
Duygular da canlı varlıkılar gibidirler, beslenmezlerse zayfılar, yok olurlar. Evet, sevgiyi besleyen en büyük kaynak fıtrattır. Ama fıtratın eylemden destek görmediği yerlerde, sevgi duygusu serpilip gelişecek ortamı bulamaz. Serpilecek başka alanlar arar. Bu durumda aile yuvası temel yapı taşlarından birini yitirmiş olur. Bu bakımdan annelerle babalar, birlirine karşı taşıdı- karı, sevgi ve muhabbet duygularını çocukarına da aktarmaları konusunuda kendilerini yetiştirmelidirler. Bunu yapmazlarsa, çocuklarını çorak araziye atılmış tohum konumuna getirmiş olurlar. Bu iletişim mutlaka sağlanmalıdır. Zira "En ince noktasına kadar, çocuğun babasına saygı göstermeyi annesinden öğrendiğini, annesini sevmeyi de babasından öğrendiğini görüyoruz. Duyguların ’bulaşması’ aile hayatında durmadan kendini gösteren bir olaydır. Böylece yabancıların tanımadığı, bilmediği kusursuz bir baba gibi muhayyel varlıklar ortaya çıkar. Bu muhayyel varlıklar muhayyel olmalarına rağmen ahlak ve karakterleri ayarlamaktan da geri durmazlar.
Sadece söze dayalı sevgi su üzerine yazılmış yazı gibidir. Ama yürekte hapsedilen sevgi de karanlıkta göz kırpmak gibidir. Birinin aslı yok, öbürünün meyvesi. Anadolu gelenkelerine göre, genç bir babanın çocuğunu büyüklerinin yanında kucağına alıp sevmesinin saygısızlık şeklinde algılanmasına sebep olan şey ne idi acaba? Neden bir anne yavrusunu evin büyüklerinin yanında sevip okşayamaz, onu "evladım", "yavrum" diye bağrına basamazdı? Büyük ölçüde etkisini yitirmiş olan bu "geleneği" varlık dünyasına çıkaran anlayış acaba ne idi? Dinimizin verileri ile örtüşmeyen bu uygulama, ataerkil aile yapısının bir yansıması olabilir mi?
Sevgi bazan davranışlarla dışa vurulmak istense de başarı her zaman istenilen düzeyde olmaz. Bu, bazen "ifade" zaafından, bazen de sevgiye muhatap olanın "algılama" zaafından kaynaklanan bir durumdur. Yani sevginin elle tutulabilir, gözle görülebilir hâle gelememesinide sevenin de, sevilenenin de etken olması söz konusu. Bu sebeple, kalpte beslenen, davranışlara dökülen sevginin, sözle de taçlandırılması en güvenli yoldur. "Biriniz, (mümin) kardeşini sevdiği zaman bunu ona haber versin" (Tirmizi, Zühd, 54) hadisi bu gerçeğe işaret etmektedir. Hz. Peygamberin torunları Hz. Haşan ve Hz. Hüseyin’e karşı sevgisini şöyle dile getiriyor: "Allah’ım! Ben onları seviyorum, onları sen de sev ve başkarına da sevdir" (Tirmizi, Menakıb, 30) hadisinde onu bu tavsiyesinin uygulamasını bulmaktayız. Bir babanın, bir annenin oğluna, "seni çok seviyorm yavrum!" diye hitap etmesi, çocuğun bilinç altına; "sen de, anneni, babanı, kardeşlerini... insanları sev" şeklinde nakşedilecektir.
Fıtratın mayamıza yerleştirdiği evlat sevgisi büyük bir değerdir, ama kendi ölçüleri içinde. Olmasza olmaz değerler ile çatışan ikinci dereceden değerler varlık gerekçelerini kaybederler. Nuh Peygamber, inkar etmesi yüzünden tufana kurban gideceğini gördüğü oğlu için; "Rabbim! Şüphesiz oğlum da ailemdendir (onu da kurtar)" (Hûd, 45) diye yalvardığı zaman Yüce Allah’tan; "Ey Nuh! O senin ailenden değildir" (Hûd, 46) cevabını alması, bu gerçeğin bir ifadesi idi.
Duygular ile aklın sürekli didişme halinde olduğu bir gerçek. Bu alanda sevgi duygusunun ne derece ağır bastığını şu hadis açıkça ortaya koyuyor: "Sevgi gözü kör, kulağı sağır eder" (Ebû Dâvûd, Edeb, 116)
Şüphesiz burada meceazi bir anlatım var. Göz görür, kulak işitir, akıl ise görülenin, işitile- nin gereğini yapmaya yöneltir insanı. İşte sevgi bu noktada devreye girer ve kişiyi gerektiği gibi davranmama noktasına getirir. Kısaca sevgi aklın fonksiyonlarını kısıtlayıcı bir niteliğe sahiptir. Yoğun sevgi işi bu noktada bırakmaz, bazan hakikat alanında da at oynatır. Yakup Peygamber’in gözüne neden "ak" düşmüştü? Çok sevdiği oğlu Yusuf’u yitirmesinin sebep olduğu aşırı hüzünden dolayı. (Yusuf, 83) Mecrasından çıkmış duygulara fiziki varlığın taşıyıcılık etmesi bazen çok zorlaşır. İşte burası, bir peygamber’in iki gözünün birden "Bizden bu kanadar" dediği noktadır. Ne oldu da Yusuf’un gömleğinin sürüldüğü gözler tekrar açıldı, görmeğe başladı? "Bir mucize..." diye cevaplayabiriz bu soruyu. Fakat bu arada "mucize" nin "kullandığı" araçlar gözten kaçırılmış olur. Ortada bir mucize, yani Allah’ın sonsuz kudretini gözler önüne seren harikulade bir olay vardır. Ama bu kudretin tecellisi için, bir babanın (Yakup Peygamber’in) sevinç duyması sağlanmış. O sevincin kaynağı da yine evlat se- vegisi. Ne kadar güçlü ve iki taraflı işleyebilen bir duygudur buradaki evlat sevgisi. Hüzne sebep olarak aldığı bir çift gözü, sevince sebep olarak geri vermiştir!
Çocukların hepsi anne baba için çok değerlidir. Ancak bazı durumlarda, ana baba kalbi, çocuklardan birine ya da birkaçına diğerlerinden daha fazla eğilim gösterebilir. Ancak iş asla çocuklar arasında "farklı" laşmaya sebep olacak noktalara vardırılmamalıdır. Bu konu öyle hassastır ki, gerçekte olmasa da öyle olduğunun zannedilmesi bile istenmeyen sonuçlar getirebilir. Niçin kardeşleri Yusuf’u öldürmeyi planladılar? Gerekçeleri şu: "Biz güçlü bir topluluk oldğumuz halde Yusuf ve kardeşi (Bünyamin) babamıza bizden daha sevgilidir. Onu öldürelim veya bir yere atalım ki babamız sadece bize yönelsin" (Yusuf, 8)
Yusuf’un kardeşleri babalarından gelen bir haksızlığın muhatabı değillerdi, sadece öyle sanıyorlardı. Ya çocuklar gerçekten ayrımıcı bir tutum karşısında kalırlarsa neler olmaz. Çocuklar arasında maddi oladuğu kadar duygu alanında da dengeyi sağlamak bir ailenin temel uygulamaları arasında yer almalıdır.
Aile, toplumun küçük bir modeli ise, toplumda uygulanması gereken temel stratejilerin ilk uygulama yeri de ailedir. Ekonomik, siyasal, sosyolojik ve psikolojik bütün hayat yansımaları önce ailede gerçekleşiyor.
Sevgi aile yapısının köşe taşlarından biridir diyebiliyorsak, toplum içinde de sevgiye aynı rolü biçmenin bilincine sahip olmalıdır insan.