Makale

tüketici ., kimliğinde aile

Ayfer Balaban

tüketici .,
kimliğinde aile

Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Uzmanlarından Sosyolog Dr. Dursun Ayan, Rahime Beder Şen ve Semra Yurtkuran konuğumuz oldular ve onlarla "Tüketici Kimliğinde Aile" üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.

Dursun Bey, tüketim ne zaman bir sorun hâline gelir?
Her insan topluluğunun, her meslek grubunun tüketime farklı bir bakışı var. Biz kendi mesleğimiz açısından, ailenin sürekliliğini, bütünlüğünü temele koyarak baktığımızda, tüketim aslında zararlı bir şey değildir, tüketmediğiniz sürece üretimin tabanını hazırlayamazsınız. Tüketmek gereklidir. Ancak, tüketmek hâli, kişiyi bir aile, bir toplum ve bir vatandaş olmaktan çıkartıp sadece tüketmek hâline indirgiyorsa ve kişi bütün şahsiyetini, kimliğini tüketmek temelinde kurgulamaya başlıyorsa, tüketim bu noktadan itibaren zararlı olmaya başlıyor demektir. İhtiyaca binaen tüketmek değil, bir tutku hâline gelen, israfa yönelik tüketmek sorundur.
O halde tüketimde özentinin de büyük rolü var.
Tüketim, insanlığın gereğine uygun olarak bir ihtiyacı gidermek amacıyla yapılıyorsa bu zaten vazgeçilmezdir. Ancak kişi bir şeyi ’bunu tükettim diye millet bana itibar etsin’ düşüncesiyle tüketiyorsa ve bu tüketim ailede bir başka zorunlu tüketimin yerini alıp diğerlerini mağdur ediyorsa, daha açık bir ifadeyle çoluk çocuğun rızkı heba ediliyorsa sorun var demektir.
Kültürümüzde ifadesini bulan görmemişlik’ ve ’desinler’den mi bahsediyorsunuz?
Evet. Bireyler arasında insanı şaşırtacak kadar farklı hobiler, meraklar ve uğraşılar var. Bunlarla bir ’şahsiyet oluşturulur ve her birey, kendi hayatından bir şeyler katarak hem dünyayı hem de insanlığı dolayısıyla kendi şahsiyetini zenginleştirir. Kişi, şu markayı alırsam, bu markayı giyersem daha fazla itibar görürüm gibi yapay bir dünya oluşturarak, yani tüketerek kendisini zenginleştirdiğini sanıyorsa, tüketmek artık bir ruhsal soruna işaret eder.
"Tüketiyorum öyleyse varım" sanan insan tipine mi dikkat çekiyorsunuz?
İnsanlığı, tüketmeye indirgemek durumundan bahsediyorum. Tüketim, ister aile için, ister birey için yapılsın bir davranış olarak diğer insan donanı- tımlarının ve yapıp etmelerinin üzerinde bir nitelik kazanırsa, insanın bütün işi-gücü tüketmek olursa ve bunu kontrol edemezse, bizzat kendisi ve ailesi sorun içindedir.
Semra Yurtkuran:
Başkasının gerçeği üzerinden değil, kendi gerçeği üzerinden düşünerek tüketen aile anlayışının bizim kültürümüzde çok manidar karşılıkları var: ’Ayağını yorganına göre uzat’ ve ’Damlaya damlaya göl olur’ gibi. Bu değerleri içselleştirir ve hayatımızda etkin kılarsak, modelleme yoluyla geleceğe taşınmasını sağlarız. Belki böylelikle tüketimin bizim toplu- mumuz için bir sorun olmasının önüne geçilebilir.
Aile sosyologları olarak bizim üzerinde durduğumuz husus; özenti tüketim ya da ihtiyacı aşan tüketimin ailenin bireylerini çatışmaya götürmesidir. Günümüzde ihtiyaçların sınırsızlığı ve sonsuzluğu, özellikle medyanın ve reklâmların etkisiyle daha da belirginleştirilmektedir. Dayatılan bir yaşam biçimine doğru yönelme var. Yapılan araştırmalar, kredi kartı ve taksitli satışlar gibi cazip yolların, insanları ihtiyaç fazlası ve bütçelerini aşan harcamalara yönelttiğini göstermektedir. Bazıları kendileri dışında yönlendirilerek tüketim yarışına girerken ne yazık ki, bazıları da sadece stres atmak için tüketiyor.
"Canım sıkıldı, haydi kendimi biraz mutlu edeyim" diye yapılan alışverişler daha büyük streslere yol açıyor ekseriyetle. Tüketerek stres atmak bir aldanış değil mi?
Rahime Beder Şen:
Alışveriş, stresle baş etmek, rahatlamak için bir yol olarak görülüyor. Bu, geçici ve aldatıcı bir rahatlama olabilir. Tüketimin kendisi insanları streslendiriyor. Ve insanlar yeni doğacak stresleri ilk anda göremeyebiliyorlar. Bu nedenle aile içi çatışmalar yaşanıyor. Sokağa çıktığınızda alışveriş nedeniyle tartışan, birbirine karşı sesini yükselten eşleri, anne-baba ve çocuklarını görmek mümkün artık.
Kredi kartları veya taksitli satışla henüz kazanmadığı parayı harcayanlar, borçlarla yüz yüze geldiklerinde önce bir şaşkınlık hâli yaşıyorlar. Asıl stres böyle yaşanıyor. Ödenemeyen ve gün geçtikçe katlanan borçlar bazen cana kıymaya kadar götürebiliyor. Çocukların ve gençlerin, reklâmlardan, çevreden aldıkları tüketme merakı, anne-babayı, çocuklarını sağlıklı yetiştirmede zorlamaktadır. Bu durum, aile içi ilişkileri de etkilemektedir. Biz çocuklarımıza yeni şeylere sahip olmanın cazibesine kapılmamayı ve sahip oldukları ile yetinmeyi öğretmeliyiz, diye düşünüyorum. Yanlış ve aşırı tüketim nedeniyle aile, önemli bir konu olan eğitimi, çocuklarının yetişmesini erteleyebiliyor. Çocuklara değerler bilincinin kazandırılması, akrabalık, komşuluk ilişkileri ve pek çok sosyal ilişki ertelenirken, ekonomik zorluklarla baş etmeye çalışılıyor. Bunların kaynağında kanaatimce tüketim kültürü önemli bir yer tutmaktadır.
Dursun bey, sizin tüketim kültürü üzerine basına da yansıyan araştırmalarınız var. Bu konuyu ele alan makalenizde de aşırı tüketimin aile birliğini bozucu hatta boşanmalara kadar giden sonuçlarından bahsediyorsunuz. Ülkemizde tüketim, aile birliğinin bozulmasına yol açacak kadar ileri boyutta mı?
Türk ailesinin sevinilecek, güzel, pek çok tarafı var. Biz buna ’Türk kültürünün sosyal sermayesi’ diyoruz. inşallah bu sermayeyi doğru kullanırız. Çünkü bütün bu kuvvetli yapıya rağmen Türk aile hayatının sosyolojik bağlantıları Batıdaki çözülme aşamalarını çağrıştırır işaretler vermektedir. Bunlara karşı ulusal duyarlılık ve politikalar geliştirilmesi, aile, de- mografya ve sosyomorfolojik yapının geleceği açısından önemlidir.
Tüketme olgusunun, tüketme isteğinin, bazıları için de tüketme tutkusunun ailede ortaya çıkması ilk olarak, üyelerden birini fazla tüketerek aile içi hak ihlâline götürür. Bu hak ihlâli aile bireyleri arasında dengeyi bozar. İkincisi; paranın aile bireyleri arasında kararlaştırılmış dengeli paylaşımını etkiler. Üçün- cüsü; aile bireylerinin birinin aşırı tüketimi ve diğerini tüketime zorlaması, ailenin muhabbetini ortadan kaldıracaktır ki, muhabbetin ortadan kalkması, beraberinde ailede yaşanan bazı güzellikleri de yok eder. Dışarıdan birisi değil, aileden birinin diğerini/diğerlerini haksızlığa uğratması, kemikleşmiş karşı duruşları ortaya çıkarır. Bu durum başka aile içi veya aile dışı negatif unsurlarla buluşarak ailede muhabbet kaybına ve ilerleyen süreçte boşanmalara neden olabilir.
Diğer taraftan, tüketmek bir tutku olmaya başladığında, ailenin gelir kaynaklarını artırmak yönünde bu kez haksız kazanç eğilimleri belirir. Haksız kazanç eğilimi, ilk etkisini insanın psikolojisi üzerinde yapar.
İnsanı ruhsal çöküntüye ve yabancılaşmaya götürür. Yine bu etki, gündelik edepten başlar, sonra yasaların, bütün sosyal kontrol sistemlerinin tahribine neden olur ve kişiyi dinî açıdan günaha, toplumsal ve hukukî açıdan ifade edersek suça götürür.
Bu durumu aynı zamanda ahlâkî deformasyon olarak adlandırabiliriz.
Rahime Hanım, ebeveyn olarak çocuklarımızın tüketim isteklerine karşı nasıl bir tutum göstermeliyiz?
Bilinçli ve sorumlu bireyler yetiştirmek istiyorsak, bunun yolu öncelikli olarak aileden geçer. Çocuklarımıza ilköğretim 1. ve 2. sınıftan itibaren günlük veya haftalık harçlık vererek onları harçlıklarını yönetmeye ve doğru tüketime alıştırabiliriz. Harçlığını zamanından önce bitirmişse tekrar vermemeli ki, çocuk bilinçli tüketmeyi öğrenebilsin. Örneğin, gençler için kredi kartları var. Kendi bütçesini yapmadan, kazanmadığını harcayan gencin, çok da sağlıklı harcama yapmasını bekleyemezsiniz. Nitekim ek kart ve benzeri yollarla harcama yapan gençlerin tüketim bedellerini ödeme güçlüğü çeken pek çok aile ile karşı karşıyayız.
Anne ve baba bilinçli tüketici iseler, çocuklarının ısrarlı tüketim istekleri ile baş edebilirler. Çocuklarımıza, istemediğimiz şeyler için hayır demeyi bilmeliyiz. Bu hayır, kararlı bir hayır olmalı. Ancak direkt olarak hayır demek, çocuğumuzun kendisini reddedilmiş hissetmesine neden olabilir. Açıklama yapmamız gerekir. Ailesi ile haberleşmesi gerekiyorsa, telefon kartlarını kullanabileceği ve bu yaşta telefon kullanmasının sağlığı için hiç de iyi olmayacağı ona anlatılmalı. Örneğin, ilköğretim çağında takdir alan bir çocuk için cep telefonu ödül olarak verilmemeli.
Büyükanne-büyükbaba tutumları da çok önemli bir etken değil mi?
Elbette. ’Biz hayat gailesiyle çocukluğumuzu yaşayamadık, bari onlar yaşasınlar. Biz görmedik, bari onlar görsünler’ gibi özlem odaklı bir dürtüyle torunlarını şımartabiliyorlar. Anne-babanın hayır dediği istekleri, hediye yoluyla karşılayabiliyorlar. Hediyelerin sınırlı tutulmaması, çocukların tüketim alışkanlıklarını olumsuz etkileyen bir tutum. Ancak bu durumda ilk ebeveynlerin, büyükanne-büyükbaba ile onları incitmeden, kırmadan konuşmaları gerekir.
Semra Hanım, şimdi de konuya başka bir perspektiften yaklaşalım ve devlet malına yönelik tüketimi değerlendirelim.
Efendim, ailede verilen eğitim, vatandaşlık eğitimine de dönük olmalı. Yani başkasının hakkını yemenin İslâmî karşılığı mutlaka söylenmeli. ’Devlet malı ateş gibidir, ona uzanan eli yakar’ gibi ifadelerin arka plânında yer alan değerler, helâl kazanç, bereket, kanaatkârlık gibi temalar mutlaka işlenmeli. Devletin bir kağıdını boşa harcamak, bir lambasını boşa yakmak, iş yerinde bir musluğu boşa akıtmak, tüketim tutkusunun veya alışkanlığının bir devamıdır. Duvarlara, ’boşa yanıyorsa söndürün’ gibi afişler asmak veya ’bilinçli tüketim’ üzerine seminerler vermek bir yoldur ama, biz işe önce çocuklarımızı bilinçli tüketiciler olarak yetiştirmekle başlamalıyız. Çünkü geleceği onlar inşa edecekler. Zaten anne baba iyi örnek olursa, çocuklar da iyi birer insan olarak yetişirler. Ve bu nesil, devlet malına el uzatmayacak, el uzatanlara göz yummayacak bir duyarlılık kazanacaktır.
Dursun Bey, tüketim bir uç davranış hâline geldiyse ne yapılabilir?
Tüketim, toplum hayatında kısa sürede uç noktaya gelmez. Dolayısıyla bunun ortaya çıkardığı sorunlardan da hemen kurtulmak mümkün değildir. Benim üzerinde durmak istediğim asıl husus, "değerler"dir. Özellikle devletin malını tüketmekte, ciddi bir ’değer kaybından, ’vicdan körelmesi’ ve bir ’yabancılaşmadan söz edilebilir. Bu bakımdan, değerlerin toplum hayatında beslenmesi gerekir. Çünkü değer ihlâli, bize topyekûn sıkıntı vermektedir.
Çok yüksek bir değer var: Sevgi. Fakat bu kavram bazen harc-ı âlem kullanılmaktadır. Önemli olan bu değerleri doğru vermek. Çocuklarımıza verdiğimiz hediyeler, sevgimizin bir göstergesi olarak piyasa yapıyorsa, bundan çocuk sevgisi değil, tüketim ekonomisi kazançlı çıkacaktır. Çocuk sevgisi diye yaptığımız bu davranış, aslında bir yanılsamadır ve sevgiyi maddeye eşitleyen yeni bir kuşak yetiştirmek gibi bir ’sosyal sermayesizlikle bize geri döner. Biz bu tutumlarımızla farkında olmadan değerlerimizi yıpratıyoruz.
Rahime Beder Şen:
Eğer aileler çocuklarına gerçek sevgiyi verebilirlerse ve onları iyi yetiştirirlerse, bu çocuklar ileriki dönemlerde hem kendi mallarını kullanmada ölçülü davranacaklar, hem de devletin malını kullanırken yürekleri titreyecektir.
Davetimize icabet edip bu söyleşiyi gerçekleştirme imkânı verdiğiniz için, her birinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum. İnsanın kendisini, tüketimi temelinde bir kurgulamaya almasını, tüketim dayatmaları karşısında bilinç uyanıklığı oluşmasını, tüketmenin üretmeyi unutturmamasını diliyorum.