Makale

Gençliğin Yetişmesinde Aile, Okul ve Çevre'nin Etkisi

Gençliğin Yetişmesinde
Aile okul ve çevrenin etkisi

Doç. Dr. Fikret Karaman
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı

Diğer bütün canlılarda olduğu gibi insanların da belli bir yaşama süresi vardır. Hayat veya ömür olarak isimlendirilen bu süre çeşitli devrelere ayrılmaktadır. Buna göre; doğumdan ergenlik çağına kadar geçirilen süreye çocukluk, ergenlikten olgunluk dönemine kadar olan süreye de gençlik dönemi denir. İnsan hayatı elverdiği takdirde daha sonra bu süreyi olgunluk, yaşlılık ve düşkünlük gibi devreler izlemektedir. Böylece Allah’ın verdiği ömür, insanın yaşayacağı süre kadar önceden belirlenmiştir. Şüphesiz ki insan hayatının en önemli dönemi, çocukluk ve gençlik dönemleridir. Bu nedenle biz bu yazımızda çocuk ve gençlerin yetişmesinde aile, okul ve çevrenin rolü üzerinde durmak istiyoruz.
Birlikte yaşama arzusu, bütün canlılarda ortak bir paydadır. Bu ihtiyaç insanlarda çok daha belirgin olarak ortaya çıkar. Herkes normal olarak din, dil, ırk, akraba, komşu, arkadaş, memleket ve meslek gibi nedenlerle birbirini tanır ve sever. Bunlar arasından, toplumun temelini teşkil eden ailenin fertleri arasındaki yakınlık ve sevgi daima ön plandadır. Çünkü kişinin bir aileye mensup olması onun için önemli bir ayrıcalıktır. insanın ilk ve evrensel kurumu ailedir. Bu nedenle akrabalık ilişkisiyle birbirlerine bağlanan fertlerin oluşturduğu topluluğa aile denmiştir. Yahudilikte, Hristiyanlıkta ve diğer geçmiş milletlerin çoğunda aile, toplumun kutsal ve dini bir kurumu olarak kabul edilmiştir. Bu yüzden Yahudilikte bekar kalmak büyük günah sayılmıştır. Hristiyanlıkta da aileyi meydana getiren evlilik o kadar kutsal sayılmıştır ki, evlenen eşlerin, bir beden hâline geldiği kabul edilerek artık ayrılmalarının mümkün olmadığı inancına varılmıştır. İslâm’da ise aileye büyük önem verilmiş, ailenin temeli olan nikâh ve evlilik çeşitli ayet ve hadislerle teşvik edilmiştir. Böylece bazı İslâm bilginleri evliliğin kişilerin durumlarına göre; dini yönden farz, sünnet veya mekruh olduğunu söylemişlerdir. Diğer yandan bazı Kur’an ayetlerinde ve hadislerde, aileyi teşkil eden fertlerin birbirlerine karşı olan görev ve sorumlulukları hatırlatılmaktadır. Rum suresinin 21. ayetinde ailenin bir sevgi ve merhamet merkezi olduğu şöyle ifade edilmektedir: "Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır." Görüldüğü gibi burada ailenin asıl sorumluları olan eşlere sevgi ve acıma duygusu verilmiştir. Onları birbirlerine, çocuklarına, akrabalarına, komşularına ve diğer insanlara karşı duyarlı hâle getiren asıl güç de bu sevgiye dayanmaktadır. Hz. Peygamber (s.a.s.) de bir hadislerinde evlenip aile kurmayı şöyle teşvik etmişlerdir: "Nikâh benim sünnetimdendir. Kim benim sünnetimi uygulamazsa benden değildir. Evleniniz, ben diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla iftihar ederim." (Ibn Mace, Nikâh, 1) Bu nedenle ferdin, toplumun hatta bütün insanlığın barış, huzur, sükunet ve güvenliği için sağlam bir aile temeline ihtiyaç vardır.
Nitekim "İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi" nin 16. maddesinde de belirtildiği gibi evlilik çağına gelen her erkek ve kadın, evlenme ve aile kurma hakkına haizdir. Aynı maddenin bir alt fıkrasında ise şu hüküm yer almaktadır: "Aile, cemiyetin tabii ve temel unsurudur, cemiyet ve devlet tarafından korunmak hakkını haizdir." Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda da; "Aile Türk toplumunun temelidir" denilmektedir. Buna göre devlet aile bütünlüğünü fertlerin ruh ve beden sağlığını korumakla görevlidir. Böylece aile; bütün toplumlarca korunması gereken bir müessese olarak kabul edilmiştir. Bu itibarla aile düzeni toplumun aynasıdır. Her insanın doğumla ölüm arasında değişmeyen tek kimliği ve adresi ailesidir. Burada aile üyeleri iyi ve kötü günlerde birbirleriyle yardımlaşma ve dayanışma içinde olmuşlardır. Aslında her aile bir okul konumundadır. Anne ve baba birer öğretmen; çocuklar ve gençler ise, bu okulun müdavim ve yatılı öğrencileridir. Çocuğun ailede öğrendiği bilgi taş üzerine nakşedilen yazı gibi iz bırakır ve unutulmaz. Çünkü küçüklükte öğrenilen ve alışılan şeyler bir çeşit meleke kazandırmakta olup çocuk üzerindeki etkisi hayat boyu devam edecektir. Onlar, dışardaki ortaokul, lise ve üniversiteye gitseler bile merkezi okul konumunda olan ailelerini unutmaları mümkün değildir. Zira, eğitim kurumlarının tamamını bitirseler bile en son dönüp gelecekleri yer yine aileleridir. Gecelerin, tatillerin, kısaca iş ve çalışma saatlerinin dışındaki sabit adres yine ailelerdir. Çünkü herkes tabii olarak doğduğu eve, mahalleye, köye, ilçeye, şehre ve ülkeye karşı sevgi, hasret ve hatıralarla yatıp kalkmaktadır. İçinde bulunduğumuz 21. asır, söz konusu değerlerin daha çok korunması gereken bir asırdır, ilk başta başarılı ve yararlı gibi görünen bu gelişme, aslında ailenin işini daha da zorlaştırmaktadır. Çünkü ailenin en büyük sermayesi ve mirası çocuklar ve gençlerdir. Bilindiği gibi onların eğitimi, yetiştirilmesi ve topluma kazandırılmasıyla ilgili asıl mekan aile, okul ve çevredir. Bu nedenle aile, okul ve çevre üçgeninde çocukların ve gençlerin arayışlarına uygun bir ortamın olması şarttır. Ailenin öğrettiklerini okul, okulun öğrettiklerini ise çevre dışlamamalıdır. Tersine bu üç kurum arasında âhenk ve uyum olmalıdır. Ne var ki çağımızda gelişmekte olan ülkeler başta olmak üzere bütün toplumlarda bu üç önemli kurum arasında yoğun çelişkiler yaşanmaktadır. Çocuk belli bir yaştan itibaren okula gitmek durumundadır. Bu arada okul dönemiyle birlikte çevre ile de tanışmaktadır. Çocuk yavaş yavaş okul ve çevrede elde ettiği birikimlerle aileden öğrendiklerini test etmeye başlamaktadır. Artık ailede konuşulan ve dinlenen her şey kabul edilmeyip tartışmaya açıktır. Okulda gördüğü öğretmen ve arkadaşlarının da o konudaki düşünceleri önemlidir. Ayrıca yazılı ve görsel basın organlarında, sokakta, oyun yerinde, parkta, otobüste, çarşı ve pazarda duyduğu ya da gördüğü şeyler de zihnini kurcalamaktadır.
Bu olumsuz gelişmelerden dolayı günümüz ailelerinin de yükü ve sorumluluğu gittikçe artmıştır. Çocuklara ve gençlere yeterince zaman ayrılamamakta, ayrılan zamanlar da gereği gibi değerlendirilememektedir. Böylece din, dil, tarih, kültür, örf, âdet başta olmak üzere birçok konuda kuşaklar arası ayrılıklar ve çatışmalar yaşanmaktadır. Yanlış arkadaş ve dost edinme çoğu zaman pahalıya mal olmaktadır. Çünkü gençler, bilmeden ve tanımadan seçtiği arkadaşlarla yeni alışkanlıklar, ideolojiler ve farklı davranışların içine girmektedirler. Bilerek seçilmeyen arkadaş grubu ve çevre; sisli bir havada yol almaya benzer.
Ne yazık ki o tür insanların nereye, nasıl ve niçin gittikleri belli değildir. Çoğu kez bu acı tecrübeler gençlerimize pahalıya mal olmuştur.
Bilgi ve görgüden yoksun olumsuz çevrelerin oluşmasıyla eğitim kurumlan da ciddi anlamda etkilenmişlerdir. Ticaret ve menfaat hırsıyla uyuşturucu maddelerini arasında. pazarlamak isteyen insanlar artık eğlence, izbe ve kuytu yerleri değil, eğitim kurumlarının çevresini tercih etmektedirler. Sağlık Bakanlığı’nca yapılan bir araştırmanın anket sonuçlarına göre, esrar, kokain, ecstasy, etkili ve tehlikeli bir uyuşturucu maddesi olan LSD’nin 16-25 yaş grubu arasında yaygın olarak kullanıldığı ortaya çıkmıştır. Alkol ve sigarayı kullanma yaşı ise, ilköğretim öğrencilerinin seviyesine kadar inmiştir. Aynı anketin sonuçlarına göre, lise çağında olan 16 yaş grubundaki öğrencilerin yarısına yakını alkol ve sigara kullanıyor. Erkek öğrencilerin % 6 sı, kızların ise % 2 si esrar, bütün öğrencilerin % 4’ü de uçucu madde kullanmaktadır. Ankara Ticaret ve Sanayi Odası tarafından yapılan kapsamlı araştırma da bu rakamları desteklemekte olup, ilave olarak toplumda giderek artan intihar olaylarına dikkat çekilmektedir. Bu olumsuz gelişmelerin tabiî sonucu olarak basınımızda, sık sık beyaz zehir olarak ifade edilen uyuşturucu komasından ölen gençlerin acıklı tablolarını birlikte okuyor ve görüyoruz. Bu tür dramatik örnekleri ve olayları çoğaltmak mümkündür. Gerçekten benzer olaylar metropol şehirlerden nüfusu daha az olan diğer şehirlere doğru yayılmaya devam etmektedir. Amacımız karamsar tablolar çizerek insanları suçlamak veya üzmek değildir. Tam tersine gerçekleri ortaya koyarak, problemin çözümüne ve hafifletilme- sine birlikte katkıda bulunmaktır.
Buna göre, millet olarak hayatta kalmanın ve geleceğe büyük hizmet ve eser bırakmanın tek çaresi, çocuklara ve gençlere sahip çıkmaktır. Onları dinî, millî, manevî, sosyal, kültürel ve ekonomik bilgi ve değerlerle donanımlı olarak yetiştirmektir. Bu hususta şüphesiz ki önce aile akla gelmektedir. Ancak onları geleceğe hazırlamakla görevli ve sorumlu olan okul ve üniversitelerimizin çok daha önemli olduğunu burada hatırlatmamız gerekir. Aile ve okuldan sonra çocukları ve gençleri etkileyen üçüncü önemli ortam ise çevredir. Günümüzde çevre faktörünü oluşturan olayların başında; yazılı ve görüntülü yayınlar, eğlence ve dinlenme yerleri, çarşı, pazar ve diğer mekânlar gelmektedir. Bu faktörler de, her şeyden önce insana, insani değerlerle yaklaşmalıdırlar. Onlara bir ticaret ve menfaat avı gözüyle bakmamalıdırlar. Kanaatimce çocuklarımıza karşı olan sorumluluğumuzu sadece aile, okul ve çevre ile sınırlı tutmak da yanlış olur. O halde bütün millet olarak çocuklarımızı ve gençlerimizin maneviyatını yükseltmek suretiyle onları hayata bağlamanın çarelerini üretmeliyiz. Onların hayatını daha anlamlı hale getirecek değerleri, yaş ve eğitimleriyle orantılı olarak vermek için gerekli önlemleri almalıyız. Unutmayalım ki hepimiz aynı geminin içindeyiz.