Makale

Doç. Dr. Aliye Mavili Aktaş "Evlilik, bir güçlülük, üstünlük ve rekabet alanı hâline getirilmemeli"

Söyleşi

Ayfer Balaban - Mustafa Bektaşoğlu

Doç. Dr. Aliye Mavili Aktaş
"Evlilik, bir güçlülük, üstünlük ve rekabet alanı hâline getirilmemeli"

Aliye Mavili Aktaş, Aile Hizmet Araştırma Merkezi’nde aileye yönelik ne gibi hizmetler yürütüyor?
Aile Hizmet Uygulama Araştırma Merkezi, Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğü’ne bağlı olarak, 1998 yılından itibaren hizmet üreten bir merkez. Üniversitemizin, bilim dalları içinde, öğretim üyeleri ve bu merkezlerde çalışan öğretim kadrosundan oluşan profesyonellerle hizmet yürüttüğü bu tür, çok sayıda merkez var. Aile Hizmet Uygulama Araştırma Merkezi, benim 1999’da yönetim kurulu üyesi olarak bu hizmetlere başladığım bir merkez. Biz yaklaşık üç yıl süren bir çalışmayla Başkentimizin Keçiören bölgesinde örnek iki okulda "öğrenci ve aile yaşam kalitesi" çalışması yaptık. Öğrenci, öğretmen ve ailelere bir dizi eğitim programı ve kendini geliştirme programları yürüttük.
Eğitim programlarında, ailede çocuk, anne-baba tutumlarıyla belirli dönemlerde yaşanabilecek sorunlar üzerinde durduk. Daha küçük grup uygulamalarıyla bazı problemleri olan ve eğitimde sıkıntı yaşayan çocuklara yönelik problem çözme guruplarıyla okul-öğretmen-öğrenci uyumunu daha verimli hâle getirmek üzere çalışmalarımız oldu. Aile Danışma Merkezlerinden yönlendirilen veya bir vesileyle bize başvuran ailelerle ilgili çalışmalarımız devam ediyor. Hacettepe Üniversitesi’ne bağlı bu merkezlerde yapılan çalışmalarda, eğitimden ev ekonomisine, psikiyatriden psikolojiye kadar birçok alanda profesyonellerin desteğini alıyoruz.
Bu alanda çalışan biri olarak sizinle, toplumun temelini oluşturan ailedeki çözülmeleri, boşanan çiftlerin sayısındaki artışın nedenlerini konuşacağız. Ailede, eşlerin birbirine karşı duruşlarını ortaya çıkaran, muhabbet kaybına sebep olan, ana sebepler nedir?
Hemen aklıma boşanmalar artarken evlilikler azaldı mı diye bir soru geliyor. Evlilikler de benzer hızla devam ediyor. Kadın ve erkeğin birlikteliğini, nesil sahibi olma doğrultusundaki isteğini sağlayan aile ve evlilik kurumu, boşanmalara rağmen evrenselliğini ve vazgeçilmezliğini devam ettiriyor.
Boşanmalar, ülkemizde, geçmişte AB’nin gelişmiş ülkeleri kadar çok değildi. Dolayısıyla bu anlamda ürkmediğimiz yıllar yaşadık. Ben öncelikle boşanma şimdi ürkütecek boyutlara ulaştık mı diye düşünüyorum. Hakikaten son dört yılda özellikle metropol illerde boşanmalar çok arttı. Devletin yetkili makamlarının bu noktada kaygı ve hassasiyetlerinin sonucu, aile kurumunun çökmemesi ve bu kurumda özellikle mağduriyet yaşayan kadın ve çocuklara profesyonel anlamda yardım edilmesi anlayışı ile Aile Mahkemeleri oluşturuldu.
Boşanmalarda hissedilebilir ve gözle görülebilir bir artış var. Biz buna bir büyük dalgalanma dersek daha yerinde olacak. Aile kurumu, küresel arenada yaşananlardan nasibini olumsuz anlamda aldı. Uyuşturucu madde bağımlılığından, aile bağlarındaki çözülmelere kadar çok temel problemleri çok etkenli düşünmek gerekiyor. Çünkü boşanma, çok etkenli, bütün değişkenlerin etkisinin bir arada düşünüleceği bir sorun alanı. Etkenlerden biri veya birincisi; daha çok kazan, daha çok rekabet et ve daha çok tüket. Bu daha daha- lar, manevî değerlerle beslenen ve aileyi devam ettiren sevgi, hoşgörü, sadakat boyutlarında çok ciddi çatırdamalara yol açıyor. Şimdilerde çok daha kolay "bittiyse bitti" denilebiliyor ve bitiriliyor
Boşanma nedeni olarak genellikle şiddetli geçimsizlik karşımıza çıkıyor. İfade edilen bu olsa da ekonomik yoksulluk, iş kaybı, sadakatsizlik, aile içi kadın ve erkek rollerinin değişimine bağlı sorunlar, şiddetli geçimsizliğin söylenmeyenleri. Ekonomik etkenler, iş hayatında yaşanan sorunlar evliliği etkiliyor. Evin erkeği işsiz ise kadın çocuklarını beslemek için aş kavurmak istediğinde çok şiddete yönelik tepkiselleşmeye başlayabiliyorlar. Aynı şekilde çok çeşitli ve her geçen gün daha da artan talepler, kazançla uyum içinde gitmeyince mahkeme kapılarına dayanılıyor.
Aile içinde kadın erkek rollerinin keskin olmayan değişimine gelince; bu rol değişiminde kadın da erkek de çalıştığı için eve kim erken gelirse mutfağa o giriyor. Bu, toplumsal yaşamda aile kültürüne sindirilemedi. Yaşamın farklı alanında var olmaya çalışan kadına henüz kurgu olarak hazırlanmamışlık var. Bu rol dağılımı özellikle şehirlerde boşanma oranlarını artırmaktadır.
Tarafların birbirlerine karşı maddî-manevî hak ve sorumlulukları vardır. Bu sorumluluklar yerine getirilmediğinde, hakların hesabı yapılırken sorumluluklar atlanmaya başladığında huzursuzluklar da başlar. Kadın ve erkek aynı evde birlikte İnsanî değerler üretmeyi başarmayı istemeliler.
İletişim becerileri geliştirmek gerekiyor değil mi?
Elbette. Duyguları kontrol edebilmek, yönetmek ve doğru ifade etmek bazen büyük bir şirketi idare etmekten daha çok itina ve gayret ister. Meselâ, taraflar üniversite yıllarında tanışıp evlenmişler. Yedi yıldır birbirlerini tanıyorlar ama evlendikten yedi ay sonra sağlıklı iletişim kuramadıkları için evliliklerini bitirebiliyorlar.
İletişim çatışmaları, aile içi ilişkileri zedeleyen çok önemli negatif bir etken. Onun için eşlerin birbirini yargılamadan konuşmalarını çok önemsiyorum. Biri; "sen, evini, çocuklarını ihmal ediyorsun artık" diye söze başlayınca, diğerinin; " sen ne demek istiyorsun?" karşılığı gecikmeden, daha yüksek tonda geldiğinde sağlıklı bir iletişim kurmak tehlikeye giriyor. Burada, "sizi ihmal ettiğimi düşünüyorsun, bu duygunu ifade etmen beni çok mutlu etti, bazı şeyleri istemeyerek ihmâl etmiş olabilirim, siz benim için önemlisiniz..." gibi ifadelerle, kelime seçiminde gösterilecek küçücük bir özenle, bu sert dalga yumuşacık kırılabilir. Anlaşmak, öncelikle doğru iletişimle ilgili.
Boşanma sebeplerini ortaya koyan araştırmalarda evliliğin neye göre yapılmış olduğuna dair veriler dikkat çekiyor. Boşanma ile sonuçlanan evliliklerde, görsel beğeni unsuru ilk sıralarda yer alıyor. Siz de yedi yıldır birbirini tanıyan ama evlendikten yedi ay sonra evliliklerini bitirenlerden bahsettiniz. Evlilik nasıl bir temel üzerine bina edilmeli ki daha sağlam olsun?
Etik ve İnsanî değerleri bir yaşam tarzı hâline getirebilmiş, yaşamın birlikte yürütülecek alanlarıyla ilgili ortak değerleri olan, tarafların görsel beğenilerini de içeren evliliklerin temeli daha sağlam olur. Ancak bu temel üzerine bina edilen evlilikler her zaman çok iyi gitmeyebilir. Son teknolojik donanımlara sahip bir araçla yola çıkmış olsanız da her an yolun kurallarına uymak durumundasınız.
Eğitim ve sosyal çevre bakımından, kültürel açıdan tarafların denkliği gibi hususlar karar aşamasında dikkate alınması gerekir. Kültürümüzden öğrendiğimiz pek çok şeyi o kültüre yabancı olan diğer taraf farklı algılayabilir. Buradan hareketle, şu evlilikler iyi yürür, bu evlilikler yürümez gibi genellemeler yapmak doğru olmaz. Evlilik tabanının çok sağlam olması, öncelikle tarafların kişisel ve psikolojik donanımları ile ilişkilidir. Eşler birlikte yaşarken başka bir alanda büyüme ve gelişme getirirler ama çok temel çatıların bireysel özgeçmişte çok zenginleştirilerek verilmesi gerektiği kanaatindeyim.
Evlilik, bir güçlülük ve üstünlük rekabet alanı hâline getirilmemeli değil mi?
Evliliğin bir güç mücadelesine, rekabete dönüştürülmesi de ilişkileri geriyor. Bu durum, farklı ekonomik düzeydeki kadın ve erkek için çok yaygın bir durum. Taraflar birbiri ile ilgili şöyle düşünüyor: "Hele bir evlenelim, bak, ben onu nasıl değiştiririm." Bu değiştiririm-değişeceğim kurgusu evlilik için çok riskli bir şey. Kimse kendi istemeden ve kendi onaylamadan, kendi bireysel sürecine uygun düşmeden değişemez. Kişiyi, tecrübeleri, hayattan öğrendikleri değiştirir. Sağlıklı değişim ise ancak böyle sağlanır.
Yaratılış farklılıklarımızı, temel bireysel haklar çerçevesinde eşitliğimizi kabul etmeden evliliği bir güç ve rekabet arenasına dönüştürdüğünüz zaman taraflar çok çabuk birbiriyle savaşan çiftler hâline gelebilir. Tabiatımıza uygunluk; "kendi yaratılış kimlimizi severek, onu evlilik yaşantısına en uygun tarzda aktarmaktır. Kadın-erkek aile için sevgiyle emek vermeyi, sevgiyle almayı başardıkları takdirde evlilik güç kazanır. Böylelikle içteki dalgalanmalar daha kolay tolere edilebilir.
Seslerin iyice yükseldiği ve birbirine karıştığı, karı-kocanın birbirini tüketmeye başladığı ve çocukların "yeter" dediği noktaya gelinmişse ne olacak?
Sevgi ve saygının tüketildiği, aile içi şiddetin kadın ve çocukların yaşamını tehdit ettiği, çözümü aile içinde bulamayacağımız evlilikler var. Tekil olarak kadını dinlediğimizde muhteşem bir anne, muhteşem bir kadın. Erkek iyi bir baba, işinde başarılı. Ayrt ayrı iki iyi insan, aynı çatı altında iyi eş olmayı başaramayabiliyorlar.
Bu durumda, öncelikle profesyonel yardım almak gerekebilir. "Bütün yollar tüketildi mi?" sorusuna verilecek cevap çok önemli. Kendime hep, biz profesyoneller neye hizmet veriyoruz sorusunu sorarım. Galiba öyle anlar vardır ki, taraflar "artık bitti, artık bizim evliliğimiz onarılmaz" dediği anda bile profesyonel destekle yapılabilecek şeyler olabilir ve evlilik kurtarılabilir.
Bireysel danışmanlık ve aile danışmanlık hizmetleri çok önemli. Belki bu noktaya gelmeden önce yardım alınsa evliliklerin kurtarılma oranı yükselecektir.
Bazen karşımıza tekil olarak bir alkolik ve/veya kumarbaz bir baba, çok ciddi kişilik problemleri olan bir kadın-anne çıkabiliyor. Bu durumda tekil yardım gerekiyor. Ama iletişimde sevgi ve saygının kaybedildiği temel birliktelik problemlerinde karı-kocanın profesyonellerce en az üç-dört seans görülmeleri gerekebiliyor. Nitekim Aile Mahkemelerinde müktesebat bunu gerektiriyor. Hakim tek başına duygusal alana müdahale etmiyor. Bilirkişi olarak profesyonellerin, tarafları karı-koca olarak görüp, "gerçekten bunlar bir arada yaşayamayacak kadar bu ilişkiyi tüketmişler mi?" ye dair raporunu istiyor. Bu aşamada taraflar boşanma kararını henüz erken verilmiş bir karar olarak görüp, evliliklerini yeniden yapılandırarak devam ettirmeyi tercih edebiliyorlar. Böyle çiftlere tanık oldum.
Boşanma sebepleri arasında aile içi şiddet vakaları dikkat çekmeye başladı. Şiddet görenler nereden ve nasıl yardım alabilir?
Aile içinde şiddet varsa, bireysel danışmanlık hizmetlerinin yanında başka koruyucu tedbirler de almak gerekebiliyor. 1997 yılında çıkarılan Ailenin Korunmasına Dair Kanun aslında daha çok kadını korumaya yönelik uygulansa da, karşımıza çıkan aksaklıklar daha farklı alanlarda aileye yönelik hizmet ve destekleme çalışmaları yapılması gereğini hissettirdi. Meselâ, eve gelir getiren erkekse, kocanın üç ile altı aya kadar evden uzaklaştırılması tek başına çözüm olmayabiliyor. Bu durumda bedeli bir şekilde yine kadın ve varsa çocuklar birlikte ödüyorlar. Bazı başvurularda kadın, sığınma evlerine yönlendiriliyor. Kadın, sığınma evlerinde geçici bir süre barındırılıyorsa da uzun süre hizmet verilemeyebiliyor. Kurumsal örgütlenme henüz tamamlanmış değil. Çok daha profesyonel, çok daha kurumsal ve çok daha kurumlar arası işbirliği ile hâili gereken bir sorun bu. Kadının desteklenmesi gereken hizmet alanlarının ve istihdam imkânlarının hazırlanması lâzım. Bu durumdaki kadının desteklendiği tekil vakalar var ama ortalık çok da günlük güneşlik sayılmaz. Atılacak her adımda toplumsal gerçekler göz ardı edilmemeli. "Sonra ne olacak?" sorusuna verilecek kaçamak cevaplar, taraflar için yeni mağduriyetlerin başlangıcı olabiliyor.
Aslında tek başına kurumsallık da yetmiyor. Sorunun kültürle, eğitimle, toplumsal birikimlerle ve öğrenmişliklerle ilgili boyutu var. Kurumsal olarak yapılacakların yanında tarafların evrensel etik değerler ve hayatın anlamına uygun bir tarzda kendilerini yeniden yapılandırmaları ile birlikte aile güç kazanır. İnsanımızın kendine ve diğerine bakışı çok önemli. Her birimiz sahip olduğumuz özgün donanımların farkında olarak bunları aile yaşantımıza aktarmaya çalışmalıyız. Meselâ, kadınlar sezgileri güçlü varlıklardır. Anneliği sevgiyle, coşkuyla yaparlar. İstatistiklere, verilere göre iyi yöneticidirler. Erkeklerin de fıtrî birçok farklı özellikleri var. Bütün bunları yuvanın renkleri yapabilmekte marifet. Aile mukaddes bir kurum olarak görülüyorsa -ki öyledir- ona emek verilmeli. Malum, medya ayrı ayrı dizi seyreden dizi bağımlısı bireyler üretti. Acaba, akşam eve geldiklerinde karı-koca, bir televizyon dizisine verdikleri önem kadar birbirlerine önem vermeyi becerebiliyorlar mı? Maalesef televizyon esiri bir aile formatı, duygusal alanı toz duman ediyor.
Eşler artık birbiriyle konuşmamaya başladılar.
Konuşmamak bizim iletişimde çok zor bir noktaya geldiğimizin işareti. Örtülü bir süreç yaşanıyor ailelerde. Dışarıda arkadaşlarıyla çok güzel muhabbetler kuran erkek, eve gelince suskun oturuyor. Bazıları da eşini muhabbet etmeye değer bulmuyor. "Benim hanım okuma-yazma bile bilmez. Benim işlerimden de anlamaz, ne konuşayım onunla?" diyor. İşte bu noktada kocanın; ne anlattım da anlamadı? Aynı çatı altında geçirdiğimiz bunca yıl, onun kendisini geliştirmesi için ben ne kadar yardımcı oldum diye düşünmesi gerektiği kanaatindeyim. "O anlamaz!" diyerek kadını konuşma alanının dışında bırakan keskin bir hat çiziyor.
Okumuş-yazmış, eğitim düzeyi yüksek bazı eşler ise, ortak yaşam alanı dediğimiz ailenin özel alanında muhabbeti, sevgi ve paylaşmayı çok ihmâl etmeye başladıkları bir koşuşturma içindeler. Halbuki, biri diğerinden kendisi için vakit ayırmasını bekliyor. Bu beklentiler münasip bir şekilde, açıkça, yalın ve karşısındakini yargılamadan, dillendirilip konuşulmadığında içten içe kızgınlıklar, öfkeler yumağı sarılıyor. Kadın, "falancanın kocası karısına evlilik yıl dönümünde şöyle bir zinet almış, eşim bana bir çiçek bile almadı" diye içten içe kendini yiyip bitiriyor ama bunu kocasına söylemiyor. Erkeğin zihnini okumasını bekleyen kadın, bu gerçekleşmeyince, bu kez başka bir yol deniyor. Kızgınlığını ilgisizlik, sevgisizlik ve paylaşmamak olarak yansıtıyor eşine veya küsüyor.
Sessiz, suskun kadın belirgin bir tema. Bu durumda kadın beklentilerini ifade etmekten çekiniyor olabilir?
Psikolojik öğrenme, sosyalleşme sürecinde kadının ve erkeğin karşı cinsle ilgili edindikleri temel kanılar ve yargılar, annelerinden, babalarından ve çevrelerinden öğrendikleriyle oluşur. Fakat anlatmadan, konuşmadan anlaşılmayı beklemek olur mu? Konuşacak zamanlar yaratılmalı. Kaliteli bir aile hayatı için kendinizi çok yalın, çok sade ve ben diliyle anlatmayı öğreneceksiniz. Suskunluk, içte kocaman kocaman sorunlar büyütüyor ve bu sorunlar muhabbeti tüketiyor.
Sonra buz gibi yalnızlıklar yaşanıyor. Bu yalnızlıkların tüketilmiş bir birlikteliğe dönüşme riski çok büyük.
Konuşamamak yalnızlaşmaya dair sinyallerin alındığı tehlikeli noktalar. Ortak anlar tüketilip taraflar kendi yalnız dünyalarına kronik olarak ve daimi anlamda dönerlerse, aynı çatı altında kalsalar da buna mutlu ve huzurlu bir aile hayatı demek mümkün değil. Binaenaleyh düzgün bir konuşmayı yeniden öğrenmek gerekiyor. Düzgün konuşma; yargılamadan konuşmaktır. Bize gelen karı-kocaya bazen hadi konuşun dediğimizde, kadını salt sözel ifadelerle aşağılayan, duygusal olarak istismar eden o kadar fazla erkek tutumu ile karşılaşıyoruz ki, kadının gönlü yaralanıyor.
Psikolojik anlamda aşağılanmak, fiziksel şiddetten daha az örseleyici değil. Bütün bunlardan kadın duygusal travmalar yaşıyor olmalı?
Tabii ki. işte burada konuşmanın nasıl yapıldığı ve içeriği de önemli. Yargılayıcı konuşmalar iletişim kazalarına sebep oluyor. Karı-koca arasında iletişim kazaları yaşana yaşana onları bir arada tutacak şeyler de tükeniyor.
"Kes sesini" deniyorsa, diğeri konuşmayı beyhude görebilir.
Kes sesini ne demek? Ben seni dinlemiyorum, sana saygı duymuyorum, sana önem vermiyorum demektir. Merhamet ve sevgi temelinde kurulmuş bir ailede bu tavır insaf ölçülerine sığmaz. Acaba bu azarlama ile onun sesini kestiğinizde kendi iç sesiniz ne diyor ? Bu iç sesi dinlemeyi öğrenmeliyiz. Hep dikenlerimizle savaşmayı öğrenmişiz. Güllerimizle barışmalıyız artık.
Karı- koca, gerçek yaşamın içindeki küçücük anlara, şimdi ve buradalara, "kes sesini" lerin yerine "ne güzel yaptın", "iyi ki varsın" gibi birkaç kelimelik iltifatları yerleştirilebilse içteki boşluklar kolayca doldurulabilir.
Yerinde ve zamanında karşımızdakine bizim için önemli olduğunu söylemeyi, sevmeyi ve sevgiyi ifade etmeyi beceremiyor muyuz?
Kimimiz sevgimizi ifade edersek sanki otoritemizi ve gücümüzü kaybedeceğimizi sanıyoruz. Güçlü adam- güçlü kadın öyle şeyler söylemez diye kodlanmışız zaten. Kişiye sevdiğini söylemek, Hz. Peygamber’in işaret buyurduğu bir husus. Verinde ve zamanında söylenen bir iki güzel söz, insanlar arası ilişkilerde yakınlık getiren önemli bir adım. Bu adımı eşine karşı atmaktan imtina etmek ise zamanla ilişkileri örseler. Hâl böyle olunca, biri için için severken, diğeri dışın dışın kavga eder ve yuvada mutluluk üretmekte zorlanırlar.
Efendim, evliliklerin yarısının ilk yedi yıl içinde sona erdiği, buna göre, doğan çocukların yaklaşık 1/3’ünün 18 yaşına gelmeden tek ebeveynli bir evde yaşayacağı gibi öngörüler var. Boşanmanın çocuklara yansıyan boyutu, onları dolayısıyla geleceğimizi nasıl etkiler?
Aileyi bir arada tutan unsur bazen çocuk oluyor. Fakat tarafları ve çocukları duygusal ve psikolojik anlamda tüketen, her çabaya rağmen düzene sokulamamış, yeni bir kurguya dönüştürülememiş evliliklerin bitmesinin çok daha sağlıklı görüldüğü vakalar var. Çocuklar, tarafların kendileri ile ilgili duygusal yüklemelerini taşıyorsa, bu ev, çocuklar için çok sağlıklı bir alan olmaktan çıkar.
Çocuklar bu kadar mutsuz, bu kadar yalnız, bu kadar birbiri ile iletişimi koparmış ve her fırsatta sevgisizliklerini dile getiren bir anne-babayla mutlu olamıyorlar. Birbirini seven-sayan anne ve baba istiyorlar. Tek ebeveynli çocukların bir dönem yaşadıkları pek olumlu şeyler değil aslında. İki ebeveyni var ama duygusal olarak onlar ayrılmışlar. Bu çocuklar inciniyorlar ve kendilerini iyi hissetmiyorlar. Bu da bir problem.
Evliliklerini bitiren tarafların eş olma sorumluluğu bitmiş olsa da çocuklarına karşı analık-babalık sorumlulukları devam eder. Onların nafakalarının temin edilmesi, maddî-manevî ihtiyaçlarını karşılanmasında azamî dikkat gösterilmeli. Ebeveyn-çocuk iletişimde güven çok önemlidir ve çocukların güvenleri çabuk yıkılır. Dolayısıyla onlara verilen sözler yerine getirilmeli. Geçerli bir mazeret olmaksızın tarafların çocuklarını diğer ebeveynden uzaklaştırması, görüşmelerine mâni olması, çocukların iç dünyalarında tahribata yol açabilir.
Boşanan ailelerin çocuklarının daha kırılgan ve incinmeye eğilimli yanları var tabii. Ancak bazen bu çocuklar daha güçlü bireysel kimliklere sahip olabiliyorlar ve hayatın belirli travmalarına karşı daha dayanıklılık gösterebiliyorlar. Belli bir yaşta çocuklar, anne- babaları için bir arada olmanın zorluklarını kavrayabiliyorlar.
Medya bazı yayınlarla aileye ilişkin değerleri aşındırıyor mu?
Medyadaki bazı hit’lerin veya prima kahramanların sunduğu yaşam tarzının etkilediği bir çerçeve var. Bu çerçevede eşlerin medyadan alınan söylemlerle konuştuğu bir sürecin içindeyiz zaten. Çünkü onlar televizyon sayesinde evimizin içindeler. Primetime programlarda halka, toplumun aile kurgusuna yönelik verilenler, içerik olarak temel değerlerimizden çok uzak maalesef. Bu programlar, kadın ve erkeğin beklentilerini, taleplerini çocuk ve gençlerin hayallerini etkileyerek kronik depresyonlara sebep olabiliyor.
Bir taraftan ailenin kutsallığını dile getirirken diğer taraftan ne medya, ne de fert fert biz, onun tabanın çürük ve boş bir hâle getirmeliyiz. Çünkü tabanını boşalttığımız kurumlan yaşatanlayız. Sevgi dolu ailelerde yaşamak için en özen göstereceğimiz, ihtimamla yaklaşacağımız alan burası. Onun için rüzgara birlikte durmalıyız.
Efendim, söyleşimizi konunun mânâsına uygun olduğunu düşündüğüm şu mısralarla tamamlayalım:
"Yıkmak için çok düşün
Yıkmak kolay yapmak zor."