Makale

Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Mehmet Görmez ile Dünyada ve Türkiye'de Misyonerlik faaliyetleri üzerine

Söyleşi

Mehmet Erdoğan

Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Mehmet Görmez ile
Dünyada ve Türkiye’de
Misyonerlik faaliyetleri üzerine

(Misyonerlik faaliyetleri son aylarda değişik bir ivme kazandı. Bildiğimiz klâsik misyonerlik galiba tarihte kaldı. Misyonerlik hareketleri, İslam coğrafyasını birçok yönden rahatsız ediyor. Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Mehmet Görmez, konuyla ilgili sorularımızı cevapladı.)

Misyonerliğin ne olduğunu; amaç, araç ve yöntemlerini doğru bir şekilde tanımlamak gerekiyor. Önce şunu soralım; misyonerlik adı altında gerçekleştirilen faaliyetler, sadece bir dinin tebliği veya insanları bir dine davet etmekten ibaret bir olay mıdır, yani bu tür olaylar din ve vicdan özgürlüğü bağlamında ele alınabilir mi?
Hem iç hukukumuzda, hem de uluslararası hukukta din ve vicdan özgürlüğü esastır. Her insan bir inancı seçmekte, seçtiği inancı yaşamakta, yaşadığı inancı öğrenmede ve öğretmede, hatta başkasına telkin etmede özgürdür. Bunda kimsenin bir ihtilâfı yoktur. Gelgeldim misyonerlik faaliyeti, sadece bir dini tanıtmak, telkin etmek ve başka insanları o dine davet etmekten ibaret bir olay mıdır?
Bu sorunuza doğru cevap verebilmek için misyonerliğin Pavlos’tan itibaren tarihini; amaç, hedef, araç ve yöntemlerini, kendine seçtiği hedef kitleleri ve bu alanlarda geçmişten günümüze yaşanan değişimleri çok iyi bilmek gerekiyor. Bütün bunlar, bizzat kendi kaynakları taranarak incelendiğinde üzülerek belirteyim ki bu hareketin, bir din tebliği veya daveti sayılması, din ve vicdan özgürlüğü bağlamında değerlendirilmesi oldukça zordur.
Tarihi yönüne ilişkin kısaca bir iki şey söylemek gerekirse...
İncillerde Hz. İsa’ya söylettirilen bir söz vardır: "Hepiniz gideceksiniz ve bütün insanları Baba-Oğul-Ruhul Kudüs (teslis) adına vaftiz edeceksiniz." Bu görev, önceleri sadece kilise adamlarınındı. Sonra içtihatla, özellikle Protestanlıkta bütün Hristiyanların görevi hâline getirildi.
Tarihte Afrika’ya yönelik misyonerlik hareketleri, bu hareketin sadece bir din telkini olmaktan çok siyasî, sosyal ve ekonomik amaçlarla bir inanç ve kültür coğrafyası oluşturma teşebbüsü olduğunun en açık göstergesidir. Asya’ya yönelik olanların çok ayrı bir özelliği vardır. Uzak Doğu’ya, başta Güney Kore’ye yönelik faaliyetler bunu daha da teyit etmiştir.
Müslüman toplumlara yönelik misyonerlik faaliyetleri, özellikle Osmanlı Devletinin son dönemlerinde Anadolu topraklarına yönelik faaliyetler ise başlı başına incelenmeye değer bir olaydır.
Kenya’nın ilk başbakanı olan Jomo Kenyatta (1889-1978), misyonerlerin gayesini çarpıcı bir biçimde şöyle özetler: "Hristiyanlık Afrika’ya geldiğinde Afrikalıların toprakları, madenleri; Hristiyanların ise ellerinde sadece İncilleri vardı. Hristiyanlar bize gözlerimizi kapayarak dua ve ibadet etmemiz gerektiğini telkin ettiler. Gözlerimizi açtığımızda onlar bizim topraklarımızı, madenlerimizi, biz de onların İncillerini almıştık. Onların elinde topraklarımızın tapuları, bizim elimizde İncil vardı..." Bu sözler siyasî bir nutuk değil, tarihî bir gerçektir.
Peki Türkiye’ye yönelik misyonerlik faaliyetleri için de aynı endişeleri taşıyor musunuz?
Ben böyle bir şeye asla ihtimal vermem. Bu konuda kişisel olarak son derece yüksek bir özgüvene sahibim. Türkiye üzerinde emelleri olanların böyle bir hedefi olabilir, ama bu ülkenin tarihi, kültürü, hayat tecrübesi, bu topraklarda yaşayan insanların inancına bağlılığı böyle bir şeye imkân tanımaz. Büyük medeniyetler kurmuş milletlerin büyük zaafları olabilir, ama kolay kolay yok oluş zaafına düşmezler. Bütün kopma ve kırılmalar küçük bir kıvılcımla kendine gelişe dönüşür. Milletimizin tarihine ve hayat tecrübesine inancım tamdır. Bu millet, gelip geçici dünyalık hevesler uğruna vatanına, milletine ve manevî değerlerine ihanet etmez. Ayrıca en son, en mükemmel din olan İslâm’ın evrensel prensiplerini diğer dinlerle mukayese ettiğimiz zaman böyle bir şeyin asla mümkün olmadığı anlaşılacaktır.
Misyonerlerin kullandığı yöntem ve argümanların da bu hareketin bir din tebliğinden ibaret olmadığını gösterdiğini söylemiştiniz. Biraz da bunu ele alır mısınız? Hristiyanlığı yaymak için nasıl bir yöntem ve argüman kullanıyorlar?
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları, herkesin kendi inancını anlatma ve tebliğ etmede özgür olduğunu söyler. Ancak kamu güvenliğini tehdit eden ve evrensel ahlâk normlarını dışlayan istismarcı prozelitizmi bundan hariç tutar. Nedir istismarcı prozelitizm: Sosyal imkânlar sağlayarak insanları ayartmaya ve din değiştirmeye zorlamak, insanların zor durumlarından yararlanarak onları başka bir dine girmeye mecbur etmek ve şartlandırarak beyin yıkamak.
Uygulanan yöntem temelde budur. Dağıtılan meta ve eşyalar; doğumevi, düşkünler yurdu ve hastanelerde dağıtılan malzemeler, o malzemeler verilirken yapılan telkinler bu yöntemin bir tezahürüdür. Esasında böyle bir yöntem bütün ilâhî dinlere göre ahlâk dışı bir yaklaşımdır. Bizim kültürümüz bunu kaldırmaz.
Kullandıkları argümanlar da yöntemleri gibi ahlâk dışıdır. Hem kendi dinlerini yüceltmek için hem de İslâm’ı kötülemek için kullandıkları bütün argümanlar, İlmî ve ahlâkî değildir. Meselâ Hristiyanlığı seçtiği söylenen bazı Müslüman gençler adına yazdıkları kitaplar bunun açık bir göstergesidir. Her şeyden önce bir Hristiyanın Müslüman olması kolaydır, ancak bir Müslümanın Hristiyanlaşması kadar zor bir şey yoktur. Zira bir Hristiyan Müslüman olmakla ne Hz. İsa’yı ne Hz. Meryem’i ne de Hristiyanlık geleneğinin temel ahlâkî ilkelerini kaybeder. Bilâkis Hz. Isa’ya yüce bir peygamber olarak nasıl saygı duyulacağını öğrenir ve Hz. Meryem’in kendisini Allah’a adayan yüce bir şahsiyet olarak bütün insanlığa nasıl örnek gösterildiğini görür. Ancak Allah korusun bir Müslüman Hristiyan olduğunda aşkın, yüce ve tek olan Allah inancını; tevhidi kaybetmiş olur. Hz. Muhammed gibi yüce bir peygambere ve Kur’an-ı Kerim gibi yüce bir kitaba olan inancını yitirir. Bu çok zor bir iştir, dolayısıyla hiçbir misyoner, doğrudan bir Müslümana ben seni Hristiyanlaştırmaya geldim, demez. Ne yapar? Kültüre aşılama yoluyla (inkültürasyon) onun inancından ve kültüründen bir şeyler koparmaya çalışır.
Argümanlarından bazı örnekler vermek gerekirse...
En çok kullandıkları argüman, Hristiyanlığın kendi mensuplarını ileri götürdüğü, buna karşın İslam’ın geri bıraktığı iddiasıdır. Tabiî az çok tarih okuyan bunun yanlış olduğunu bilir. Rönesans, reform ve aydınlanma hareketlerinin Hristiyanlığa bir tepki olarak ortaya çıktığını herkes bilir. İleri olduğu iddia edilen batılı düşünce, Hristiyanlık- tan uzaklaştıkça özgürleşmiştir! Aynı şeyleri İslâm için söylemek mümkün değildir.
Yine İslâm dininin savaş dini olduğunu, kılıçla yayıldığını söylüyorlar. Onlara göre sadece Hristiyanlık barış, sevgi ve merhamet dinidir!
Biz, bir Müslüman olarak bütün dinlerin yeryüzünde barışı tesis etmek için gönderildiğine, bütün peygamberlerin Allah’ın rahmet elçisi olduğuna inanırız.
En çok kullandıkları bir diğer argüman, İslâm’ın insan haklarına önem vermediği iddiasıdır. Sadece dinî metinleri; İncil, Tevrat ve Kur’an metnini mukayese edebilen her insan, insan haklarıyla ilgili üretilen bilgilerin, kullanılan argümanların doğru olmadığını rahatlıkla görür.
Bu tür argümanlarla, ilim dışı iddia ve iftiralarla dinleri rekabet ortamına sokmak insanlık için bir felâket olur.
Sözlerinizden, misyonerlerin seçtiği hedef kitleler açısından da son derece kötü emeller peşinde olduğu şeklinde bir kanaat edindim. Bu doğru mu?
Bugün batıda Hristiyan bir ana babadan dünyaya geldikleri, Hristiyan bir tarihe ve kültüre ait oldukları hâlde inancını kaybetmiş milyonlarca insan vardır. Hatta bu oran, neredeyse Hristiyanlığa bağlı kalan nüfusa yakın bir orandır. Herkes şunu sormak durumundadır. Eğer muradınız dininizi tebliğ etmek ise ve eğer gayeniz Hz. İsa’ya imanı sağlamak ise neden önceliği bu insanlara vermiyorsunuz da, dünyanın en uzak ülkelerinde Müslüman gençlere yöneliyorsunuz?
İkincisi yine batıda uyuşturucu bağımlılığı, satanizm vs. gibi pek çok sapkınlıklar türemiştir. Bunları neden tedavi etmiyorsunuz? Esasında misyonerlerden bizar olan sadece başka din mensupları değildir, bizzat Ortodoks Hristiyan- lar bu hareketten en çok şikâyetçi olanlardır.
Burada şunu sormak istiyorum; misyonerlik faaliyetleri hangi şartlarda kendine zemin buluyor? Bu konuda Diyanet İşleri Başkanlığı olarak bir araştırmanız var mı?
Başkanlığımızda oluşan bilgi bankasındaki bütün bilgi ve araştırmalar, analize tâbi tutulduğunda misyonerlik faaliyetlerine zemin teşkil eden şartları, bireysel ve toplumsal zaafları şu şekilde sıralamak mümkündür:
1. Halkımızın hem mensubu olduğu İslâm dini hem de diğer dinler hakkında yeterli bilgisinin olmaması veya yanlış bilgilere sahip bulunması,
2. Ülkemizde giderek manevî, ahlâkî ve kültürel değerlerin zayıflaması,
3. Çeşitli sebeplerle dinin örselenmesi, dinî değerler ve sembollerin tartışma konusu edilmesi, zaman zaman gericilik ve yobazlıkla özdeşleştirilmesi,
4. Uluslararası arenada, özellikle ABD’deki 11 Eylül olaylarından sonra İslâm’ın şiddet ve terörle bağdaştırılması,
5. Buna karşılık Hristiyanlığın sevgi ve barış temalarıyla sunulması, film ve popüler kitaplarla bu propagandanın yaygınlaşması,
6. Ayrıca satanistler, uzay varlıklarına tapanlar, sahte mesihler, sahte peygamberler ile ruhçuluk, büyücülük, falcılık, medyumluk gibi faaliyetlerin yaygınlık kazanması gibi olaylar sebebiyle misyonerler kendine faaliyet alanı bulabilmektedir.
Diyanet İşleri Başkanlığının, 80 bin personeliyle doğrudan misyonerlik faaliyetlerini ele almasından önce, bu olumsuz şartları ortadan kaldırmak ve bilgiye dayalı, ahlâk eksenli yüksek bir din hizmeti sunmak için ciddî bir seferberlik başlatması gerekmektedir. Bütün çalışmalarımız bu yöndedir.
Misyonerlik hareketleriyle mücadelede nasıl bir yöntem izlemek gerekir?
Kur’an-ı Kerim, Ehl-i Kitapla mücadele yöntemimizi "Onlarla en güzel bir şekilde mücadele et." ayetiyle ortaya koymuştur. Biz bu konuda "en güzel"i beş ilkeyle temellendiriyoruz:
1. Tarihî hoşgörü ve birlikte yaşama tecrübemize gölge düşürmemek. Anadolu topraklarında insanlığa birlikte yaşama kültürünün, barışın, hoşgörü medeniyetinin seçkin örneğini göstermiş bir milletin çocuklarıyız. Bakınız bir misal vereyim. Sultan II. Mahmut, 5 Mayıs 1837’de Şumnu’da halka hitaben yaptığı konuşmada şöyle demiştir: "Siz Rumlar, siz Erme- niler ve siz Yahudiler hepiniz Müslümaniar gibi Allah’ın kulu ve benim tebamsınız. Dinleriniz başka başkadır. Fakat hepiniz devlet kanunlarının ve irade-i şahanemin himayesindesiniz." Şu söz de yine II. Mahmut’a atfedilir: "Ben teba- mın Müslümanını camide, Hristiyanını kilisede, Musevîsini havrada fark ederim. Aralarında fark yoktur. Cümlesi hakkında muhabbet ve adaletim kavidir ve hepsi hakiki evlâdımdır."
2. Din ve vicdan özgürlüğünü engelleyici nitelikte herhangi bir olaya sebebiyet vermemek. Zira en başta da ifade ettiğim gibi herkes bir inancı seçmede, yaşamada, öğrenmede ve tebliğ etmede özgürdür.
3. Dinleri bir rekabet ortamına sokmamak. Çünkü dinler propaganda malzemesi yapılamaz.
4. Hristiyanlık dinini hedef almamak ve Hris- tiyan vatandaşlarımızı herhangi bir şekilde rencide etmemek. Aksi taktirde kendimizle ve yukarıdaki ilkelerle çelişmiş oluruz.
5. Misyonerlik faaliyetlerini abartmadan, dolayısıyla reklâmını yapmadan onlarla mücadele etmek. Özellikle son günlerde olayın medyada yer alış biçiminin pek de hikmetli olmadığını ifade etmek isterim!
Misyonerlik hareketlerine karşı Diyanet İşleri Başkanlığı olarak neler yapmaktasınız?
Diyanet işleri Başkanlığı olarak asıl yapmamız gereken şeyin bu tür faaliyetlere zemin teşkil eden şartlara yönelik olduğunu ifade ettim. Elbette bu hareketin mahiyeti, amaçları yöntemleri, iddiaları hakkında hem görevlilerimizi hem de halkımızı bilgilendirmek durumundayız.
Misyonerlik hareketlerine karşı bizim çalışmalarımızı üç kategoride ele alabiliriz. Birincisi bilgilendirme faaliyetleridir. Misyonerlik faaliyetleri hakkında toplumu aydınlatmak amacıyla çeşitli il ve ilçelerde Müftülükler tarafından tertiplenen periyodik konferans, panel ve sempozyumlar devam etmektedir.
Bu bağlamda Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi ilahiyat Fakültesi ile işbirliği yapılarak 15-17 Nisan 2005 tarihinde Çanakkale’de "Türk Dünyasında Misyonerlik" konulu bir sempozyum gerçekleştirilecektir. Sempozyuma konunun uzmanı akademisyenler ile Başkanlığın yetkilileri katılacak ve misyonerlikle ilgili alan araştırmaları değerlendirilerek bilimsel çerçevede konunun boyutları ortaya konulacaktır.
İkincisi yayın faaliyetidir. Bu konuda;
1 .Misyonerlik faaliyetlerinin çeşitli yönleriyle ilgili broşür, kitap, CD türünde yayınlar hazırlanmadadır.
2. Konu hakkında din görevlilerini bilgilendirmek amacıyla Prof. Dr. Şinasi Gündüz’e "Misyonerlik" adlı bir kitapçık yazdırılmış olup baskıya hazırlanmaktadır.
3. "Dünya Dinleri" adlı bir proje telif aşamasındadır. Bu projenin amacı, Avrupa Birliği sürecindeki Türkiye’de Diyanet işleri Başkanlığının, yurt içinde ve yurt dışında yaşayan vatandaşlarımıza dinî konularda rehberlik edebilmek için dünya dinlerini, o dinlerin kendi kaynaklarından hareketle tanıtmaktır. İncelenen dinler; inanç felsefesi, ibadet şekilleri ve ritüelleriyle İslâm’la kıyaslanmadan olduğu gibi ele alınacaktır. Bu proje, Diyanet işleri Başkanlığının diğer dinlere karşı demokratik duruşunu ortaya koyacağı gibi dinler hakkında vatandaşlarımızı da bilgilendirecektir.
4. Batılı bilim ve devlet adamlarından İslâm dinini tercih edenlerin hayat hikâyelerini anlatan "Neden Müslüman Oldum" türünde bir seri hazırlanmaktadır.
5. Ücretsiz dağıtılmak üzere misyonerlik faaliyetlerinin hedef ve amacını anlatan küçük kitapçıklar hazırlanmaktadır.
6. Misyonerlerin gerek kendi dinlerini yüceltmek, gerekse İslâm dinini kötülemek için kullandığı argümanlara yönelik kitaplar hazırlanmaktadır.
7. Konuyla ilgili TV ve radyo yayınlarına yönelik program projeleri hazırlanmaktadır.
Üçüncüsü eğitim faaliyetidir. Diyanet İşleri Başkanlığı, misyonerlik faaliyetleri hakkında kısa vadede önce kendi personelini meslek içi eğitim kursları, seminer ve toplantılarla yetiştirmeyi hedeflemektedir. Başkanlığın bünyesinde faaliyet gösteren Eğitim Merkezlerinde misyonerlik konusunun ciddî biçimde ele alınması için gerekli çalışmalar başlatılmıştır.
Ayrıca resmî ve sivil kurum ve kuruluşlarla ortak çalışmalar içindeyiz.
Sayın Hocam, teşekkür ediyorum.
Ben teşekkür ederim.