Makale

PIRLANTA YÜZÜK

PIRLANTA YÜZÜK

Cahide Yazar

Muhteşem, zengin bir aile çocuğuydu. Annesi ve babası onu çok seviyorlar ve daima arzularını yerine getirmek için çalışıyorlardı. Zeki ve anlayışlı oluşu da ailesinin övünmesine bir sebep teşkil ediyordu. Küçük yaşlarda yaptığı ufak hatalarını hiç görmezden gelirler muvaffakiyetlerini ise, gelene gidene metheder, eşlerin dostların yanında, oğullarını üstün göstermek gayretine kapılırlardı.
Muhteşem, böylece kötü hareketleri, yaramazlıkları görülüp cezalandırılmadan, iyi taraflar ise fazlasıyla övülerek, daha çok küçük yaşta mağrur bir çocuk oldu çıktı.
"Düşman güldürür, dost ağlatır" derler. Bu çocuğa da, kendi iyiliği için, suçunu söyleyen biri çıksa, o hemen ona sinirlenir, kendini temize çıkaracak, gereksiz bir cevap verirdi.
Onun bu sayısızlığı, seneler geçtikçe, huy haline geliyordu. Aslında çok güzel bir çocuk olduğu halde, kendisine söylenenleri reddetmesi yüzünden, dudaklarının kenarlarında, alay çizgileri belirmiş, başı dikleşirken yüzü de çirkin bir hal almıştı. İnsanlara sevgiyle bakan gözleri yerinde, sanki bir çift donuk boncuk vardı. Okulda daima birinci olmak hırsındaydı. İltifat, alkış, onun için en güzel şeydi.
Ama, hocaları onun terbiyesinden hiç memnun değillerdi.
İlk okulda sınıf hocası, onun çalışkanlığı yanında, terbiyesinde eksiklik seziyordu. Ancak, menfaat için bu saygıyı gösterdiğinden hocası tarafından sevilmiyordu. Birkaç kere de kendisine nasihat edilmişti. O, bunlardan ibret alacağına sinirlenmişti.
Aradan yıllar geçti... Gururundan başka arkadaşı kalmamıştı.
Allah’ın en sevmediği yalnız kendini beğenmek, büyüklük taslamak, bir insanı ancak en kötü insan yapmaya yarardı.
Çalışkanlığı ile, babasının zenginliği de biraraya gelince, milyoner de olmuştu.
Şeytan böyle kendisi gibi mağrur olanları sevdiği için, ona malını arttırması için, haram kazanç yollarını öğretiyordu.
Kaçakçılık, karaborsacılık, faizcilik, kumarbazlık, şeytanın onun gözüne hoş gösterdiği haram kazancın yollarıydı.
Ama, Muhteşem Bey, insanlardan hiç iltifat görmüyordu. Zira, insanlar içinde, dilenci tabiatlı, tembel kimselerden başkası böyle gururlu bir insana iltifat edemezdi.
Birgün iltifat duyma arzuları son haddini buldu. Gurur denilen hastalığın en büyük düşmanı iltifat iken, o bilmeden bunu arıyordu.
Son derece güzel, muhteşem bir köşk yaptırdı. Kristal avizelerini, eşyalarını Avrupa’dan getirtti. Her eşya, bir mücevher gibi değerliydi.
Her şey tamamlandıktan sonra, tanıdıklarını ziyafete çağırdı.
Güzellik, zenginlik, şatafat meraklısı olanlar, etraflarına şaşkınlık ve hayranlıkla bakarken; o, göğsünü kabartıp başını kaldırıyor, neredeyse, gururundan önünü görmüyordu.
Davetliler arasında, etrafına hiç öyle bakmayan, bir öğretmen komşu da vardı.
Onu, uşaklar kasten çağırmışlardı. Onun, herkesten farklı, mahzun hali, Muhteşem Bey’in dikkatini çekti. İçi, gururunun şişkinliğiyle doldu doldu gırtlağına çıktı. Derin bir nefes almasına imkân yoktu.
Ama, zavallı, yola gelemeyecek kadar şaşkındı. Birden şımarık bir çocuk gibi söze başladı:
-Sayın misafirlerim! Şu kasada, çok değerli bir pır- lantalı yüzük var. Fakir bir memur için, güzel bir ev alabilecek kıymettedir.
Yalnız, soruma cevap istiyorum. Hepiniz de, bunun doğruluğunu şâhit olmanız şartıyla...
Herkes dikkat kesilmişti. O, sözüne devamla: "Bu köşkte görebildiğiniz bir kusur var mı? dedi. Öğretmen, herkese dikkatle bakıyordu. Kimse, bunun cevabını verecek halde değildi. Noksan bile bulamıyordu. Kusur bulmak kimin haddineydi? Muhteşem nihayet, herkesin aczini anlamış, yüzüğünün kurtulduğuna sevinmişti. Öğretmen, onun emniyetini anladı.
- Var evladım, var... Hem de beni ağlatacak kadar büyük bir kusur...
Muhteşem, tatlı rüyalar görürken, tokat yemiş bir çocuk gibi irkildi. Boğazı kurudu. Ağzını açacak hali kalmadı.
Öğretmen gayet sakin, şaşkın misafirlerine hitaben:
-Bu köşkü yıkabilecek kusur.
Şeytana yakışan gurur.
dedi.
Birden, salonda bir alkış tufanı koptu, herkes, bembeyaz saçlı öğretmeni heyecanla tebrik ederken, Muhteşem’in yere bayılıp düştüğünü kimse fark edememişti.