Makale

Sezai Karakoç'un Şiirinde Peygamber

Mehmet Erdoğan

Sezai Karakoç’un Şiirinde
Peygamber

Modern Türk şiirinin son büyük atılımı kabul edilen İkinci Yeni şiirinin merkez şairlerinden biri olan Sezai Karakoç, şiiriyle, şahsiyetiyle ve düşünce dünyasıyla kuşağını ve kendinden sonraki kuşakları etkilemiş çağdaş bir şair ve düşünce adamıdır. Düşünce sistemi İslam’a dayanır. Ona göre İslam, varlığın temel kaynağı, varoluşun sebebi, dünya görüşü ve metafizik bir sistemdir. Düşünce dünyasını "diriliş" kavramı üzerine inşa eder ve dirilişi, bir "sevgi devrimi" olarak tanımlar. Diriliş, yeniden inanmak, yeniden düşünmek ve yeniden duymaktır. Başka bir ifadeyle kendine dönüş ve kendi uygarlığını diriltmektir. Sonuç olarak diriliş, insanın İslam’la dirilmesi ve İslam’la kurtuluşa erip hayat bulması demektir.
Sezai Karakoç’un şiir projesinin bir ayağı, içinde yaşadığı çağı anlamaya; diğer ayağı ise geleneğin ruhunu diriltmeye dayanır. Ona göre gelenek, "şairin ilk dünyası"dır ve "yeteneği ilk uyandıran, bilinçlendiren, kımıldatan, onu harekete geçiren tarihî sosyolojik birikim"dir.
Sezai Karakoç’un şiirde ve düşüncede gelenek anlayışı da İslam’dan beslenir. Onun anlayışında, "İnsanın ufku mü’mindir. Mü’minin ufku peygamber. Peygamberin ufku da, mutlak gerçeklerin habercisi, her peygamberi şahsiyetinin katlarında bir yaprak gibi bulunduran Son Peygamber... Peygamber nasıl insanın ufkuysa, naat da şiirin ufkudur." "Naat, insanın insanı, kendini peygamberde araması, gerçeği onun çevresinde dogmaya çalışması, ona yaklaşmaya çalışarak yaradılışın sırrına erileceğini idrak edişidir." Bu düşünceleriyle naat, onun şiirinde poetik bir boyut kazanmış olur.
"Naat, peygamberin şiirle yapılmak istenen bir portresidir. Her şair, durduğu yerden ve görme kabiliyeti ölçüsünde ona bakar; o büyük mükemmelliğin karşısındaki duygularını zapt etmeye çalışır. Bütün naatlar âdeta, tarih boyunca yapılan tek bir portrenin farklı cephelerden birer örneği gibidir ve tek bir portre içindir."
Sezai Karakoç Islâm’a bağlılığı, mü’min duyarlılığı, gelenek yorumu ve şiirinin ruhu itibarıyla İkinci Yeni şiir anlayışının öteki şairlerinden ayrılır. Bu ayrılış, şiirinin yapısına, biçimine, sesine ve imge dünyasına da yansır. Meselâ, onun şiirinde, beşerî sevgiyle İlâhî sevgi iç içedir ve bunları keskin çizgilerle birbirinden ayırmak o kadar kolay değildir. Bu yüzden Monna Rosa ile Leylâ ile Mecnun’daki şiirleri, birbirine açılan ve birbirini yüklenen şiirlerdir.
Bu yazının konusu onun, "Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine" başlıklı dört bölümlük bir şiiridir. Bu şiir, İslâm Peygamberinin insanlığa miras olarak bıraktığı Islâm’ın ve onun evrensel uygarlığının, çağımızdan sürgün edilişine yakılan bir ağıt gibidir. Şiirinin sesi, imge yapısı, ona çağdaş bir naat niteliği de kazandırır.
Şiir, klâsik şiirimizin en önemli mazmunlarından biri ve Hazreti Peygamberin remzi olan "gül"le başlar:
Gelin gülle başlayalım şiire atalara uyarak Baharı kollayarak girelim kelimeler ülkesine Dünya bir istiridye Dönüşelim bir inci tanesine Dünya bir ağaç
Bir özlem duvarı Bülbül sesine Şair
Gündüzü bir gül gibi Akşamı bülbül gibi Sarıp sarmalayan öfkesine.
Şairin öfkesi çağın bütün "türedi uygarlıkla- rı"nadır. Eski günlerin, Islâm uygarlığının özlemi içindedir. Islâm uygarlığına sevgiliye yakarır gibi yaklaşır. Diğer uygarlıklarla Islâm uygarlığını kıyaslar ve onları görmezden gelir:
Senin yanında
Bütün bu türedi uygarlıklar umurumda mı Sen bir uygarlık oldun bir ömür boyu Geceme gündüzüme Gözlerin
Lâle devrinden bir pencere Ellerin
Bakî’den, Nefî’den, Şeyh Galip’ten Kucağıma dökülen Altın leylâk,
Şaire göre Islâm uygarlığının hamuru sevgiyle yoğrulmuştur. Bunu anne, çocuk ve gül imgeleriyle ortaya koyar:
Ey bitmeyen kalbimin Samanyolu destanı Sen bir anne gibi tuttun ufukları Ve çocuklar gülle anne arasında Seninle güller arasında Tuhaf bir ışık bulup eridiler Çocuklar dağ hücrelerinde erdiler Aramızdaki sırra.
Sezai Karakoç’ta sevgi, beşerî olandan İlâhî olana adım adım, basamak basamak yükselir. Onun sevgiye yaklaşımı hiçbir zaman tek boyutlu değildir. Bir yerden başlar ve sonunda İlâhî olana ulaşır. Bu şiirde de İslâm uygarlığı sevgisi, merhale merhale ele alınır ve peygamber sevgisinden geçerek mutlak sevgiliye (Allah) ulaşır. Burada peygamber, merhametine sığınılan bir sevgilidir ve âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir:
Senin kalbinden sürgün oldum ilkin Bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği (...)
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim Af dilemeye geldim affa lâyık olmasam da Uzatma dünya sürgünümü benim (...)
Bütün şiirlerde söylediğim sensin Suna dedimse sen, Leylâ dedimse sensin
(...)
Kuşlar uçar senin gönlünü taklit için
Ellerinden devşirir bahar çiçeklerini
Deniz gözlerinden alır sonsuzluğun haberini
Ey gönüllerin en yumuşağı en derini
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim.
Peygamber sevgisi, ona kavuşma arzusu, beraberinde ölüm düşüncesini getirir. Ölüm, özlemin sona ermesi, bir çeşit arınma duygusudur: Ölüm düşüncesinin beni sardığı şu anda Verilmemiş hesapların korkusuyla Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim Af dilemeye geldim affa lâyık olmasam da.
Şair, dört bölümlük şiirin finalinde vecd hâliyle mutlak sevgiliye, Allah sevgisine ulaşır. Burada yüce olana teslimiyet, yarım kalmış hesapları ona havale etme, umut ve zafer inancı vardır:
Aşk cellâdından ne çıkar madem ki yâr vardır Yoktan da vardan da ötede bir var vardır Hep suç bende değil, beni yakıp yıkan bir nazar vardır
O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır Sakın kader deme, kaderin üstünde bir kader vardır
Ne yapsalar boş, göklerden gelen bir karar vardır Gün batsa ne olur, geceyi onaran bir mimar vardır
Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır
Senden umut kesmem, kalbinde merhamet adlı
bir çınar vardır
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili.
Bu şiir, Sezai Karakoç şiirinin bütün özelliklerini yansıtan bir kesit gibidir. Onun, insanı anlama, içinde yaşadığı çağı sorgulama ve geleneği ihya etme girişimi, bir sevgi medeniyeti kurma bilincinden kaynaklanmaktadır. Bu sevgi medeniyeti ise, insandan yaratıcıya açılan ve yaratıcıdan insana dönen bir "sevgi-merhamet/dua-icabet" diyaloğudur