Makale

AIDS’in Önlenmesinde İslam Oini’nin Koruyucu Prensihleri Prensipleri

AIDS’in
Önlenmesinde
İslam Oini’nin
Koruyucu
Prensihleri
Prensipleri

Abdurrahman Akbaş
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı


Yüce Allah’a saygı, bütün yaratılmışlara şefkat ve merhamet esasına dayanan İslam, insanın maddî ve manevî gelişmesinin yanı sıra ruh ve beden sağlığını korumayı da amaç edinmiştir. Bu amacı gerçekleştirmek için de fert ve topluma zararlı şeyleri yasaklamış, faydalı olan şeyleri de emretmiştir. Peygamberler de insanlığı tevhit inancına çağırmalarının yanı sıra insan sağlığına büyük önem vermiş ve insan hayatını tehdit eden bulaşıcı hastalıklarla dönemin şartlarına göre mücadele etmişlerdir. Bu durumun en açık örneğini Hz. Muhammed (s.a.s)’in hayatında görmekteyiz. Nitekim hadis kitaplarının "Tıbb-ı Nebevî" başlığı altında, Peygamberimizin bulaşıcı hastalıklarla mücadele ettiğini ve bu hastalıklar konusunda müminlerin dikkatli olması ve bu hastalıklara tutulanların bir başkasına hastalığı bulaştırmaması için önlemler alması gerektiğini vurgulayan birçok hadis yer almaktadır. Ayrıca Peygamberimiz (s.a.s.), Müslümanlara bulaşıcı hastalığa sebep olan zararlı hayvanlarla mücadele etmelerini ve mikropların üremesini önleyecek temizlik kurallarına da özen göstermelerini emretmiştir. (Buhari, Libas, 51,63,64; Taharet, 49; Müslim, Selam, 126; Tıb, 44; Buhari; Tıb, 168,169)
Özellikle günümüzde bulaşıcı hastalıklar, ülkeleri tehdit eden ciddî bir halk sağlığı sorunudur. Çok eski yıllardan beri mevcut olan ve zaman zaman yaptıkları büyük salgınlar ile, çok sayıda insan kaybına neden olan bu hastalıklar, yakın zamanda tanı ve tedavilerinin çok kolaylaşması nedeniyle önemini yitirmeye başlamışken, 1980’li yılların başlarında, AIDS hastalığının ortaya çıkmasıyla birlikte yeniden önem kazanmışlardır. AIDS 20. yüzyılda insanlığı tehdit eden en önemli bulaşıcı hastalıklardan biridir. HIV enfeksiyonu tanımlandıktan sonra çok kısa bir süre içinde hızla yayılmaya başlamış ve dünya çapında bir salgın boyutuna ulaşmıştır. Dünyanın bazı bölgelerinde, HIV virüsü kapan kişilerin oranı % 40’la- ra ulaşmaktadır. Ülkemizde de hastalık hızla artmakta, yetkililerin bildirdiğine göre yakın zamanlar içerisinde hastalığa yakalananların sayılarının on binleri bulacağı tahmin edilmektedir.
AIDS, önceleri sadece homoseksüel erkeklerin hastalığı gibi algılanmıştır. Günümüzde ise bu hastalık en sık cinsel ilişki, uyuşturucu madde bağımlılığı olan kişilerin ortak enjektör kullanmaları, hasta hamile kadından bebeğine, hasta kişilerin kanının ya da organlarının başka bir kişiye nakli veya hasta kanı ile kirlenmiş kesici-delici aletler ile ortak jilet, ustura, dövme aletleri, akupunktur iğneleri kullanma yolu ile de bulaşmaktadır. (Deniz Gö- kengin, "Cinsel Yolla Bulaşan Hastalıklar" (Yayınlanmamış makale) s. 5-34) Geçen zamana rağmen günümüzde AIDS’in bulaşma yollarına karşı birey ve toplum olarak bilinçli olmak, hastalığın yaygılaşmaması açısından oldukça önemlidir.
Özelikle İslâm’ın koruyucu hekimlik prensipleri içerisinde AIDS’in önlenmesiyle ilgili birtakım prensipler bulmak mümkündür. Söz konusu prensiplere özen gösterildiğinde hastalığın yayılmasının büyük oranda önlenebileceği şüphesizdir.
İslâm’ın AIDS’İ önlemede istifade edilecek prensiplerini, aile sadakati, zinanın yasak oluşu, kanın necisliği, uyuşturucu maddeler ve içkinin yasaklanması, bir başkasına hastalığı kasten bulaştırarak zarar vermenin ha- ramlılığını sayabiliriz. Bu prensipleri sırasıyla ele alalım:
Aile sadakati
AIDS’in nedenlerinden biri en büyük nedeni evlilik dışı cinsel ilişkidir. Zina, evlilik birliğindeki en önemli vazifelerden birinin, sadakat borcunun ihlâlidir. Evlilik hayatında tek eşe sadık kalınmayıp çok eşlilik var oldukça fuhuş arrtıkça cinsel yolla bulaşan hastalıklar da artmaktadır. Ayrıca hastalık sadece ilişkide bulunan eşle kalmamakta masum eş ve çocuklara da bulaşmaktadır. Son zamanlarda evli kadınlar arasında AIDS’in görülmesi bunun açık bir göstergesidir.
İnsan için cinsel arzu ve istekler, açlık, susuzluk gibi doğal olgulardır. Ancak cinsel arzu ve isteklerin de evlilik dışı (dine aykırı-haram) yollarla giderilmesi dinimiz açısından çirkin ve yasaktır. Akl-ı selim hiçbir kimse zinayı, fuhşu, eşcinselliği, kadınların bir cinsel meta’(obje) gibi kullanılmasını tasvip edemez. Zina (evlilik dışı her türlü cinsel ilişki) İslâm’da ve önceki bütün semâvî dinlerde yasaklanmış ve çok çirkin bir fiil olarak nitelendirilmiştir. Kur’an-ı Kerim’de Lût Kavmi’nin cinsel sapma olan eşcinsellikten dolayı ilahi azaba uğrayıp yok edildiği haber verilmektedir. (Âraf Sûresi, 84) Ayrıca Kur’an-ı Kerimde: "Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, çok çirkin bir iş ve kötü bir yoldur." (isra, 32), "Ey Peygamberim! Mümin erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını ve namuslarını korusunlar. Böyle davranmak onlar için daha temiz ve daha hayırlıdır." (Nur, 30) buyurularak, müminlerin fuhuştan ve zinaya götüren yollardan kaçınmaları istenmektedir.
Evlilik dışı ilişkiler neticesinde zaman zaman kanlar akıtılmakta, hayatlar sönmekte, yuvalar dağılmakta, dostluklar bozulmakta, çocuklar ailesiz kalmaktadır. Başlangıcı itibariyle iki birey arasında cereyan eden bu hadise zamanla kitlesel bir problem olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca fuhuş AIDS gibi cinsel yolla bulaşan hastalıklara neden olmasıyla ailenin, toplumun sağlığını da tehdit etmektedir. Bu nedenle dinimiz cinsel arzu ve isteklerin tek meşrû yolu olan evliliği öngörmüştür. (Nur, 32) Kur’an-ı Kerim’de, nikâh akdi, "misak-ı galîz-ağır sorumluluğu olan bir söz" olarak nitelendirilerek (Nisa, 21), eşlerin verdikleri söze sadık kalmaları ve aile kurumunu sarsacak tavırlardan kaçınmaları istenmiştir.
Evlilik insan fıtratının gereğidir. Yüce Kitabımız Kur’an, yeryüzünde yaşayan insanların atası olan Hz. Adem’in bir eşe sahip olduğunu ve bu çiftin çocuklarıyla beraber bir aile yuvası kurduğunu haber vermektedir. (Bakara, 35; Mâide, 27; A’raf, 19, 23; Tâ-Hâ, 117-119) "Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının..." (Nisa, i) "Allah size kendi nefislerinizden eşler yarattı, eşlerinizden de sizin için oğullar ve torunlar yarattı ve sizi temiz gıdalarla rızıklandır- dl." (Nahl, 72)
Evlenme, neslin meşrû bir şekilde devamı ve korunması için önem arz etmektedir. Soyu temiz nesiller yetiştirmenin yolu, eşlerin meşrû ölçüler çerçevesinde kurdukları aile yuvasına sadakatten geçmektedir.
Aileye sadakatin eşlere mutluluk sağlayacağını şu ayet-i kerime gayet açık bir şekilde ortaya koymaktadır: "İçinizden kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp, aranızda sevgi ve rahmet var etmesi, Allah’ın varlığının belgelerindendir. Bunlarda düşünen bir toplum için dersler vardır." (Rûm, 2i) Aile, öncelikle insanın huzur bulacağı bir yuvadır. Huzurun vizesi; sevgi ve merhametten geçmektedir. Sevgi ve merhamet sadakatin unsurlarıdır. İslâm’da ailenin sevgi, saygı, sadakat ve iyi ilişkiler temeli üzerine oturtulması genel ilkedir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de "...Onlarla (eşlerinizle) iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmazsanız (biliniz ki), Allah’ın hakkınızda çok hayırlı kılacağı bir şeyden de hoşlanmamış olabilirsiniz." (Nisâ, 19) buyurulmaktadır.
Aile sadakati, zinayı ve bu yolla bulaşan hastalıkları önler. Özelikle evlenme imkânı olan gençlerin evlendirilmeleri ve bu gençlerin evlilik dışı ilişkilerden sakınmaları AIDS’le mücadelede oldukça önemlidir. Günümüzde bir kısım yayınlarla cinsel sömürüye maruz kalan bekâr gençler, yersiz bir biçimde dikkatleri ve hayal güçleri cinsellik üzerinde yoğunlaşmakta, merak ve arzu birbirini uyandırmakta, nefse sahip olmaları zorlaşmakta ve kimi zaman akıl, duruma hakim olamamakta ve fuhuş bataklığına düşerek, bilgisizlik nedeniyle de AIDS’e kolayca yakalanmaktadırlar. Bu nedenle çocuk ve gençlerimizin dini ve sağlıklı cinsel eğitim almaları konusunda ailelere büyük görev düşmektedir. Gençlerin ilgilerini eğitim, spor kültürel faaliyetler gibi faydalı etkinliklere yönlendirmek, ruhen ve bedenen sağlıklı ve ev geçindirebilecek maddî imkâna sahip olanların evlendirilmesi, cinselliklerinin kontrol altına alınması noktasında yararlı olabilecek hususlardır. Nitekim Cenab-ı Hak Kur’an’ı Kerim’de, bekârların evlendirilmesini istemiş şöyle buyurmuştur: "Eğer onlar fakir iseler, Allah kendi lütfü ile zengin kılar. Allah lütfü geniş olandır, her şeyi hakkıyla bilendir. Evlenme imkânını bulamayanlar ise; Allah, kendi lütfü ile onları varlıklı kılıncaya kadar iffetlerini korusunlar." (Nur, 32-33) Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) de bu hususa şöyle dikkat çekmiştir: "Ey gençler topluluğu! Sizden kimin evlenmeye gücü yeterse, evlensin. Çünkü evlenme, gözü ve iffeti harama karşı daha fazla koruyucudur. Evlenmeye gücü yetmeyen de oruç tutsun. Çünkü oruç, gerçekten şehveti iyice kırıcıdır." (Buhâri, Nikâh, 2), "Size dinî ve ahlâkî yaşantısı hoşunuza giden kimseler geldiğinde, onları evlendirin, aksi takdirde yeryüzünde kargaşa ve büyük bir ahlâkî çöküntü olur." (Tirmizi, Nikâh, 3)
Aids hastalarının tedavi olması ve başkalarına zarar vermemesi
AIDS hastası olanlar, başkasına hastalığı bulaştırmamak için azami gayret sarf etmeli tedavi imkânlarından faydalanmalıdırlar. Nitekim Sevgili Peygamberimiz hastalıklar karşısında tedavi olmayla ilgili olarak: "...Yüce Allah indirdiği bir derdin, şifasını da indirmiştir. Her derdin bir devası (her hastalığın bir ilâcı ve tedavisi) vardır, ilâcı bulunur, tedavisi yapılırsa, Allah’ın izni ile hasta iyileŞİr... (Tirmizi, Tıb, 2, hadis no: 2038; Ebû Davûd, Tıb, 1, hadis no: 3855; ibn-i Mace; Tıb 1, hadis no: 3436) buyurmuştur. Başka bir hadis-i şerifte ise; tedavi olmayı İlâhi takdire aykırı sayarak, "Ey Allah’ın Rasûlü, tedavi olalım mı? Allah’ın takdirine karşı bunun bir yararı olur mu?" diye soranlara; "Tedavi olmak da Allah’ın takdiridir. Tedavi olunuz, zira Ce- nab-ı Hak hiçbir hastalık yaratmamıştır ki, devasını da yaratmış olmasın. Sadece biri, yaşlılık müstesna." (Tirmizi, Tıb, 21, hadis no: 2065; Ebû Dâvud; Tıb, 91, hadis no: 3855; Ibn-i Mâ- ce, Tıb, i, hadis no: 3487) buyurmuştur. Görüldüğü üzere bu hadis-i şeriflerde her derdin bir dermanı, her hastalığın bir ilâcı ve tedavisinin bulunduğu ifade edilmektedir.
Müminler, başkalarıyla olan ilişkilerinde karşılıklı hakları gözeterek ve kendine düşen görevleri yaparak uyumlu bir hayat sürmek durumundadırlar. İslâm’da haksız bir şekilde başkasının canına, malına zarar vermek yasaklanmıştır. Bunun için AIDS hastası olanlar tedâvi imkânlarından yararlanmanın yanında, hastalığı bir başkasına bulaştırmamak için rehberlik hizmeti almalı ve dikkat etmelidir. Zira bir başkasına hastalığı bulaştırarak ölmesine sebep olmak, büyük günahtır.
Aids hastaları toplumdan dışlanmamalıdır
AIDS hastalığı, bugünkü tıbbî literatürde geçen veba hastalığı gibi değildir. Eski çağlarda öldürücü, salgın yapan hastalıkların hepsine veba ismi altında toplanmaktaydı. Veba hastalığından korunmak için hastalara mutlak izolasyon ve karantina gerekli iken AIDS’İİ hastalarla aynı ortamda bulunmaktan hastalık bulaşmadığından vebadan farklılık arz etmektedir. AIDS hastası olanlara, normal hastalara nasıl davranılıyor ise öyle davranılma- lıdır. Hasta olanların hastalığı hangi şartlarda kaptığı konusunda tecessüs yapılmamalıdır. Tecessüs ise dinimizde yasaklanmıştır. (Hucurat, 12) Velev ki AIDS hastası hastalığı, Allah’ın yasakladığı, içki ve zina gibi bir yolla kapmış olsa bile toplumdan dışlanmamalı, ayıpları yüzevurulmamalıdır. Ayrıca kişilerin işledikleri kusurlar dolayısıyla ayıplanması, toplumdan dışlanması, İslâm’ın "yaratıklara şefkat" prensibiyle de bağdaşmamaktadır.
Aidsle mücadeleye destek verilmelidir
Milletlerin varlığı ve birliği sadece ekonomik problemlerin çözümlenmesinden ibaret olmadığı, bilâkis dinî ve ahlâkî değerlerin yaşatılması fertlerin ruh ve beden sağlıklarının da korunması ile mümkün olacağı bir vakıadır. Değerlerin yaşatılması konusunda çalışmalar yapmak İnsanî olduğu kadar aynı zamanda dinî bir görevdir. AIDS aile sadakati, namus, ahlâk gibi değerlerin zayıflamasıyla da doğru orantılı olarak artmaktadır. Evimizin içerisine giren bu illet, dinimizin korumayı ana hedeflerden saydığı canı, nesli yok etmektedir, insanlığın hayatını tehdit eden AIDS ve benzeri bulaşıcı hastalıklar, uyuşturucu, içki, fuhuş ile mücadele insanlığın hayrına olan hizmetlerdir. Bu mücadeleleri Kur’an-ı Kerim’de güzel, doğru, hayırlı iş anlamına gelen "salih amel" (Ze- mahşeri, Esasü’l- Belâğa, II, 25, Kahire, 1922) ve hayrı, İyiliği teşvik, kötülüğü önleme anlamına gelen "emr-i bi’l ma’ruf nehy-i ani’l münker" kapsamında değerlendirmek mümkündür. (Âl-i Imran, 104,113-114)
İslâm, iyiliklerin ve ahlâkî değerlerin yaygınlaştırılması ve kötülüklerle mücadele konusunda, toplumun bütün bireylerinin etkin rol almasını önermekte hatta emretmektedir. Müslümanların asıl misyonunun da bu olduğu zaman zaman ayet ve hadislerde vurgulanır. Nitekim, "Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a inanırsınız..." (Âl-i Imran, 110) anlamındaki ayet, müminlerin bu niteliklerini dile getirmektedir. Ayet aslında bize, hem birey hem de toplum olarak her konuda duyarlı olmamızı, toplumun bir ferdi olarak, âdeta bir güvenlik görevlisi ya da denetçi gibi, topluma gelecek zararlarla imkânımız ve şartlar ölçüsünde mücadele etmemizi önermektedir. Toplum ya da devlet Peygamberimizin bir hadisinde dile getirildiği gibi, âdeta bir gemiye benzer. Bu gemi batınca sadece gemiyi delme (kuralları ihlâl edenler) suçunu işleyenler batmaz, bütün yolcular (toplum) batar. (Buhârî, Şirket, 6; Şehâdât 30. Ayrıca bk. Tirmizî, Fi- ten, 12) O halde gemide bulunanların görevi, böyle bir faaliyete izin vermemeleridir. Nitekim günümüzde AIDS gibi bulaşıcı hastalıklar nice masum insanlara sirayet etmektedir. Bu hastalıkla mücadele, sağlık ve hijyen şartlarının en ideal boyutlara taşınması konusunda yürütülen tıbbî çalışmalara her türlü maddî ve bilimsel katkıyı sağlamak, insanlığa ve Müslümanlığa karşı ifâ edilecek en önemli hizmetlerdendir. Bu açıdan nemelâzımcı tavırlardan sakınarak kollektif sorumluluk anlayışına sahip olmalı, toplumumuzun derdiyle dertlenmeli, AIDS’le mücadelede bulunan kamu ve sivil kuruluşlara destek verilmelidir.