Makale

Batı'da İslâm ve Müslüman Algısı

Batı’da
İslâm ve Müslüman
Algısı

Dr. Seyfi Kenan
TDV İslâm Araştırmaları Merkezi

Bugün artık Batı’da, gerek Amerika ve gerekse Avrupa’da (gayet tabii ki buna Avustralya’yı da rahatlıkla ekleyebiliriz) anti-semitizm (Yahudi karşıtlığı veya düşmanlığı) kavramına eş, hatta ondan daha da rahatsız edici bir safhaya varan ve Batı’daki Müslümanların hayatını ciddî seviyede olumsuz bir şekilde etkileyen, zaman zaman da tıkatan, Ba- tı’daki orijinal adıyla, "Islamophobia," (Stone, 2004) yani "İslâm korkusu," "İslâm fobisi" vakıası vardır. "Yükseklik korkusu" veya "böcek/hayvan korkusu" nasıl bir "fobi," bir "korku," bir psikolojik hastalık olarak varsa, aynı şekilde Batılı insanların pek çoğunda da "İslâm fobisi" vardır ve bu, artık yerleşik bir kavram ve vakıa hâline gelmiştir. Şüphesiz bu "fobi" 11 Eylül sonrasında daha da patolojik hâle gelmiş, isterikleşmiş, ciddî duyu bozukluğu hâline dönüşmüştür. Fakat 11 Eylül öncesine baktığımızda, acaba 11 Eylül öncesinde Ba- tı’da İslâm imgesi nasıldı diye sorduğumuzda cevabın pek de farksız olmadığını görürüz.
19 Nisan 1995’de gündüz vakti bomba yüklü bir kamyon Oklahoma’daki Alfred P. Murrah adlı federal hükümet binasını tamamen tahrip ettiğinde Amerikan basını, tereddütsüz bir şekilde teröristlerin Ortadoğu’dan geldiğini söylemiş ve FBl’in özellikle siyah saçlı ve sakallı iki erkeği aradığını haber vermişti. Fakat daha sonra, o zaman Amerika tarihinin en korkunç terörist saldırısı olarak anılan bu olayın, Avrupa kökenli bir aileden gelen bir Amerikalı, Timothy McVeigh tarafından yapıldığı ortaya çıkmıştı. Şüphesiz bu olay, 11 Eylül öncesinde Amerika’da zaten var olan oldukça tedirgin edici İslâm imgesine, başka bir ifadeyle İslâm fobisine bir örnektir. Oysa, 11 Eylül sonrasında genel olarak Amerika’da, özellikle New York, Chicago, Los Angeles gibi metropolitan şehirlerin dışındaki küçük şehir ve kasabalarda -ki böyle yerler Amerika’nın çoğunluğunu oluşturur- islâm imgesinin ne kadar ürkütücü hâle geldiği, üç Amerikalı Müslüman tıp öğrencisinin başına gelenlerden anlaşılabilir. 1 3 Eylül 2002’de, Florida’ya alanlarında staj görmek için giden üç Müslüman tıp öğrencisi, yol üzerinde durakladıkları bir lokantada, konuşmalarına servis yaparken kulak kabartan ve yarım yamalak duyduğu birkaç kelimeyle öğrencilerin terörist oldukları korkusuna ve kuruntusuna kapılan bir garson, onları polise ihbar eder, eşkallerini verir ve Florida’ya büyük bir terörist eylem gerçekleştirmek için gittiklerini söyler. Polisler, bu ciddî ihbar üzerine otobanda kısa zamanda bu öğrencileri bularak durdurmuş, helikopter ve özel bomba robot denetleyicileri eşliğinde kontrol etmiş, daha sonra sorguya çekmiş ve bütün Amerikan halkı, yeni bir 11 Eylül saldırısının nasıl engellendiği yorumlarıyla bu olayı saatlerce (yanlış hatırlamıyorsam 13-14 saat) canlı yayından seyretmiştir, ikisi Amerika (fakat Arap kökenli) diğeri aslen Iran doğumlu olan bu üç Amerikalı Müslüman tıp öğrencilerinin gerçek kimlikleri ve Florida’ya gidiş amaçları anlaşılmasına rağmen ertesi gün çıkan bazı gazeteler bu olayı "Trio Nailed by Florida Cops after 9/11 Scare" başlığıyla yine de vermişlerdir. Nitekim, staj için gittikleri Florida’daki hastane, her ne kadar masum oldukları ve tamamen vehme dayalı bir ihbar üzerine saatlerce polis tarafından alıkoyuldukları anlaşılmış olmasına rağmen, bu olaydan sonra hastanenin emniyeti açısından staj yaptıramayacaklarını söyleyerek öğrencileri reddetmiştir.
Aynı şekilde, -başka bir örnek olay-, 11 Eylül 2001’den birkaç hafta önce piyasaya çıkartılan ve Müslümanların, Amerika tarihinde ilk defa resmî olarak da takdir edildikleri anlamına gelen, halk arasında "muslim stamp" (Müslüman pulu) olarak bilinen posta pulunun üzerinde yazılan İngilizce yazılar, 11 Eylül sonrasında bazı mahallî gazetelerde ve Manhattan, Brooklyn gibi semtlerin bazı sohbet ortamlarında nasıl okunduğu ve hakkında ne yorumlar yapıldığı, bir olayın nelere muktedir olduğunu görme açısından anlamlıdır. Ünlü hattat Haşan Çelebi’nin Amerikalı öğrencisi Muham- med Zekeriya tarafından maharetli bir şekilde Arapça kısmı yazılan ve "bayramın kutlu olsun" (eid mübarek) anlamına gelen pulun İngilizce kısmında, Arapça kısmının okunuşu, "Eid Mubarak" şeklinde yazılmıştı. Pulun üst kısmında büyük harflerle tek başına yazılmış "Eid" 11 Eylül’den hemen sonraki günlerde tersine "die" şeklinde okunmuş, aslında Amerika’yı kasten "öl" anlamında tersinden yazıldığı iddia edilmiş ve Arapların/Müslümanların burada bir şifre kullandığı ortaya atılmıştır. Aklı selim kısa zamanda bu ve benzeri paranoyak yorum ve okumaların önüne geçmiştir, fakat "Müslüman pulu" da kısa zamanda gündemden düşmüş, ortadan kaybolmuştur. Amerikalı Müslümanlar, bir tür dini-kültürel "tanınma" olarak da algıladıkları bu pulun piyasada bulunması için tekrar imza toplamışlarsa da bu teşebbüs daha henüz bir sonuç vermemiştir.
Diğer taraftan, Mayıs 2002’de European Monitoring Centre on Racism and Xenophobia (Avrupa’da Irkçılık ve Yabancı Korkusunu Gözetleyen Merkez) adlı kuruluş İslâm Fobisi Özet Raporu adlı 61 sayfalık bir bildiri hazırlamış ve "İslâm fobisinin özellikle 11 Eylül’den sonra Batı Avrupa’da da ciddî boyutlara ulaştığını tespit etmiştir (Ailen, 2002). Avusturya, İrlanda ve Hollanda gibi ülkelerde ise fizikî nefret saldırılarından daha çok sözlü tacizler olduğu kayda geçmiştir. Yine bu rapora göre, Müslümanlara karşı ciddî bir olayın meydana gelmediği iki ülke ise Finlandiya ve Yunanistan olmuştur.
Çok yakın zamanda (13-14 Eylül 2004) IHF de (International Helsinki Federation for Human Rights) Batı Avrupa’da altı ülkede ayrımcılık, yabancı düşmanlığı ve bağnazlık üzerine yaptığı geniş çaplı araştırmasının bulgularını açıklamıştır. İslâm fobisinin sosyal hayattaki yansımalarını da araştıran bu rapora göre, Almanya, Belçika, Danimarka, Fransa, İngiltere ve İtalya gibi ülkelerde Müslümanlar ve dış görünüş itibariyle Müslümanlara benzeyenlerden, örneğin sihlerden, sözlü ve fizikî saldırılara; iş bulma ve barınma konusunda ırkçılık ve ayrımcılığa maruz kalanların sayıları önemli seviyede artmıştır (IHF, 2004).
Batı’da genellikle olumsuz bir şekilde devam eden ve daima İslâm’ı şiddet ve terörle irtibatlandıran yayınlar Batı’daki İslâm algısının daha da kötüye gitmesine sebep olmuştur. Pew Charitable Trust tarafından Temmuz 2003’te A.B.D.’de gerçekleştirilen araştırmada, diğer dinlere oranla İslâm’ın, inananları şiddete teşvik ettiğini söyleyenlerin oranı bir yıl öncesine göre önemli derecede artarak % 44’e varmıştır. Bir yıl öncesinde, Mart 2002’de bu oran % 25’lerdeydi.
Daima şiddet kullanmaya meyilli ve kadını eve hapseden şeklinde monolitik, basmakalıp tipi çıkartılan Müslümanlar, acaba bu tiplemeye ya da bu şekilde tanımlamaya ne kadar uymaktadır? Avrupa’daki Müslümanların demografik yapıları Amerika’dakilere oranla epey bir farklılık arzettiğini zihinlerde tutmak kaydıyla biz, sadece Amerika’daki Müslümanların demografik yapılarıyla alakalı birkaç önemli kesit vermeye çalışacağım. Her ne kadar kesin bir rakam olmamakla beraber, Amerika’da Müslümanların sayısı 6 milyon civarındadır. Georgetown Üniversitesi’nde MAPS-Muslims in American Public Square (Amerikan Kamu Alanında Müslümanlar) adlı projenin çalışmasına göre Müslüman nüfusun % 68’i Amerika dışında doğmuş ve 80’e yakın çeşitli ülkelerden gelmişlerdir. Amerika’daki toplam Müslüman nüfusun % 30’u Güney Asyalı (Pakistan, Bengladeş, Hindistan) ve % 17’si Afrikalı, Amerikalıdır. Amerika’daki Müslüman cemiyetlerin üyeleri, Amerikan halkının genel yaş, eğitim ve kazanç seviyesine göre oldukça genç, ileri seviyede eğitimli, üretken ve buna paralel olarak da yüksek kazanç sahibidir. Müslüman nüfusun % 58’i üniversite mezunu -ki bu, ülkedeki yüksek eğitim oranının iki katıdır- ve Müslüman ailelerin % 50’si 50.000 $’ın üstünde yıllık gelire sahiptir (Strum, 2003). Bu rakamlar bir taraftan Amerikalı Müslümanların ne kadar eğitimli olduğunu, çalışan Müslüman kadınların oldukça fazla olduğunu ve hiç de şiddete temayülü olabilecek bir grubun profiline benzemediğini göstermektedir.
New York’taki Dünya Ticaret Merkezi’ne yapılan saldırı sebebiyle New York metropolünde yaşayan 600.000’e yakın Müslüman nüfus, çocuklarını saldırı ve tacize uğrayabilir korkusuyla bir kaç hafta okula gönderememiştir. Kıyafet ve renk itibariyle Müslüman göçmen olduğu anlaşılanlar, özellikle de başörtülü Müslüman kadınlar çarşıda pazarda pek gözükmemek için özel çaba göstermişlerdir. Nitekim 19 Eylül 2001 tarihinde Amerika Eğitim Bakanı Rod Paige ülkenin bütün eğitimcilerine acil çağrıda bulunarak her öğrencinin taciz ve tehditten uzak, güvenli ve huzurlu bir ortamda eğitim ve öğrenimlerine devam edebilmelerini temin altına almak için ellerinden geleni yapmalarını istemiştir.
11 Eylül saldırısı veya dünyanın başka bir yerinde terörist saldırısı olduğunda, Batı’da yaşayan Müslümanlar genellikle bu eylemleri kınamaktan geri kalmamışlardır, fakat Amerikan medyası bu kınamalara, her nedense, genellikle kulak kabart- mamıştır. Dünya Ticaret Merkezi’ndeki saldırıda ölenler arasında yer alan 250’den fazla Müslüma- nın varlığı, hatta bu binalarda zaman zaman cuma namazı kılındığı gerçeğiyle hiçbir medya ilgilenmemiştir.
Diğer taraftan Müslüman Amerikalılar, 11 Ey- lül’den sonra karşılaştıkları ters tepkiden kaynaklanan taciz ve tehditle, bu defa ikinci kez saldırıya uğrayarak halka açık yerlerde taciz edilmekten camilerin taşlanmasına, Müslüman dükkanlarının yakılmasına ve bazı Müslüman dükkan sahiplerinin öldürülmesine kadar birçok nefret saldırısına maruz kalmışlardır. Başka bir ifadeyle, 11 Ey- lül’den sonra Amerikalı Müslümanlar ve Araplar, diğer Amerikalılar gibi saldırıya uğramışlar ve acı çekmişlerdir, fakat daha sonra bir çok Batılı ülkede, özellikle Amerika’da günah keçisi yerine konarak, bu defa taciz ve tehditlere uğrayarak ikinci kez mağdur edilmişlerdir.
Batı’da devlet okullarına giden Müslüman öğrencilerin zaman zaman alaya alınma veya suçlanma korkusuyla evlerinden çıkarak okula gitmeleri eğitimlerini olumsuz şekilde etkilemiştir. Öte yandan, Müslüman öğrencilerin aşağılanma ve yersiz suçlanmasının neticesinde oluşan utanma ve suçluluk duygusu daha gelişim sürecinde olan bu gençlerin "kendine güven" duygularında ve "kimlik" oluşumunda ciddî tahribatlar meydana getirdiği de bir gerçektir. Bu noktada ünlü filozof Charles Taylor’dan, özellikle "kimlik" ve "tanınma" konusunda şu alıntıyı yapabiliriz: "...Kimliğimiz kısmen tanınma veya tanınmama yoluyla, çoğu zaman da başkalarının yanlış tanımasıyla şekillenir; bu sebeple çevredeki insanlar ya da toplum onlara kendileriyle ilgili, tutuklayıcı, aşağılayıcı ya da sevilmeyen bir imaj yansıtıyorsa o insan ya da cemiyet gerçekten zarar görebilir, gerçek bir tahrife (kimlik çarpıtılmasına) maruz kalabilir. Tanınmama ya da yanlış tanınma tahrip edici olabilir; insanı sahte, tahrif edilmiş ve indirgenmiş bir varoluş şekline hapsederek (bir çeşit) zulme dönüşebilir."
Diğer taraftan, 11 Eylül’den sonra İslâm, 1979’daki İran devrimi ve Amerikan rehine olaylarından sonra olduğu gibi yine Amerika ve Avrupa’nın gündemine girmiş ve Batılı medya kuruluşları İslâm’ı "değişmeyen", "monolitik", "tekdüze" bir fenomen olarak tasvir ve tahlil etmişler, ve bu şekilde bilinmesini/tanınmasını sağlamışlardır.
Batı’da, özellikle Amerika’da Müslümanlara karşı 11 Eylül’den sonra aşırı şekilde artan fizikî-sözlü tehdit ve tacizler, saldırılar az önce belirtildiği gibi, önemli sayıda masum Müslüman veya Müslümanlara benzeyenlerin öldürülmesi ve yaralanmasıyla sonuçlanmıştır. Buna müdahale etme sorumluluğu duyan federal hükümet veya eyaletlerdeki çeşitli bürokratlar ve sivil kuruluşlar, Amerika’daki pek çok dinî veya dinî olmayan cemiyetleri, birbirlerine karşı hürmet etmeye ve terörizme karşı birleşmeye çağırmıştır. Bir taraftan dinlerarası diyaloğu artırmaya yönelik böyle çağrılar olurken, diğer taraftan da önde gelen protestan evanjelik lider Franklin Graham’ın, "İslâm bize saldırmıştır" şeklindeki sözleri gibi, böyle bir diyalogu kesmeye yönelik söylemler de olmuştur. Graham, 11 Eylül’den kısa bir zaman sonra North Carolina’da ailesi adına yapılan bir kilisenin açılış konuşmasında söylediği bu sözlere
şunları da eklemiştir: "İslâm’ın Tanrı’sı, aynı Tanrı değildir... İslâm çok şerir, habis bir dindir."
Her ne kadar Amerikalı Müslümanlar çeşitli eyaletlerde okullar, İslâm kültür merkezleri ve camiler inşa ederek önemli ölçüde kurumlaşıp, kendi cemiyetlerini sivil ve demokratik siyasî sürece aktif katılımlarını geliştirmek için gayret etseler de, gazeteler ve medya, Amerikan evlerine "sahici" bilgilendirme ve tanımlama yapmaksızın başta Taliban, el- Kaide, Usame b. Ladin, daha sonra Saddam Hüseyin ve Filistin’deki intihar bombacılarını Daniel Pipes gibi neo-oryantalistlerin yorumları eşliğinde vermesiyle dolaylı-dolaysız terörizmle irtibatlandırılan bir İslâm imajı sunmuşlardır. PBS gibi birkaç televizyon kanalı hariç tutulursa, genelde Amerikan medyasının sunduğu monolitiktek düze, her zaman her yerde aynı özelliği gösteren İslâm imgesi şöyledir; bozguncu, aşırı siyasî, yıkıcı ve Batı medeniyeti düşmanı.
İslâm’ı bu şekilde tanıtma yeni değildir. Batı’nın tarihi kaynaklarına bakılırsa hiçbir büyük din ve peygamberi, sistematik olarak Islâm ve Hz. Peygamber kadar kötülenmediği ve aşağılanmadığı görülür. İslâm’ın Peygamberi, devamlı olarak Batı literatüründe son zamanlara gelinceye kadar, şehvetine düşkün, başkalarından mal hapazlayan bir cani, iblis, hatta deccal (anti-Christ) olarak tasvir edilmiştir. Franklin Graham, jerry Falwell gibi önde gelen protestan dinî liderler veya John Ashcroft gibi bazı önde gelen bürokratlar, bu tarihî hafızanın şartlandırmasıyla konuşuyor olabilir. Fakat sebepleri ne olursa olsun, dinî veya dinî olmayan entelektüel kesimde yaygın olan İslâm karşıtı tavır ve fikirler, Batı’daki dinlerarası sahici bir diyaloğun; ve Müslüman olmayanlar açısından İslâm hakkında "sahici bilgi edinme"nin önündeki en önemli engel olarak gözükmektedir.
Nitekim Gençlik ve Din Projesi’nin (Youth and Religion Project) yöneticilerinden sosyolog Rhys H. Williams, 11 Eylül sonrasında İslâm ve Müslümanlar hakkında Amerika’da oluşan atmosferi gayet net cümlelerle şu şekilde tasvir etmektedir: "İslâm hakkında şu anda açık ve net bir düşünceye sahip olmamız zordur. 11 Eylül’den beri, önceden "egzotik/tuhaf", hatta "yabancı" gibi gözüken pek çok unsur şimdi potansiyel tehlike, tehdit olarak gözükmektedir. Ve İslâm’ı din olarak yaşayanlar -Müslümanlar- pek çok Amerikalı için nerdeyse "anlaşılamaz/idrak edilemez" niteliktedir."
İşte böyle bir atmosferde, İslâm fobisinin yaygınlaştığı, İslâm’ın tehdit olarak algılandığı bir ortamda din görevlilerine büyük görevler düşmektedir.