Makale

DÂRÜLACEZE


DÂRÜLACEZE
Emine Sağlam
Hürriyet Kur’an Kursu-Kâğıthane/İstanbul
Heyecanlıydım...

Yıllardır önünden defalarca gelip geçmeme rağmen bir defa olsun içine girme şansını yakalayamadığım binanın önündeyim.

Dârülaceze...
Hiçbir terkipte kelimeler birbiriyle bu denli mütenasiplik arzetmez. Bu derece birbirine bağlanamaz, kenetlenemez ve birbirini kucaklayamaz.

Giriş kapısı büyük ve işlek bir caddeye bakan bina, gelen ziyaretçileri ikinci bir kapıyla, içinde kurumla ilgili birçok binanın da bulunduğu kocaman bir bahçeye bırakıyordu.

Burası sessizdi... Belki yılların verdiği yorgunluğun sessizliği bu. Belki de kendine dönüşün, kendini buluşun, kendinle yalnız kalışın sessizliği...

Bu sessizliğin kokusu burnumun direğini sızlattı.
Birçok duygunun bir arada yaşandığı anlar vardır ya. İçlerinden birini çekip almak istersin alamazsın. Sadece yaşarsın ve karmakarışık olursun. Daldığın düşünceler damla damla dökülür gönlünden...

Hayat insana bahşedilen ya da yüklenilen bir emanet. Yine insana bahşedilen, hediye edilen küçük emanetler vardır. Bir anne ve babanın her şeyidir onlar. Yemeyip yedirilen, giymeyip giydirilen, ayağına bir dikenin bile batmasına gönüllerinin razı olmadığı minik emanetler.

Ne kadar büyüseler de onlar hep küçüktürler, anne ve babalarının gözlerinde. Ama gün gelir, küçükler büyür, büyükler küçülür. Hayatın inişli çıkışlı yollarında, küçükler çıkış, büyükler iniştir. Elden ayaktan düşüştür. Eve ocağa sığmayan, bir yüktür büyükler...

Ve bir gün gelir, o yükler ağır gelir omuzlara. Yalnızlığa terk edilmek üzere küfelere yüklenir. Küfeler dolu gelir, boş gider...

Ziyaret esnasında Dârülaceze din görevlisi refakat etti bize. Adını zikretmeden geçemeyeceğim. Mehmet Mertoğlu hocamız yirmi yıldır orada fedakârca hizmet veriyor. Bunu, onların kendisine gösterdiği sevgide rahatlıkla görebiliyorsunuz.

Uzun koridorlar, geniş odalar...
Sıra sıra dizilmiş, kimi boş, kimi dolu, kimi dağınık, kimi düzenli yataklar... Hepsinin ayrı ayrı hikâyeleri var.

Yüzünü duvara, sırtını dünyaya dönüp yatağında yatan yaşlı bir teyze:
-Nasılsınız teyzeciğim? Sorusuna, başını hafifçe çevirip sonra tekrar eski haline getirip;
-Sağ olun kızım! Biraz başım ağrıyor. Diye cevap verdi.

Elmacık kemiklerinin üzerinde tombullaşan yanakları kızarmış, ellerinde kararmış kınası, başında beyaz baş örtüsüyle bir Anadolu kadını.

İstiklâl harbine katılan babasıyla başladı hikâyesine bir başkası. Anlatılmaktan ezberlenmiş bir hayat hikâyesi.

Sarayda büyümüş, elini sıcak sudan soğuk suya sokmamış. Paşa babasının elinde bastonuyla çekilmiş bir fotoğrafı duvarda asılı, sararmaya yüz tutmuş.

Meyve yiyor bir oda halkı, öğle yemeğinin üzerine. Kokusu koridora kadar taşmış. Odanın ortasına kurulmuş masalarına bizi de buyur ettiler.

Bir başka odadakiler televizyonda dizi izliyor. Dalıp gitmişler. Bizi fark etmediler bile...
Kimi bağlamasının tellerinde bulmuş kendini.
Kimi, boyalarla kağıda dökmüş yalnızlığını.
Yaşlı bir teyzem, kırmızı kazak örmüş kendine. Özenerek katlamış, yatağının üzerinde duruyor.
-Aynı renkten torunuma atkı ördüm, ziyaretime geldiklerinde vereceğim, dedi.
Sevgi, gerçekten de vermek demekmiş, almasan bile.
Pencerenin önünde, tomurcuk dökmüş, açmaya meyilli menekşeler ilişti gözüme.
Komodinlerin üzerine kurulmuş küçük dünyalar gördüm. Evcilik oyunu gibi. Çocukluğuma döndüm ve oradan uzun bir süre ayrılamadım.

Büyümemiş, belki de büyümek istememiş bir hanım bebeklerle süslemiş yatağını. Üşümesinler diye üzerlerine yorgan örtmüş. Konuşmuyor ama bakışlarından çok şeyler anlattığından o kadar emin ki...

Bir başka köşede, elli yıl aynı yastığa baş koyduğu eşini rahmet ve özlemle anan yaşlı bir teyzenin:

-O, hayatta olsaydı şimdi ben burada olmazdım, sözünü yanağından dökülen iki damla gözyaşı tamamladı.

Saygı ve sevgi üzerine bina edilmiş bir evliliğin çerçevelenmiş, siyah-beyaz fotoğrafı, duvarda asılı ve hala capcanlı idi...

Paylaşmak...
Bazen koskoca bir ömrü, bazen küçük bir mutluluğu, bazen kocaman bir üzüntüyü.
Anladım ki, insanın sadece insana ihtiyacı var.
Sadece yaratandan ötürü, yaratılan herkes sevilmeye değer ve sevilmeyi hak eder.
Dârülaceze...
Kimsesizin, düşkünün, yoksulun, yaşlının evi, barınağı, ya da sığınağı.
Orada bulunan herkesin içten ve yürekten söylediği bir cümle vardı.

“Allah devletimizden ve milletimizden razı olsun. Bizim hiçbir şeye ihtiyacımız yok. Bizim ihtiyacımızı onlar karşılıyorlar.”

Ama asıl ihtiyaç duydukları, boş küfelerin sahipleriydi ve onlar çok uzaklardaydılar.
Düşündüm de, acaba kimin kime ihtiyacı var. Aslında hiçbir şeye, hiç kimseye ihtiyaçları yok. Bizim, onlara ihtiyacımız var.

Allah’ın rızasını kazanmanın yolu, onların rızasından geçiyor.
Rızanı hak edenlerden eyle!

“Ne kadar büyüseler de onlar hep küçüktürler, anne ve babalarının gözlerinde. Ama gün gelir, küçükler büyür, büyükler küçülür. Hayatın inişli çıkışlı yollarında, küçükler çıkış, büyükler iniştir. Elden ayaktan düşüştür. Eve ocağa sığmayan, bir yüktür büyükler...”