Makale

Bitmeye Yüz Tutan Hazinemiz: KANAAT

Bitmeye Yüz Tutan Hazinemiz: KANAAT
Dr. Yaşar Yiğit
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

İnsanlığın geçmişe nispetle çağımızda daha fazla imkânlara sahip olduğu bilinen bir gerçektir. Şüphesiz insanın bireysel ya da toplumsal huzuru, sahip olunan imkânlar ile ilintilidir. Dünyamızın nüfusu 6 milyarı aşmış durumdadır. Bu nüfusun aynı hayat standardına sahip olduğunu söylemek mümkün olmadığı gibi, böyle bir beklenti içine girmek de doğal değildir. Hatta böylesi bir beklenti aynı toplumu paylaşan insanlar için bile imkânsızdır. Nitekim ilgili organizasyonların açıkladığı istatiksel veriler, bu beklentinin ne derece olağan dışı olacağını göstermesi açısından dikkat çekicidir. Bu verilere baktığımızda, 1 milyar insanın günde 1 dolara geçindiğini, 824 milyon insanın kronik açlık çektiğini, günde 18 bin çocuğun yetersiz beslenme ve açlık sebebiyle hayatını kaybettiğini görmekteyiz. Bu tablo hangi perspektiften okunursa okunsun bir taraftan bizlere dünya üzerindeki nimetlerin, kaynakların dağılımındaki eşitsizliği, adaletsizliği yansıtırken diğer taraftan da içinde bulunduğumuz duruma şükretmemiz gereğini hatırlatmaktadır. Şüphesiz Yüce Rabbimiz evreni sayısız nimetlerle donatmış ve insanın hizmetine sunmuştur. İnsana düşen bu nimetleri hoyratça ve bencilce değil, ihtiyacı ile orantılı bir biçimde kullanmasıdır. Ancak materyalizmin inançlı-inançsız, gizli-açık etkisinde kalmış çağımız insanı, hemen her alanda öyle bir doyumsuzluğa müptelâ olmuştur ki, bütün nimetlerin/kaynakların kendi menfaatine ipotek edilmesi arzu ve meylindedir sanki... Şüphesiz bu meyli belli bir coğrafya, din mensubu ya da topluma özgülemek yanıltıcı olur. Oransal farklılıklar bir tarafa hemen her nitelikteki toplumda bu arzu ve meyil gözlemlenebilir bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Gün geçtikçe insanlığın bencilliğe, aç gözlülüğe mağlup oluşu, bu meylin oluşumunda önemli bir etkendir. Oysa insanlığın hedef olduğu bu sorunlar, süreç içinde birey ya da toplumsal düzeyde kalmıyor, hırsızlık, yağma, gasp, şiddet, terör v.b. şeklinde bütün insanlığı tehdit eder bir boyuta dönüşüyor. Bu problemlerin aşılmasında din anlayışının ya da dindarlığın doğru eksene oturtulması önemli bir yer tutmaktadır. Din, bir taraftan zekât, sadaka, infak, birr gibi kavramlarda anlamlarını bulan motivasyonlarla bağlılarını paylaşıma davet ederken, diğer taraftan da şükür, hamd, sabır ve kanaatin önemine vurgu yaparak, insanın imkânlarına razı olmasının anlamlı bir zeminini oluşturur. Bu bağlamda da sahih bir din anlayışının ve bu anlayışın içselleştirilmesinin ne denli bir gerek olduğu ortaya çıkmaktadır. Bunlara ilâvaten makalemizin başlığında da belirtmeye çalıştığımız gibi, geçmişte bitmeyen hazine olarak nitelendirilen kanaat artık bitmeye yüz tutmuş gibi gözükmektedir.

Elindekinden hoşnut olma durumu, kanıklık, yeterli bulma, yetinme, fazlasını istememe, doyum (TDK, “Kanaat” mad.) şeklinde anlamlandırılan kanaat, bir insanda bulunması gerekli önemli niteliklerden birisidir. Bir insanın payına düşene razı olması, kişinin azla yetinip elindekine razı olması, kendisinin ve sorumluluğu altında bulunanların ihtiyaçlarını asgarî ölçüde karşılayabileceği maddî imkânlarla iktifa edip, başkalarının elindeki şeylere göz dikmemesi, aşırı kazanma hırsından kurtulması” şeklinde de açıklanmaktadır. (Çağırıcı, Mustafa , “Kanaat”, DİA)

Dinimizde kanaatkârlığın önemi vurgulanırken, dünyaya ve mala karşı aşırı düşkünlük de yerilmiştir. (Âl-i İmran, 185; En’am, 32; Ankebut, 64) İnananlara hayat veren mesajlar getiren Rahmet Peygamberinin de kanaatkârlığı, bir iffet, tok gözlülük ve gönül zenginliği olarak değerlendirdiği, yeterli miktarda rızka sahip olan ve buna kanaat eden kişiyi övgüyle andığı, kanaatkârlığı şükrün en ileri derecesi saydığı bildirilmektedir. Bazı kaynaklarda hadis olarak geçen, “Kanaat, tükenmeyen bir hazinedir.” (Değerlendirmeler için bkz. Aclûnî, Keşfu’l-Hafa, II, 151) anlamındaki söz, İslâm ahlâk kültüründe kanaatin en güzel ifadelerinden biri olarak yer alır. Hadis metodolojisi açısından sözün niteliği bir tarafa, zihin dünyamızda çağrıştırdığı anlamlar gerçekten kayda değerdir. Çağımızda hemen her toplum ya da coğrafyada kaynakların, imkânların, kazanımların paylaşımında karşılaştığımız bencillik ve aç gözlülüğün hakim olduğu üzücü tabloları bu söz çerçevesinde okuduğumuzda önemli sonuçlara ulaşabiliriz. Gerçek şu ki, kanaat olgusundan uzak, sınır tanımayan siyasal, ekonomik, ticarî hedef ve çıkarlar fertleri, cemiyetleri birbirine düşman etmektedir. Aynı şekilde hırsının esiri olmuş, var oluş gayesini hiçe sayan, hayat ve memat çizgisinden uzaklaşarak “mal-mülk” aşkıyla ömür tüketen, dünyanın cezbedici ziynetine, nefsin bitmek bilmeyen gayrimeşru isteklerine mahkûm insanlığın, dinin bu tür mesajlarından alacağı çok dersler olduğu kanaatindeyiz.

Şüphesiz kanaatkâr olmak, az çalışmak ve tembellik anlamlarına gelmez. Zira Kur’an-ı Kerim’de, “İnsana kendi çalışmasından başka bir şey yoktur.” (Necm, 39) buyurulmak suretiyle, insanın mebde ve mead adına kazanımlarının çalışma ve gayreti ile ilintili olduğu dile getirilmiştir. İlâhî otorite, gerekli ölçülere uyan hiçbir kimsenin emeğinin, çalışmasının zayi edilmeyeceğini çeşitli vesilelerle değişik ayetlerde vurgulamıştır. (Örnek olarak bkz. A’raf, 170; Tevbe, 120; Kehf, 30) Hz. Musa zamanında yaşayan ve varlıklı biri olan Karun’a hitap edilirken, “...dünyadan da nasibini unutma” (Kasas, 77) buyurulması, İslâm’ın dünyaya bakış açısı konusunda bize bir fikir vermektedir. Yine cuma namazından sonra ticarete koşmayı emreden ayette de İslâm’ın çalışma ve kazanmaya büyük değer verdiği açıkça belirtilir: “(Cuma) namazı bitince yeryüzünde dağılın, Allah’ın fazlından rızık arayın.” (Cum’a, 10) Hz. Ömer’in, “Kimse, “Allahım! Bana rızık ver” diyerek, rızık peşinde koşmayı bırakmasın. Bilin ki, gökten ne altın ne de gümüş yağar.” sözü, aslında dinimizin bu konudaki bakış açısını yansıtmaktadır. Buna göre kanaat, kişiyi çalışmaktan, gayretten uzaklaştıracak bir anlayışa temel teşkil edecek bir olgu değildir. Kişi, çalışıp çabaladıktan sonra dahası kendisine düşeni yerine getirdikten sonra, Kâdir ve Rezzâk olan Yüce Allah’ın takdir ettiğine razı olacaktır. Bu teslimiyet, bir anlamda kişinin psikolojik açıdan rahat olmasını da beraberinde getirir. Zira insan, gerçekten haris, doyumsuz bir varlıktır. Kontrol edilmediği takdirde onun istekleri sınır tanımaz. Nitekim Sevgili Peygamberimiz de, “İnsanoğlunun bir vadi dolusu altını olsa, bir vadi daha ister. Onun ağzını topraktan başka bir şey doldurmaz. Ama Allah, tövbe edenin tövbesini kabul eder. ” (Buhârî, Rikak 10) buyurmak suretiyle bu gerçeği dile getirmiştir. Bu bağlamda Sa’d b. Ebî Vakkâs’ın oğluna ettiği nasihat de zikre değerdir: “Oğlum! Zenginlik istediğin zaman, onunla beraber kanaat de iste. Çünkü kanaatkâr olmayanı servet zengin etmez.” Bu nasihat ekseninde yaşadığımız topluma şöyle bir göz attığımızda, gerçekten hayat standardı düşük kanaatkâr çoğu insanın, yüzündeki tebessümü, ocağındaki huzuru, hayatı olumlamaya dair sözlerini, hayat standardı yüksek doyumsuz nice insanda görememekteyiz. Bu konumda yer alan çoğu insan, toplum bir tarafa kendiyle dahi çatışma hâlindedir. Esiri olduğu çılgınca arzu ve hedefler, hayatı ona âdeta zehir etmektedir. Hem kendiyle, hem toplumla, hem de Rabbiyle barışık bir hayat biçiminin zemininde şüphesiz kanaat, verilene razı olma, verene şükretme ve hamd önemli bir yer tutmaktadır. Üzülerek ifade edelim ki, moral değerlerimizin temelini teşkil eden birçok değerde olduğu gibi, kanaat anlayışımızda da aşınma söz konusudur. Öyle ki o, artık bitmeyen hazinemiz olmaktan epey uzak bir görünüm arz etmektedir. Bu çerçevede Peygamberimizin tüm insanlara karşı şefkat ve merhamet yüklü gönlünün derinliklerinden süzülerek dil formlarına dökülen dua örneklerinden birini teşkil eden şu yakarışı ne kadar da anlamlıdır: “Allahım! Korkmayan/huşûdan mahrum kalpten, kabul görmeyen/dinlenmeyen duadan, doymak bilmeyen nefisten, faydası olmayan ilimden sana sığınırım...” (Tirmizî, Daavât, 69) Evet, doymak bilmeyen, sınır tanımayan nefis, insanı maddî ve manevî anlamda ağır bedeller ödemeye mahkûm eder. O (s.a.s.), dünya malları karşısındaki tavrını şu sözleriyle açıklamıştır: “Uhud dağı kadar altınım olsa, borç için sakladığımdan başka, ondan yanımda bir dirheminin üç gece kalmaması beni sevindirir.” (Buhârî, Rikâk, 14) Böyle bir yaklaşım biçimini sergilememiz şüphesiz hiçbirimizden beklenmez. Bizlerden sadece sahip olduğumuz kazanım ve değerlerle ilgili sorumluluklarımızı yerine getirmemiz istenir.

Sevgili Peygamberimiz çeşitli vesilelerle birçok hadisinde kanaatin önemini vurgulamıştır. Nitekim, “İslâm’ın dosdoğru yoluna ulaştırılan ve geçimi yeterli olup da buna kanaat eden kimse, ne kadar mutludur!” (Tirmizî, Zühd , 35), “Gerçek zenginlik, mal çokluğu ile değil, gönül tokluğu iledir.” (Buhârî, Rikak, 15; Müslim, Zekât, 130), "...Kanaatkâr ol ki, insanların Allah’a en çok şükredeni olasın." (İbn Mâce, Zühd, 24) hadisleri, kanaat konusunda bizlere belli bir fikir vermektedir. Şüphesiz insanoğlu başlangıçta da belirttiğimiz gibi mala, şan ve şöhrete karşı düşkün olan bir varlıktır. Ancak bu arzunun sonu yoktur. Hemen her anlam ve alanda aza kanaati olmayanın, çoğa da kanaati olmayacağı müsellemdir.

Her canlı gibi hepimizin ömrü sayılı günlerle sınırlıdır. Ömrün uzun-kısa oluşu, ölümün odağındaki objeye göre değişkenlik arz eden göreceli bir sonuç gibi gözükmektedir. Böyle kısacık zaman dilimini, var oluş gayesinden uzak, amaçsız bir şekilde servet biriktirme, şöhret kazanma sevdasıyla israf etmemek gerekir. Rabbimizin bize lütfettiği her anımıza şükrederek, o anı verimli, onun rızasına muvafık olarak değerlendirme gayretinde olalım. Öz bir ifadeyle fenada bekayı arama yerine, bekaya yönelik hazırlıklarda bulunmamız daha isabetli olacaktır. Zira her can ölümü tadacaktır. (Âl-i İmrân, 185) Sahip olduğumuz ve el an kolaylıkla elde ettiğimiz, yediğimiz, içtiğimiz, giydiğimiz yüzlerce nimete dünyada milyonlarca insanın ulaşamadığını göz ardı etmeyelim. Servet ve şöhretin azgınlaştırıp şımarttığı insanları değil; vakar ve tevazuu, kanaat ve şükrü hazine olarak telakki eden insanlardan olma ya da onları örnek alma gayreti içinde olalım. Kısaca kanaat, bitmeyen hazinemiz olmaya devam etsin...


“Şüphesiz insanoğlu mala, şan ve şöhrete karşı düşkün olan bir varlıktır. Ancak bu arzunun sonu yoktur. Hemen her anlam ve alanda aza kanaati olmayanın, çoğa da kanaati olmayacağı müsellemdir.”


“Ne kadar zengin olursan ol, ancak yiyebileceğin
kadar yersin.

Denize testiyi
daldırsan
alabileceği
kadar su alır,
fazlası kalır.”
Mevlâna”