Makale

İslâm'da Bilim Ahlâkı

İslâm’da
Bilim Ahlâkı
Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Bu yazı iki kısımdan oluşmaktadır. Birinci kısım; Kur’an-ı Kerim’in ve Hz. Peygamber’in sünnetinin bilim ve ahlâk konusundaki öğretilerinin Müslümanlara bir etkisinin olduğunu düşünerek, bu iki temel kaynağın bu açıdan ve dolayısıyla bilim ahlâkı açısından oldukça kısa olarak önemini konu almaktadır. İkinci kısım ise; bilim ahlâkı ile ilgilenmiş oldukları düşünülen Müslümanlardan seçilmiş örneklerle yazımızın başlığının içerdiği meseleyi ana hatlarıyla işlemeyi amaçlamaktadır.

Bilim ahlâkı genelde bilim ve ahlâk veya bilim adamıyla ahlâk arasında karşılıklı etkileşimin ve ilişkinin varlığını ve hatta herhangi bir bilim dalının kendisine has bir ahlâkı olmasını farz eden bir disiplindir.

Şüphesiz bilim ahlâkı, gerek felsefecilerin ve gerekse bilim adamlarının, son çeyrek asırdan beri uğraştıkları yeni bir disiplin olması, bu disiplinin en azından bir kısım konularının ve meselelerinin daha önceki devirlerde ele alınmadığı anlamına gelmez.

Bilim ahlâkının genel alanı ve amacı göz önüne alındığında, gerçekten hem İslâm dünyasında hem de daha önceki ve sonraki devirlerde farklı kültürlerde çeşitli vesilelerle ya ahlâk ilminde, ya da bilim anlayışlarında veya bilim felsefelerinde filozof ve bilginlerin bilim ahlâkı alanıyla ilgilendikleri görülmektedir. Bunun herkesin bildiği en meşhur en eski bir örneğini Hipokrat’ın tabipler için yazdığı “Hipokrat Yemini” teşkil eder.
İslâm düşüncesinde ve kültüründe varolan bilim ahlâkının temellerinden birisini Kur’an-ı Kerim’in ve sünnetin bilim, ahlâka ve ikisi arasındaki ilişkiye ilişkin öğretileri oluşturur. Müslüman filozofların, bilim adamlarının ve ahlâkçıların konuya ilişkin düşünceleri bunun ikinci ayağını oluşturur.

İlim veya bilim, doğru ve hakikî bilgi demektir; başka bir ifadeyle Kindî’den Gazâlî’ye bütün Müslüman filozoflara göre doğruluk ve hakikat değeri kesin olarak kanıtlanmış bilgi demektir. Ahlâk, iyi, güzel ve faydalı olan huy ve davranışlardır. Bilmen doğru olan her şey kendinde iyi ve güzel olmakla birlikte faydalı olabilir veya faydalı olmayabilir; ancak bilmen hakikat olan ise kendinde hem güzel ve iyidir, hem de faydalıdır. Dolayısıyla İslâm bilim ahlâkı, iyi, güzel ve faydalı olan hakikati ve doğruyu bilimin ve bilim adamının ahlâkı olarak vaz eder.

Kur’an-ı Kerim’e baktığımızda, bilimin neliğinden fazla bilim-ahlâk ilişkisinin ve bilimsiz sağlam bir ahlâkın olamayacağının vurgulandığını görürüz. Bilgisizce Allah’ın kendisi hakkında konuşma ve tartışmayı yasaklayan -yani mefhumu muhalifiyle kelâm ilminin gerekliliğine işaret eden- bilgisizce Allah’ın yolunda mücadele etmeyi yasaklayan -yani mefhumu muhalifiyle siyaset ve fıkıh ilimlerinin gerekliliğine işaret eden- bilgisizce gerçek anlamda iman etmenin olamayacağını belirten ayetlerden, küfrün, yalanın, şeytana uyma gibi her türlü maddî ve manevî kötülüğün kaynağının bilgisizlik olduğunu -yani mefhumu muhalifiyle ahlâk ilminin gerekliliğine işaret eden- vurgulayan ayetler, sayıca oldukça fazladır. Bu ayetler ahlâkın temelinin bilim ve bilim ile ahlâk arasında çok sıkı bir münasebetin varlığını ortaya koymaktadır. (Örneğin bkz. Hacc, 3, 8, 71; Rum, 29; Lokman, 6, 20; En’âm, 100, 108, 119, 140, 144, 148; Nisa, 157; Necm, 28 gibi)

Başka bir şekilde ma’ruf ve münkerden bahisle birinin yapılmasını ve öbüründen kaçınılmasını emreden bir dizi ayetin de ahlâkı pratik bilim olarak vaz ettiği görülmektedir. (Örneğin bkz. Bakara, 178, 180, 228, 229; Âl-i İmran, 104, 110, 114; Nisa, 5, 6, 8; Araf, 157; Tevbe, 67, 71, 112; Muhammed, 21; Hacc, 41; Lokman, 17 gibi) Bu tür ayetlerde bilim ve ahlâk, iyilik ve güzellik olarak; münker ise, cehalet ve şer olarak nitelenmektedir.

Öte yandan Kur’an-ı Kerim’in Allah’tan korkanların âlimler olduğunu belirten ayeti (Fatır, 28), Hz. Peygamber’in “Alimler, nebîlerin vârisleridir.” (Buhari, İlim, 10, I, 25; Ebu Davud, İlim, 1, No: 3641; Tirmizi, İlim, 19, No: 2682; İbn Mace, Mukaddime, 17, No: 223; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, V, 196) şeklindeki hadisi ve pek çok benzer hadisleriyle birlikte değerlendirildiğinde bilim, ahlâk ve iman arasında ne sıkı bir ilişki olduğu anlaşılmaktadır. Başka bir ifadeyle bilim ve ahlâk, imanın en temel iki tezahürü olduğu beyan edilmektedir.

Yukarıda bilimin ve ahlâkın bir de fayda değerine işaret etmiştik. Bilmen doğru olanın, doğruluk değeri sadece iyi ve güzel değildir, aynı zamanda faydalı olmadır. Her bilim iyi ve güzeldir fakat faydalı olmayabilir; bu doğru hakikat ve hakk ifade etmez. Ancak faydalı doğru, hakikat ve hak ifade eder. İşte başka bir dizi ayet ve hadis de bu gerçeğe vurgu yapmaktadır. Bilen fakat amel etmeyen, hak ve hakikati söylemeyen kimse, ayetlerde kitapları sırtında taşıyan veya ürküp kaçan merkebe benzetilmektedir. (Cuma, 5; Müddessir, 50) “Faydasız ilimden Allah’a sığınırım.” (Müslim, Zikr, 75; Nesâî, İstiaze, 13, 65) anlamındaki Hz. Peygamberimiz’in hadisi de aynı gerçeği ifade eder. Hatta itiraf edeyim ki, bu hadisi ilk öğrendikten sonra anlamı üzerinde uzun süre tereddüt ettim; nasıl olur da ilim faydasız olabilir diye. Bundan 10-15 yıl önce Emniyet Genel Müdürlüğü’nün tertip ettiği “Uyuşturucuyla Mücadele” adlı bir sempozyuma hazırladığım tebliğ çalışmaları esnasında ancak hadisin oldukça anlamlı olduğunu, en erken devirlerden itibaren yoğunlukla da son yüzyılımızda insanlığın bugün kimyasal ve biyolojik savaş denen şeyleri bilimin eseri olarak bilim adamları tarafından ortaya konduğunu idrak edince kavradım.

Hadiste geçen “faydasız ilim” ile ayette geçen “Allah’tan âlimler korkar” ifadeleri bugün bizim için özellikle bilim-ahlâk ilişkisi açısından ve bu bağlamda karşılaştığımız güncel meselelerimizin çözümünde son derece önemli olduğuna inanıyorum. Belki bunun, aynı zamanda bilim-ahlâk konusunda Müslümanların başkalarından farklı olarak ayrı bir bilim ve ahlâk felsefeleri oluşturmalarına neden olması gereken bir ilke diye de düşünebiliriz. Şöyle ki, hadiste geçen “faydasız” kelimesini, bazı faydasızların zararlı olabileceğini ve ayette geçen âlimlerin korkusunu biraz da endişe veya endişeden hasıl olabilecek korku olarak anlamaya çalıştığımızda, bundan düşünce veya tekniğin bilmen doğruluğu ve yapılabilirliğiyle, ahlâken uygulanabilirliğini ayırt etmenin gerekliliği, hatta zorunluluğu ilkesi çıkarılmalıdır.

Bilmen ve teknik olarak doğru bir düşünce veya bir icat, faydasız ve hatta bireye ve topluma kullanımının zararlı olacağı endişe verici ise, Müslümanların bundan sakınmaları gerekir. Bilimde ve ahlâkta asıl olması gereken mutlak faydayı yapmak, en az zararlıyı tercih etmek; zararı faydasından çok olanı yapmamaktır. Bunlara da, fayda ve zararın boyutlarını ve ölçeklerini en geniş şekilde düşünerek karar vermektir. Bir Müslüman için bilim-ahlâk konusundaki boyutları ve ölçekleri düşünmek, Allah’ın bireyin ve toplumun haklarını beraberce hesaba katmak olmalıdır. Bir örnek, kök hücre meselesi, henüz her yönüyle açık-seçik bir konu olmamakla birlikte, faydası zararından çok görüldüğü takdirde, yapılabilirliğine bakarak uygulanamaz veya nerede ve nasıl çok faydalı veya zararlı olduğu bilindikten sonra şartlı ve sınırlı uygulanabilir.

Şimdi yazımızın ikinci kısmına geçerek, İslâm dünyasında bilim ahlâkı konusunu, konuyu farklı anlayışlarla ele alan düşünürlerden örnekler vererek açıklamaya çalışalım. Örneklerden önce bir hususu dile getirelim.

Bilim ahlâkı, bilmin ahlâkı veya belirli bir disiplinin ahlâkı olarak anlaşılabileceği gibi, bilim adamının ahlâkı gibi de anlaşılmaktadır. Birincisi oldukça abestir; çünkü salt bilim, bilimden doğru olanı anladığımızda, kendiliğinden ahlâkidir veya tersi bir ifadeyle salt bilim nötrdür. Ancak bilim, dolayımlı olarak, yani bilim adamının yorumları ve uygulamalarıyla, ahlâki ve gayriahlâki, yani faydalı ve zararlı hale getirilebilir. Bu durum da zaten, bilim ahlâkını, bilim adamının ahlâkı olarak anlamak gerektiğini gösterir. İslâm dünyasında ortaya çıkmış bilim ahlâkı, bilim adamının bilim adamlığı ahlâkı ile mesleğe veya ilmi disipline özel ahlâk anlayışları olarak temellendirilmiştir. Bilim ahlâkı bu anlamıyla bilimsel disiplinin icrası olan mesleğin gerektirdiği ahlâktır ki, bu şekliyle genel ahlâktan da tamamen ayrı değildir.

İslâm kültüründe ortaya konan bu bilim ahlâkını, temel esasları ve yapısal özellikleri ve amaçları bakımından iki kısma ayırarak ele alabiliriz: Birincisi, ilmî disiplin ve meslek ahlâkı; ikincisi; bilim adamlığı veya bilim için ahlâk. Şimdi sırasıyla bunlara örneklemelerle kısaca işaret edelim.

1- Bilimsel Disiplin ve Meslek Ahlâkı
a- Zahrâvî ve Tıp Ahlâkı

Ünlü tabip ve birçok ameliyat aletlerinin mucidi olan ez-Zahrâvî, tıp ilminin tabibe özel bir ahlâk gerektirdiğine inanır. Bize ulaşan en önemli tıp eseri “Kitâbu’t-Tasrîf”tir, ki Ortaçağda Latince’ye çevrilmişti ve birçok baskısı yapılmıştı.

İşte bu eserinin baş kısmında, ez-Zahrâvî tabiplerin sahip olması gereken tıbbî ahlâkından bahseder. ez-Zahrâvî’den bahseden tabakat kitapları kendisinin temellendirdiği tıp ahlâkına hayatı boyunca kendisinin ne kadar sadıkane uyduğunu anlatırlar. ez-Zahrâvî’nin hastalarından belirli ücret talep etmediğini; ücret veren hasta fakir ise, ondan hiçbir ücret kabul etmediğini anlatırlar. ez-Zahrâvî’nin tabiplerin ahlâkıyla ilgili söylediklerini burada sıralamamıza imkân yoktur. Ancak şu önemli iki ilkesi zikredilemeden geçilemez. Zahrâvî, tabibin hastasıyla olan ilişkisinde kendisini hastasının yerine koyarak ilişki kurmasını öğütler. İkinci önemli ilkesi ise, tabibin hastanın hastalığına tanı koyamadığında ve şifa veremeyeceğini anladığında, bunu hastaya tatlı dille anlatmasıdır. (ez-Zahrâvî, Kitâbu’t-Tasrîf, Mısır, 1905, s. 1-20)

b- Nizâmü’l-Mülk ve Siyaset Ahlâkı
Bireyi ve toplumu her ikisini de birlikte en çok ilgilendiren meslek, yönetim ve idare etme sanatı olan siyasettir. Neredeyse çok eskilerden beri her toplumda siyaset ahlâkıyla ilgili özellikle nasihat türü eserler kaleme alınmıştır. İslâm dünyasında yazılan bu tür eserlerden ilki el-Cahız’a atfedilen “Tâcü’l-Mülük” adlı eserdir. Daha sonra birçok Müslüman bilgin bu tür eserler kaleme almışlardır ki, bunların en meşhuru, ünlü vezir Nizâmü’l-Mülk’ün “Nahisâtü’l-Mülük” adlı eseridir.

Bu tür eserlerde siyaset adamlarına mülk ve adalet gibi benzer önemli kavramların anlamlarına ilişkin ayetler, hadisler, veciz sözler ve geçmiş hükümdarların tecrübeleri hatırlatılarak, öğüt ve nasihat üslûbuyla siyaset ahlâkı anlatılır.

2- Bilim Adamlığı Ahlâkı: Bilim Zihniyeti
Bilim adamlığı ahlâkından kasıt, bilim adamının sahip olması gereken genel ahlâk değildir; bilim adamının gerçek bir bilimsel tutum ve zihniyete sahip olabilmesi için gerekli ahlâktır; başka bir ifadeyle “bilim için ahlâk”tır denebilir. Bu tür bilim ahlâkından söz eden düşünürlerimizden Birunî ve Gazâlî’yi örnek verebiliriz.

a) Birunî
Birunî (973-1048), İslâm dünyasının yetiştirdiği en önemli bilim adamlarından birisidir; birçok bilimsel buluşa imza atan fakat zamanında değil bugün anlaşılan Birunî için, çağdaş araştırmacılar çağının değil bugünün bilimcisi nitelemesini yapmaktadırlar. Çünkü her şeyden önce Birunî, İbnü’l-Heysem gibi, çağlara damgasını vurmuş olan Aristocu-Eflâtuncu bilim anlayışını kökünden değiştirmiştir ve bugün modern bilim anlayışı olan yeni bir bilim felsefesi kurmuştur. Bunun esasını, gözleme ve deneye dayanan ve tümevarım yöntemini kullanan bilim anlayışıdır. Aristocu geleneği savunan çağdaşı ünlü bilim adamı İbn Sina ile tartışmış ve çatışmıştır. (Ülken, hz., İbn Sinâ Risâleleri, İstanbul, 1953, s. 48-56) Diğer taraftan o devirde Kopernik devrimi denen güneş merkezli yerin yuvarlaklığını kabul eden yeni bir astronomi ve kozmoloji ortaya koymuştur. Ayrıca, bugün modern bilimin yeniden keşfettiği dünyanın hareketine göre kutuplarında yılda 120, 6’ hareket ettiğini keşfetmiştir, ki bu bugün nütasyon olarak bilinir.

İşte Birunî, devrim niteliğindeki bu bilimsel buluşlarının ve zikretmediğimiz diğerlerinin geniş halk kitlelerine ve bilim dünyasına aktarılması konusunda, bunları eserlerinde kaydetmesine rağmen, bilim adamı ahlâklığının hassasiyeti ve temkiniyle işin zamana bırakılmasını tercih etmiştir. Bunun için gerekçesi, yüzyıllardır. Batlamyus astronomisi, mitoloji dediği Eflâtun ve Aristo felsefelerinin etkisiyle oluşmuş, sadece bilim geleneğinin değil kelâmî, felsefî ve dinî düşüncelerin sarsılacağına inanması olmuştur. (Birunî, el-Kanûnu’l-Mes’ûdî, Haydarâbad, 1945-56, c. I, s. 8-14) Aksi durumda, yani bulgularının hemen yaygınlaştırıldığında yukarıdaki gerekçe yüzünden bir kargaşa ortamının oluşmasıyla onların bilimsel değerinin anlaşılamayacağını düşünmüştür.

Dolayısıyla Birunî’nin bilim ve bilim ahlâkı anlayışında toplumsal önyargılarını ve o günün bilim ahlâkını, belki de gereğinden fazla hesaba katması söz konusudur. Birunî’den yüzyıllar sonraki bir devirde bile, Kopernik’in aynı şeyleri dile getirdiğinde Batı’da olup-bitenleri göz önüne getirdiğimizde, ona hak vermemek âdeta kaçınılmaz gibidir. Zaten Birunî, görüşlerini yaygınlaştırmak için çaba bile harcamış olsaydı, devrinin genel yapısı itibariyle, ne İslâm dünyası ne de Batı bunları o günlerde ne anlayacak, ne de bilimsel başka amaçlar için kullanılabilecek düzeydeydi. Birunî’nin görüşleri, âdeta çok erken doğan bebeğin durumuna benzemektedir.

b) Gazalî
Son örneğimiz, Gazalî (1058-1111)’dir. Bilim ahlâkından en çok söz eden bilginler arasında Gazalî vardır; o başta İhyâ, Kimyâ-yı Saadet ve özellikle de el-Munkız adlı eserlerinde çeşitli vesilelerle bilim adamlığı ahlâkını gündeme getirmiştir. Gazalî’yi buna âdeta mecbur eden, sadece bilimsel kaygıları değil aynı zamanda çağının bilim adamlarının olumsuz tavırları ile Bâtınîlik mezhebi üyelerinin toplumda yarattıkları fiili siyasî kavgalardır. Bu kargaşalığın bilim adına yapılması, Gazalî’yi bilim ve ahlâk arasındaki ilişkiyi düşünmeye sevk etmiştir. Tenkitçi bir zihin yapısına sahip olan Gazalî, bilim adamının ahlâkı konusunda, o gün var olan ve bilimsel zihniyetin çok gelişmiş olduğunu iddia ettiğimiz günümüzde daha da yaygın olan olumsuz bilim zihniyeti meselesini konu almıştır.

Gazalî bilindiği gibi, Aristo ve Meşşâîlerin metafizik görüşlerini tutarlı bulmayarak reddetmekle birlikte, mantık, matematik, fizik, astronomi ve tıp gibi o devirlerde felsefî kabul edilen bilimleri ve hatta bizzat disiplin olarak felsefenin kendisini reddetmemiştir. Gazalî’nin felsefecileri reddi, görüşlerinden dolayıdır; yoksa bilimsel mesleklerinden dolayı değildir.

Gazalî, bilim adamlarının birisi menfî, diğeri müspet olan iki bilimsel zihniyetinden söz eder. Böyle bir ayırımı iki noktaya bağlı olarak yapar. Birincisi bizzat bilimin kendisidir; ikincisi imandır. Gazalî bu ölçütlerin gerekçelerini açık-seçik açıklamakla birlikte, söylediklerinden biz onun, bilim ancak bilimle doğrulanır veya yanlışlanır düşüncesine sahip olduğunu; diğer taraftan imanı ölçüt almasının nedeni de, özellikle felsefî ve metafizik düşüncelerin doğruluğu ve yanlışlığı aklî kanıtların dışında başka kesim nesnel kanıtlar kullanılamayacağı için, imanı ve vahyi bilme ölçüt göstermiştir.

Menfî zihniyet, bilim adamının tenkit yetisi ve geleneğinin olmaması ile önyargılı ve öznel yaklaşımıyla oluşur. Buna mukabil müspet zihniyet, bilim adamının tenkitçi oluşu ve nesnel yaklaşıma sahip olmasıyla oluşur. Bu açıdan bakıldığında bilim adamının ahlâkını, Gazalî, bilimsel tenkitçilik ve nesnellik olarak görür.

Gazalî, bilim adamının sahip olması gereken tenkitçilik ve nesnellikle hem bilimin kendisinin korunacağına hem de bilimin, bu niteliklere sahip olmayan bilimciler tarafından kendi önkabullerini tasdik ettirmek için kullanılamayacağını söylemek ister; yani bilimin maksatlı yorumlanmasını engelleyeceğini düşünür.

Gazalî için, hiçbir bilimsel disiplin, disiplin olarak kötü değildir; ancak menfî, zihniyete sahip bilim adamları onları kötü gösterir. Kötü amaçlar için bilimi kullanabilirler. Veya bu aklî ve tabiat bilimleriyle uğraşanın kendisi, meseleleri iyi kavrayamazsa sapabilir. İşte bunun için Gazalî bilim ahlâkının esası olarak, dile getirmeye çalıştığımız gibi, taklide karşı tenkitçiliği ve bilimsel suiistimale karşı nesnelliği önermektedir. Günümüzde de sıkça gördüğümüz gibi, bugünün bazı bilim insanları bile hâlâ Gazalî’nin anlattığı menfî zihniyetten kurtulabilmiş değildir. Başka bir ifadeyle Gazalî’nin bilim adamında olması gereken bilimsel zihniyete ve ahlâka ilişkin söylediklerinin güncelliğini koruduğunu söyleyebiliriz.

Buraya kadar söylemeye çalıştığımızdan geçmişte Müslüman bilginlerin bilim ahlâkının çeşitli konuları ve meseleleriyle uğraştıkları anlaşılmaktadır. Onların görüşleri ile Kur’an-ı Kerim’in ve sünnetin bilim ve ahlâk hakkındaki öğretileri beraberce düşünüldüğünde bilim ahlâkının esasları olarak şu çıkarımlar yapılabilir.

1. İslâm ahlâkının genel esasları ve yasaları, bilim ahlâkının da esasları ve yasalarıdır.
2. Bilim ahlâkının, her bilim dalına ve o bilim dalının uygulaması olan mesleklere has özel esasları vardır. Bunlar bilimin nihaî amacına ve kullanımına ilişkin, doğruluk, güzellik ve faydalılık esaslarıdır.
3. Bilim ahlâkının doğruluk, güzellik ve faydalılık ölçütlerinin bilirlenmesi Kur’an ve sünnet öğretilerine ve bilimsel görüşlere dayanmalıdır. Birşey İslâm’a göre doğru, iyi ve faydalı ise, bilmen de doğrdur, veya bir şeyin doğruluğu, iyiliği ve faydalılığı bilimsel olarak tespit edilmiş ise, o İslâmî olarak da doğrudur, güzeldir ve faydalıdır.
4. Bilim yapma, bilimin hakkı için olacağı kadar Allah’ın hakkı ve insanlığın hakkı için de olmalıdır. Bu haklar esasen ayrı ayrı haklar değil aynı hakkın hak sahiplerine göre ifadesidir.
5. Bilim, hak ve hakikati aramak, ahlâk hak ve hakikatı yaşamak olduğuna göre, nihaî olarak düşünüldüğünde İslâm bilim ahlâkı, tabiatın yasalarının, aklın yasalarının ve Kur’an’ın yasalarının, hepsinin koyucusu Allah olduğu için bunların birbirleriyle çelişkili ve karşıt olamayacağını esas alır. Hatta bu esas dikkate alındığında mantıklı akıl yürütmenin ve doğruluk kazanmış bilimsel verilerin Kur’an-ı Kerim’in ve sünnetin önemli bir tefsir yolu olduğunu da kabul etmek gerekir. Kur’an-ı Kerim’de sıkça rastlanan “Ulû’l-elbâb” ifadesi bunun delillerinden bir tanesidir diye düşünebiliriz.

Sonuç olarak, bilimin ve hakikatin evrensel olduğu dşüncesiyle daha başta sormamız gereken soruya cevap arayabiliriz. islâmî veya İslâm’a göre bir bilim ahlâkı olabilir mi? Bunun cevabı şu gibi: Nasıl Allah tek olmasına rağmen dinler ve kültürler farklı Allah tasavvurundan bahsediyorsa, bilim ve hakikat evrensel ve tek olmasına rağmen aynı şekilde farklı bilim ahlâkı anlayışları vardır. Burada sadece bilimin veya hakikatın evrensel olması sorun teşkil etmiyor, esas sorun, bilimin günlük hayatımızda kullanımıyla ilgilidir. Böyle olunca, bilimin kullanımana dair veya kullanımının ortaya çıkaracağı sorunlara dair düşünceler, kişiden kişiye, toplumdan topluma, dinden dine, onların hayat tasavvurları ve gerçekleriyle farklılık göstereceğinden İslâm bilim ahlâkından bahsetmek bu açıdan anlamlı olmalıdır.


“İslâm düşüncesinde ve kültüründe varolan bilim ahlâkının temellerinden birisini Kur’an-ı Kerim’in ve sünnetin bilim, ahlâka ve ikisi arasındaki ilişkiye ilişkin öğretileri oluşturur.”


“Bilmen doğru olanın, doğruluk
değeri sadece iyi ve güzel değildir,
aynı zamanda faydalı olmadır. Her bilim iyi ve güzeldir fakat faydalı olmayabilir; bu doğru hakikat ve hakk ifade etmez. Ancak faydalı doğru,
hakikat ve hak ifade eder.”