Makale

Şair Nabi ve Hikmet Şiiri

Şair Nabi ve Hikmet Şiiri

Prof. Dr. Namık Açıkgöz
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Edebiyat Fakültesi

Nâbî, ilâhî sırların yanı sıra, toplumsal ilişkilerin arkasında yatan bireysel ve toplumsal hikmetleri fark edip dile getiren bir şâirdir. Bunun yanında Nâbî’nin zaman zaman bir zekâ taşmasının göstergesi olarak hikmetleri ironik bir şekilde ifade ettiği de görülür.

Hikmet, esas itibarıyla “eşyanın sırrına ve künhüne vâkıf olmak ve bu vukufiyeti ifade etmek”tir. Diğer yandan hikmet, insan zihni ile obje (şey-şeyler) arasındaki, zihin, zekâ ve keşif merkezli bir işleyişle üretilen bir bilgidir. Edebiyatta buna retorik/belagat da eklenir. Retorik de zihin, zekâ ve keşif çerçevesinde tezahür ederek şey’lerdeki keşif ile dilsel/lisani keşif birleşir. Böylece anlam ve ifade güzelliği ortaya çıkar. Kısaca “görme, algılama, yorumlama ve ifade etme” merhalelerinin sonunda dile getirilen şeydir hikmet.
Batı hikmeti eşyanın zahirî boyutunda kalmışken, Doğu hikmeti ve özellikle İslam dünyasında hikmet, ilahî sırların kul tarafından keşfedilmesi demektir. İslam dünyasında bazı keşifler dile getirilmiş, bazıları da dile getirilmemiştir. İlahî bilgi, ilm-i ledün sahipleri tarafından keşfedilirken, bu sırri bilginin faş edilip (kamusallaşıp) faş edilmeyeceği (kamusallaşmayacağı) da öğretilir. Faş etmemesi gerektiği hâlde sırri bilgiyi faş eden cezalandırılır. Mesela tasavvuf ehli, Hallac-ı Mansur’un faş edilmemesi gereken bilgiyi faş ettiği için cezalandırıldığına inanır.
İlahî sırların yanı sıra, bir de asıl itibarıyla ilahî sır olmakla beraber, toplumsal yaşayışta tecelli eden sırlar da vardır ki bunlar insanın insanlarla, tabiatla, kavramlarla ve eşya ile ilişkilerinde gizli olan bilgilerdir. Bu tür bilgiler, gene zekâ ve keşif merkezli bir işleyişle fark edilir ve aynı şekilde zekâ ve keşif ile ifade edilirler. Toplumsal tecrübelerle fark edilen bu sırların bir kısmı, atasözü olarak dillerde dolaşır. Bireysel keşif ve ifade olan hikmetlerin bir kısmına “vecize” denmektedir. Bu tür keşif ve ifadelerin en yoğun olduğu bir alan da şiirdir.
Şiirde, keşfe dayanan kelimeler arası ilişki özgünlüğü ile beraber, eşyanın künhüne vakıf olanların keşfi bir araya geldiğinde, “şiirde hikmet” ortaya çıkar. Klasik Türk şiiri döneminde de bunun en büyük örneği şair Nabi ve şiirleridir.
Nabi, yeryüzünün ve gökyüzünün tamamen hikmetli sırlarla dolu olduğunu ve bunları fark etmek için, başta keşif zihniyeti olması gerektiğini, bunun yanı sıra bu sırrı görecek göz ve ifade edecek ağız gerektiğini şöyle söyler:
Leb-â-lebdür zemîn ü âsmân esrar-ı hikmetden
Velîkin keşf ü tahkîka sezâ çeşm ü dehen gerekdür
Nabi, bir başka beytinde kâinat kitabının hikmet sırlarıyla dopdolu olduğunu ama cihanın onları anlayıp idrak edemeyecek cahillerle dolu olduğunu; esas bunlardan şikâyetçi olduğunu söyler:
Kitâb-ı kâ’inât esrâr-ı hikmetle leb-â-lebdür
Şikâyet cehlden feryâd bi-idrâkliklerden
Varlık dünyasının sırlarla dolu olduğunu bilen Nabi, şiirlerinde, daha çok insan ve toplum, insan ve kavram arası ilişkilerdeki sırları ifade etmiştir.
Bugün dilimizde birer vecize gibi dolaşan hikmetli beyit ve mısralar söyleyen Nabi’nin meşhur beyit ve mısralarından bazıları şunlardır:
Bâğ-ı dehrin hem hazânın hem bahârın görmüşüz Biz neşâtın da gamın da rûzigârın görmüşüz
Hayat tecrübesine ve yaşanmışlığa dayanan bir ömrün insani birikiminin zenginliğini anlatan bu beyit, aynı zamanda, seçilen kelimeler ve bunların birbiriyle ilişkisi açısından, bir retorik/belagat harikasıdır. Şair, ilk mısrada hüznün sembolü olarak hazanı, sevinç ve mutluluğun sembolü olarak baharı zikreder; bunlara paralel bir şekilde, ikinci mısrada neşat (sevinç) ve üzüntü (gam) kelimelerini zikreder.
Nabi’nin dillerde dolaşan bir başka hikmetli mısraı ise şudur:
Sitem hep âşinâlardan gelür bîgâneden gelmez
Bu mısrada Nabi, yaşanmışlık eseri olan bir sonucu dile getiriyor. Bilindiği gibi, insanlar arası ilişkide, zaman zaman husumet, düşmanlık, kızgınlık, öfke gibi olumsuz duyguların varlığı beslemesi söz konusudur. Bunlardan birisi, sitemdir. Birisini nazikçe eleştirmek demek olan sitem, aşinalara, yani nazının geçeceklerine edilir; hiç tanınmayan birine sitem edilmez. Düşmana zaten sitem edilmez.
Nabi’nin bir başka meşhur mısraı da şöyledir:
Kenârun dilberi nâzik de olsa nâzenîn olmaz
Nabi, bu mısraında, kenar (taşra)’nın güzeli ile şehrin güzelini mukayese eder ve şehirdeki işlenmiş hâl-hareket ve tavrın, taşraya göre daha ince ve daha işlenmiş olduğunu belirtir.
Nabi, merkez-taşra (kırsallık-kentsellik) farkını, köklü ve kadim bir ayrım olan, kırsalda “emek yoğun”, kentte “bilgi yoğun” bir oluşum sergilendiğini, “arif-bahadır” mukayesesinde şöyle belirtir:
Hünerün var ise bir şehrde bir ârif bul Yoksa her karyede bir nice bahadır bulınur
İnsanlığın, her dönemde doğruya yönelmek yerine maddiyata yöneldiğini ise Nabi, şöyle söyler:
Kâfir-dilân-ı hırs ferâamûş idüp Hak’ı Şimdi sanem-misâl perestiş guruşadur
Nabi, maddiyat düşkünlüğünü eleştirdiği bir başka beytinde, aslında hiçbir maddi zenginliğe rağbet etmemesi gereken Müslümanların dahi, caminin vakıftan mahrum eski olanına değil, zengin vakıflı olanına rağbet ettiklerini şu beytinde ifade eder:
Şöhreti mâl iledür ma’bed-i İslâmun da Câmi’-i köhne-i bî-vakfa cemâ’at gelmez
Nabi, inançlı bir Müslüman olarak, devrinin Müslümanlarının tavırlarını da hikemi bir şekilde eleştirir. Mesela aşağıdaki beytinde Nabi, camilerin ramazanlarda ağzına kadar dolduğunu ve bu yüzden normal zamanda camilere gelenlerin ramazan ayında yer bulamadıklarını söyler:
Zihâm o gûne cevâmi’de rûz-ı rûzede kim Mülâzımân-ı kadîmü’z-zamâna yir kalmaz
Cenneti, baba mirası bir ev olarak gören Nabi, kendisini bu mirastan kimsenin mahrum edemeyeceğini, ironik bir şekilde şöyle dile getirir:
Kimdür bizi men’ eyleyecek bağ-ı cinândan Mevrûs-ı pederdür girerüz hâne bizümdür
Nabi, bu dünyaya tamah etmeme fikrini açıkladığı şu beytinde, öyle bir fakirlik anlayışından bahseder ki, en müflisler için bile iki cihanı bir zekât olarak vermek, bir alçaklıktır; çünkü sahip olunan muhabbetullahtır ve zekâtın kırk katı bile bu zenginliğin yanında hiçbir değer ifade etmez:
Biz ol fukarâyuz k’olınur add-i denâ’et Kevneyni zekât eylemek en müflisümüzde
Toplumda, boş konuşanların hoş karşılanmadığını bilen Nabi, boş konuşma ile horozun ötmesini mukayese eder ve horozun ötmesini, boş konuşmaya tercih eder. Çünkü horoz, ötmesinin anlamını bilmezse de hiç olmazsa ne zaman öteceğini bilir:
Sühan-ı bîhûdeden hoş gelür avaz-ı horûs Bari ma’nasını bilmez ise de hengâmı bilür
Verilen örneklerden de anlaşılacağı üzere Nabi, ilahî sırların yanı sıra toplumsal ilişkilerin arkasında yatan bireysel ve toplumsal hikmetleri fark edip dile getiren bir şairdir. Bunun yanında Nabi’nin zaman zaman bir zekâ taşmasının göstergesi olarak hikmetleri ironik bir şekilde ifade ettiği de görülür.