Makale

Sinema ve Din

Sinema ve Din

Yrd. Doç. Dr. Bilal YORULMAZ
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Sinema milyonlarca insana hızlı bir şekilde ulaşmasına rağmen, etkisi yavaştır. Sinema devrim yapmaz. Toplumu yavaş yavaş değiştirir. Önceleri yalnızca filmlerde görülen insanlar, bir süre sonra sokaklarda dolaşmaya başlarlar.

Jack Shaheen’in yaptığı bir araştırmaya göre, Hollywood filmlerinde yer alan 900 Müslüman karakterden sadece 12 tanesi olumlu tipleme içermekte, 50 tanesi de iyi-kötü karışık karakterler olarak sunulmaktadır.

Toplum üzerinde çok güçlü bir etkiye sahip olan sinema, irşat ve tebliğ filmleri vasıtasıyla din eğitimine yardımcı bir araç olarak kullanılabilir. İrşat filmleri, mesajını açıktan vererek bir dinin mensuplarını bilgilendiren, heyecanlandıran, coşturan filmlerdir.

Sinemanın en umulmadık olumsuz etkisi ise, yeni bir din oluşturmasıdır. Star Wars (Yıldız Savaşları) serisinde geçen ve Jedi savaşçılarının dini olan Jediism günümüzde Hristiyan toplumlarda taraftar bularak yayılmaktadır.

Bazı filmler ise, dinle ilgili olumlu ya da olumsuz bir konuya sahip olmazken, sahne aralarında olumsuz mesajlar içermektedirler. Bu filmler böylece daha sinsi bir yol takip etmektedirler.
1894 yılında Edison’un Kinetos-kop’u icadı ve 1895 yılında Lumiere kardeşlerin Paris’teki Grand Cafe’de ilk sinematograf gösterimini yapmaları ile yedinci sanat doğmuştur. İlk yıllarda sanat olarak kabul görmeyen ve tiyatro salonlarında gösterilen filmler zamanla hak ettiği değeri bulmuş ve kendi salonlarına sahip olmuştur. İngilizceyi yeterince bilmeyen göçmenler için, filmler en önemli eğlence aracı hâlini almış, böylece filmler ABD’de getirisi yüksek bir sektör oluşturmuştur.
Çoğunluğu göçmen Yahudilerden oluşan ve Edison’a patent ücreti ödememek için Los Angeles’a kaçan küçük film üreticileri Hollywood’u kurmuştur. Ahlaki değerleri zayıflatan Hollywood filmlerine karşı Hristiyan halktan ve dinî önderlerden tepkiler gelmiş, Hollywood ise Hz. İsa’nın hayatını konu alan dinî filmlerle bu tepkileri yumuşatmıştır. Yahudilerin ve Hristiyanların gayretleriyle, günümüze kadar Hz. İsa’nın hayatı ile ilgili iki yüzden fazla film çekilmiştir. Bu filmlerin incelendiği onlarca kitap ve makale yayınlanmış, ilahiyat fakültelerinin bünyesinde bunlarla ilgili bölümler açılmış, “sinema ve din” adlı lisans dersleri okutulmuştur. Ayrıca popüler Hollywood filmlerinin din eğitiminde kullanımı üzerine teorik ve pratik birçok bilimsel araştırma yapılmıştır. Sinema ve din alanındaki bu çalışmalar günümüzde artarak devam etmektedir.
İslam ülkelerinde ise durum çok daha farklı bir şekilde gelişmiştir. Türkiye ve İran gibi İslam ülkelerine sinema yabancılar veya azınlıklar vasıtasıyla girmiştir. İlk zamanlarda, ülkedeki azınlıklar sinemaya ilgi göstermiştir. Sonradan gelen “Muhsin Ertuğrul” gibi yönetmenlerin, ürettikleri filmlerin halkın manevi değerleriyle çatışması sonucu, dindar halk sinemadan soğumuştur. Bu nedenle uzun yıllar dindar halk, film üretmek bir yana, film izlemeyi bile günah olarak görmüştür.
1970’li yıllarda millî sinema akımı ile dindar halk sinemaya ilgi göstermeye başlamıştır. Millî sinema akımına mensup kişilerin samimi gayretleri sonucu önemli adımlar atılmış, fakat nitelik ve nicelik olarak istenen seviye yakalanamamıştır. Günümüzde de sinema ve din konusunda teorik ve pratik alanda yeterince bilimsel çalışma yapıldığı söylenemez. 2000’li yıllardan sonra bazı çalışmalar yapılmışsa da bunlar henüz alanın hak ettiği ve dünyada geldiği noktada değildir. Buna rağmen bazı STK’ların çabalarıyla açılan kısa film, senaryo kursları, konu ile ilgili yapılan yüksek lisans ve doktora tezleri, alana yönelik kitap çalışmaları ve 21-24 Mayıs tarihlerinde İstanbul’da düzenlenen, sinema ve din alanında uluslararası üne sahip akademisyenlerle alanı yeni tanıyan Türk akademisyenleri bir araya getiren 2015 Uluslararası Sinema ve Din Sempozyumu umut veren çalışmalardır.
Sinema, insan üzerindeki psikolojik ve sosyolojik gücü sayesinde çok büyük bir eğitim değerine sahiptir. Sinema filmleri büyülü atmosferler kurarak, insanları özellikle çocukları ve gençleri etkisi altına alırlar. Şiddet filmleri zayıf karakterli kişileri pısırıklaştırırken, şiddete eğilimli kişileri de saldırganlaştırır. Normal insanlarda ise, şiddete eğilim geliştirir. İzlediği filmlerden etkilenerek cinayet işleyen, adam yaralayan, uçmaya çalışan çocuk ve gençler bu durumu ortaya koymaktadır.
Elbette ki, filmler sadece olumsuz yönde insanları etkilememekte, olumlu davranışların kazanılmasında da kullanılabilmektedirler. Güzel davranışlara yer veren, olumsuz davranışların acı sonuçlarını ortaya koyan filmler insanları iyi davranmaya sevk etmektedir. Ayrıca film-terapi denilen bir yöntemle de, psikolojik rahatsızlıkları olan kişiler tedavi edilmektedir.
Sinema milyonlarca insana hızlı bir şekilde ulaşmasına rağmen, etkisi yavaştır. Sinema devrim yapmaz. Toplumu yavaş yavaş değiştirir. Önceleri yalnızca filmlerde görülen insanlar, bir süre sonra sokaklarda dolaşmaya başlarlar. Bu şekilde sinema, toplumda yavaş ama köklü değişiklikler oluşturur.
Toplum üzerinde çok güçlü bir etkiye sahip olan sinema, irşat ve tebliğ filmleri vasıtasıyla din eğitimine yardımcı bir araç olarak kullanılabilir. İrşat filmleri, mesajını açıktan vererek bir dinin mensuplarını bilgilendiren, heyecanlandıran, coşturan filmlerdir. İrşat filmlerini üç grupta incelemek mümkündür: Epik filmler, belgesel filmler ve eğitim filmleri. Çağrı, Ömer Muhtar gibi epik filmler örnek şahsiyetlerin hayatlarını anlatır, inananlara coşku vererek onları bilgilendirirler. İrşat filmlerinin ikinci türü olan belgesel filmler, kâinat kitabının ayetlerini içerisinde barındırırlar. Kâinattaki bütün canlı ve cansız varlıklar kendi dilleriyle Allah’ı (c.c.) anlatırlar. Belgesel filmler de kâinatın sözcüsü gibidirler. Bu bakımdan belgesel filmler Kur’an ayetlerinin ışığı altında seslendirildiklerinde, iyi bir din eğitimi aracı olurlar. Eğitim filmleri ise, sırf bilgilendirme amacıyla üretilen, genellikle namaz, oruç, hac gibi konularda bilgiler içeren, didaktik bir üslup kullanan filmlerdir.
Tebliğ filmleri, dinî değerleri ve inançları didaktik bir söylem kullanmadan, mecaz ve semboller aracılığıyla aktaran filmlerdir. Bu filmler mesajlarını sembollerle ifade ettikleri için insanlar tarafından propaganda olarak algılanmazlar ve mesajlarını karşıt görüşteki kişilere de ulaştırabilirler. Bu bakımdan irşat filmlerinden daha etkilidirler. Tebliğ filmleri üç gruba ayrılır: “Mesajını Alt Metinlerle İleten Filmler”, “Evrensel Değerleri İşleyen Filmler”, “Yalnızca 1-2 Sahnede Dinî Mesaj Veren Filmler”. İlk gruptaki filmler en etkili tebliğ filmleridir. Mesajını alt metinlerle, sembollerle ifade ederek izleyicilerin bilinçaltına hitap ederler. Böylece mesaj, olası tepkilerden kurtularak izleyicilere aktarılır. Horton Hears A Who (Horton) materyalizmi, Animal Farm (Hayvan Çiftliği) komünizmi, City Of Ember (Kor Şehri) cahiliye Mekkesi gibi köhne sistemleri alt metinlerinde eleştirmektedir. Böylece propaganda yaftası yemeden, mesajlarını etkili bir şekilde iletmektedirler. İkinci gruptaki tebliğ filmleri ise, evrensel değerleri işlerken aynı zamanda dinî değerleri de işlemiş olmaktadır. Örneğin Bacheha-Ye Aseman (Cennetin Çocukları) filmi, diğerkâmlık, fedakârlık, doğruluk ve sevgiyi işlerken, aynı zamanda İslam’ın ahlaki değerlerini aktarmış olmaktadır. Üçüncü gruptaki filmler ise taşı gediğine koymakta ve uzun ahlak dersleri vermek yerine kısa ama etkili mesajlar vermektedirler. Bu tür filmler, aynı zamanda dinin hayatın ayrılmaz bir parçası olduğu gerçeğini de ortaya koymaktadırlar.
Sinema din eğitimini engelleyen bir araç olarak da kullanılmaktadır. Sinema çeşitli yollarla insanların din eğitimi almasını zorlaştırmaktadır. Bu yollardan ilki dindarları, dinî kavramları ve dinî değerleri küçük düşürme, kötü göstermedir. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren Türk sinemasında dindar karakterler yalancı, düzenbaz, şehvet düşkünü, vatan haini olarak sunulmuştur. Tek parti döneminin tek yönetmeni olan Muhsin Ertuğrul’la başlayan bu olumsuz tutum, sonraki dönemlerde de devam etmiştir. Bu filmlerde dindarlar ve din adamları, köydeki zengin zalim ağanın yanında olan, onun halkı ezmesine yardım eden ya da ev sahibi olup kiracısına zulmeden insanlar olarak resmedilirken din, insanları kandırmak için kullanılan bir afyon olarak sunulmuştur. Böylece dindarların ve din adamlarının toplumdaki itibarı yıkılmak istenmiştir.
Türk sinemasının kullandığı bir diğer yol ise, dinî çağrışımlı isimleri alay edilen ve toplumun alt sosyokültürel ve ekonomik tabakasında bulunan karakterlere vererek bu isimlerin ve temsil ettikleri dinin itibarını yıkmaktır. Böylece din fakirlere, cahillere, saflara özgü olarak algılanmaktadır. Bununla ilgili en somut örnek “Şaban” ismidir. Müslümanlarca kutsal kabul edilen bir aya ait olan ve erkek çocuklarına ad olarak verilen bu isim, günümüzde itibarını kaybetmiştir. 1960’lı yıllarda, yılda yaklaşık 3000 bebeğe bu isim verilirken “Hababam Sınıfı” ve diğer bazı filmlerin etkisiyle 2009 yılında sadece 113 bebeğe “Şaban” adı verilmiştir. Diğer birçok dinî referanslı isimde de durum aynıdır. İki isme sahip olan çocuklar dinî referanslı olan isimlerini tercih etmemekte, bu isimlere karşı cephe almaktadırlar.
Filmlerin din eğitimine olumsuz yönde etki eden yönlerinden biri de, dinî konularda özellikle ibadetlerle ilgili konularda yanlış bilgiler, görüntüler içermeleridir. Dinî konularda bilgi sahibi olmayan yönetmen ve oyuncuların elinden çıkan filmlerde genellikle böyle hatalara rastlanmaktadır. Yanlış öğrenilen bilgiler zihinde yerleşmekte ve ileriye ket vurma gerçekleşerek, sonradan doğru bilgilerin öğrenilmesi güçleşmektedir.
Bazı filmler ise, dinle ilgili olumlu ya da olumsuz bir konuya sahip olmazken, sahne aralarında olumsuz mesajlar içermektedirler. Bu filmler böylece daha sinsi bir yol takip etmektedirler. Örneğin Wild At Heart filminde ABD’de ve Hristiyanlar arasında geçen bir olay anlatılırken, sahne aralarında İslam’a saldırılmaktadır. Film boyunca Doğu’ya ait her şey kötülenmekte, Batı huzurun sembolü olarak kullanılmaktadır. Bir sahnede bir cinayet şebekesinin lideri, katillerine bir zarf vererek bu zarfın içindeki şeyi maktülü öldürmeden önce göstermelerini istemektedir. İlerleyen sahnelerde ise zarfın içindekinin, üzerinde “Allah” yazılı bir yüzük olduğu görülmektedir.
Sinemayı din eğitimini engelleyen bir araç olarak kullanmanın bir diğer yolu ise, bilinçaltı mesajlar kullanmaktır. Bilincin fark edemeyeceği hızda ekrana gelen ya da görüntünün içine gömülen yazı ve resimlerle bilinçaltına yönelik mesajlar verilmektedir. Genellikle cinsellik ve şiddet içerikli olan bu mesajlar, insandaki kuvve-i şeheviye ve kuvve-i gadabiyeyi aşırı şekilde uyararak insan şahsiyetindeki dengeyi bozmaktadır. Böylece şahsiyet dengesi bozulan kişilerin din eğitimi de zorlaşmaktadır.
Özellikle Hollywood filmlerinin kullandığı yol ise, Müslümanları ve İslam’ı terörle ilişkili göstermektir. Jack Shaheen’in yaptığı bir araştırmaya göre, Hollywood filmlerinde yer alan 900 Müslüman karakterden sadece 12 tanesi olumlu tipleme içermekte, 50 tanesi de iyi-kötü karışık karakterler olarak sunulmaktadır. Özellikle 11 Eylül’den sonra Müslüman terörist imajında artış görülmüş, böylece insanların İslam dininden uzak durmaları amaçlanmıştır.
Sinemanın en umulmadık olumsuz etkisi ise, yeni bir din oluşturmasıdır. Star Wars (Yıldız Savaşları) serisinde geçen ve Jedi savaşçılarının dini olan Jediism günümüzde Hristiyan toplumlarda taraftar bularak yayılmaktadır. Yakın zamanda yapılan nüfus sayımlarında Avustralya’da 70.000 kişi, İngiltere’de 390.000 kişi kendisini Jedi olarak tanımlamıştır. Böylece sinema batıl, hayali bir dinin kurulmasına öncülük etmiştir.
Görüldüğü üzere sinemanın dinle uzun soluklu bir serüveni vardır ve bu alan araştırmaya değer birçok konu ve problem barındırmaktadır. Sinema ve dinin kesiştiği nokta birçok problemin yanında çeşitli imkânlara da sahiptir. Bu problemlerin ve imkânların tespiti akademisyenlerin omuzlarına önemli bir sorumluluk yüklemektedir. Akademik çalışmalar, bu alanın kapsamına giren pratik çalışmalara zemin oluşturmalı, yol göstermeli; yönetmen ve senaristler ise daha nitelikli çalışmalar üretebilmek için bilimsel çalışmaları dikkate almalıdırlar.