Makale

Afrika’nın Müslüman Toplumları: Berberiler

GEÇMİŞ ZAMANIN İZİNDE

Afrika’nın Müslüman
Toplumları: Berberiler

Yrd. Doç. Dr. Muhammed TANDOĞAN
İstanbul Medeniyet Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi

ESKİ Yunan kaynaklarında ‘Barbaroi’ ve Latin kaynaklarında ise ‘barbari’ yani ‘barbar’ olarak zikredilen Berberiler, tarihin eski dönemlerinden beri bilinen bir kavimdir. Romalılar, Kuzey Afrika topraklarını işgale yöneldiklerinde bu coğrafyada en sert mukavemeti bu halktan gördüler ve dolayısıyla kendilerine direnen bölge halkını da ‘barbarlar’ anlamına gelen ‘barbaros’ şeklinde isimlendirdiler. Bu topraklara ulaşan Araplar ise, Doğu Romalılardan duydukları bu ifadeyi, ‘berber’ olarak telaffuz ettiler. Buna rağmen Berberi kabileler, tarih boyunca kendilerine ‘hür adam’ manasına gelen ‘imaziğen’ demekteydiler.
Arap tarihçiler, bu kabilelerin Yemen veya Kenan illerinden, Hz. Davud’un, Calut’u öldürmesinden sonra Berka’dan Atlas Okyanusu’na kadar bütün Kuzey Afrika topraklarına yayıldıklarını kaydetmektedirler. Ancak tarihî seyir içinde bu kabilelerin bölgesel bir isimlendirmeye tabi tutuldukları anlaşılmaktadır. el-İdrisi, Berberilerin yüzlerini ve ağızlarını kapatmak için yün kumaşlar kullandıklarını vurgularken; el-Bekri, Sahra coğrafyasındakilerinin ‘peçeliler’ manasına gelen “ehl-i lisam/el-mülessimun” namıyla ün saldıklarını teyit etmektedir. Arap seyyahlardan İbn Battuta meşhur Seyahatnamesinde ve İbn Haldun, müellifi olduğu Kitabü’l-İber adlı eserinde ise 14. yüzyılda bu peçeli kabilelerin ehemmiyeti haiz konumlarına ve bölgenin siyasi, ekonomik ve sosyo-kültürel yapısındaki etkilerine dikkatleri çekmekteydi. Berberiler üzerine araştırmalarını sürdüren tarihçilere göre; bu peçeli kabilelerin vatanları, Trablus’un güneyindeki Gadamis’ten Atlas Okyanusu’na, kuzeyden Senegal Nehri’ne; buradan da Nijer’i aşarak Büyük Sahra’nın orta bölgelerine kadar uzanan geniş bir coğrafyayı kapsamaktaydı.
Coğrafi şartların zorluğu yanında cengâver bir yapıya sahip olan Berberiler, tarih boyunca farklı kabilelere ayrılmış ve tek bayrak altında birleşerek bir güç oluşturamadıkları için dışarıdan gelen işgal teşebbüslerine karşı koyamamışlardı. Bilhassa Bizanslılar, Kuzey Afrika’da Numidya Krallığı’nı ortadan kaldırarak, yaklaşık beş yüzyıl boyunca sürecek olan hâkimiyetini Berberiler üzerinde tesis etti ve Kuzey Afrika topraklarını eyaleti olarak Roma’ya bağladı. Ancak bağımsızlığına düşkün olan bu kabileler, Sahra istikâmetinde iç kesimlere doğru çekilerek bağımsızlıklarını elde etmek için mücadele yolunu tercih ettiler ki, 3. yüzyıldan itibaren bu isyanlar giderek etkisini arttırdı ve Roma otoritesinin tedrici olarak zayıflaması yanında bilhassa Büyük Sahra coğrafyasının yeniden şekillenmesine sebebiyet verdi.
Diğer taraftan Avrupa’da ortaya çıkan kavimler göçü, İspanya üzerinden Afrika’ya olan göçlerde büyük bir artışı da beraberinde getirdi. Bir yandan Vandallar, diğer yandan ise Bizans ile mücadelesini sürdüren Berberi kabilelerden öne çıkanlar, İslam fetihleri öncesinde üç ana kola ayrıldı: Sanhaceliler, Lüvateliler ve Zenateliler. İslâmiyet buraya gelene kadar bu kabileler, tarihî süreç içerisinde farklı uygarlıkların yönetimi altında kaldılar ve bu idari mekanizmalar, bölge kabilelerinin Hristiyanlığa meyletmeleri için büyük çaba sarf ettiler. İslam fetihleri başladığındaysa göçebe kabilelerin tamamı, bilhassa Kuzey Afrika’nın sahil şeridinde yaşayanları, her ne kadar Bizans’ın idaresi zayıf olsa da bütün ülke genelinde yayılmış bir durumdaydılar. Tek bir bayrak altında toplanamadıkları için siyasi bir teşekkülden mahrum olan bu kabilelerin dağınık bir yapıya sahip olması, Müslüman fatihlerin bölgede hâkimiyet sürecini oldukça kolaylaştırdı.
Arap fatihlerinin bu bölgede güçlü bir etkiye sahip olan “peçeli” kabilelerle ilk temasları, ribat kurdukları Mağrib’in güneyinde gerçekleşti. Bu göçer toplumların kökenleri, Himyer b. Sebe’ye dayanmaktaydı ve Mağrib’in Sah-ra’ya yakın olan güney bölgelerinde hayat sürüyorlardı. Nitekim ikinci Raşit Halife Hz. Ömer zamanında büyük bir hızla devam eden fetihler, Berka üzerinden Fizan bölgesine kadar uzandı. Bölgedeki ilk İslam fetihleri hızla devam etmekteydi ve Muaviye dönemine gelindiğinde Kuzey Afrika’daki Muaviye b. Hudeyc, Ukbe b. Nafi‘ ve Ebü’l-Muhacir gibi komutanlar, Berberi kabile reisleriyle ilk ciddi temasları kurdular ve Bizans ile mücadelede bu kabilelerden büyük askerî destekler sağladılar. Bilhassa bazı Berberi kabile reisleri ile maiyetindekilerin İslam dinine girmesiyle birlikte bölgenin siyasi tarihinde âdeta yeni bir sayfa açıldı. Bu tarihten itibaren artık Berberiler, İslam dininin adeta hizmetkârı oldular, ilim ve irfanda öncülük ettiler ki içlerinden İbn Haldûn ve İbn Battûta gibi nice değerli âlimler yetişti.
Emevi hilafetinin son yıllarında patlak veren iç karışıklıklar ve devlet otoritesinin giderek gücünü kaybetmesi sonrası oluşan idari boşluğu dolduran Abbasi hanedanı da merkezi otoriteyi güçlendiremeyince, Kuzey Afrika’da Berberi hanedanlıklar Cezayir, Fas, Tunus, Moritanya, Batı Sudan, Senegal, İspanya ve Balear Adaları’na kadar uzanan bölgede varlık göstermeye başladılar. Kuzey Afrika’ya İslâm’ın ulaşması sonrasında Rüstemiler (761-909), Midrariler (758-976), İdrisiler (789-974), Fatımiler (909-1171), Ziriler (972-1090), Hammadiler (1015-1152), Murabıtlar (1090-1147), Muvahhitler (1121-1269), Meriniler (1196-1465), Hafsiler (1228-1574), Abdülvadiler (1235-1550), Vattasiler (1428-1549) ve Sa‘diler (1511-1659) gibi birçok devlet tarih sahnesindeki yerini aldı. Lemtune, Sanhace, Hevvare, Zenate, Cüdale ve Lamta gibi Berberi kabileler, bu devletlerin kuruluş süreçlerinde yer aldılar ve Mağrip ile Sahra üzerinden Biladüssudan bölgelerinde İslam’ın yayılmasında tarihî bir misyon üstlendiler. Bu kabileler, tarihî süreç içerisinde kuzey ve güneydeki şehirleri fethettiler ve Sahra transit ticaretine yön veren hâkim güç olmalarının da avantajıyla Tinbüktü’ye kadar inançlarını hızla yaymayı sürdürdüler.
Kuzey Afrika’da kurulan devletler içerisinde önemli bir etkiye sahip olan Fatımilerin uyguladığı politikalar, bilhassa Berberilerin tarihî seyrinde önemli değişikliklere sebebiyet verdi. Zorunlu göç politikaları neticesinde Nil nehrinin batısına geçerek Berka’ya (Bingazi) ulaşan Benî Hilal ve Benî Süleym Arap kabilelerinin Berberilerle karşılıklı etkileşime girmesi, zaman içerisinde melez bir ırkın tezahür etmesini ve yüzyıllarca sürecek olan Berberi-Arap kardeşliğinin de ilk nüvelerini oluşturdu. Hususiyetle Benî Hilal akınları bölgede yeni bir toplumsal yapı geliştirdi. Öyle ki, Berberi toplulukları İslamiyet konusunda epeyce ileri seviyelere yükselince, yeni gelenler onlardan fazlasıyla istifade ettiler. Bu sayede âdeta İfrikıye’de yeniden İslamlaşan bedevi Araplar, daha çok Müslüman âlimlerin aydınlattığı Berberilerden farklı biçimde dinin tasavvufi yönüne ağırlık verdiler. Berberilerin mezhebi, bütün Kuzey Afrika kavimlerinin genelinde olduğu gibi, Sünni-Maliki idi. Nitekim Berberi hanedan aileleri Fas, Meknes, Taza, Tilimsan ve Cezayir’de dinî ilimlerin öğretildiği, devrin memurlarının yetiştiği ve aynı zamanda Maliki okulları olarak da bilinen Zeytuniye ve Karaviyyin gibi çok sayıda medrese açtılar.
İspanyollar ve Portekizliler, Gırnata’nın 1492 senesinde düşmesinden sonra Kuzey Afrika’nın işgaline ve burada yaşayan Müslümanlar ile Musevileri Endülüs’ten sürmeye başladılar ve büyük yıkımlara sebebiyet verdiler. Bilhassa 1501’de Gırnata’da Müslümanların ayaklanması, İspanyolların işgal politikalarının artmasına zemin hazırladı. Bu durum Arap-Berberi coğrafyasının tamamının ve Kuzey Afrika’nın güneye uzanan sınırlarının tehditle karşı karşıya kalması manasına geldiği için Osmanlıların, Hint Okyanusu’ndan Kuzey Afrika sahillerine kadar olan geniş coğrafyaya hâkim olmasını tabii ve jeostratejik bir zorunluluk olarak ortaya çıkardı. 16. yüzyıl sonrası oluşan bu siyasi tablo, Osmanlı-Berberi kardeşliğinin sağlam temellerinin oluşmasını sağladı. Kuzey Afrika’daki Berberi-Arap unsurlar, bilhassa Osmanlıların Garp Ocakları çatısı altında yönettikleri Trablusgarp, Cezayir ve Tunus eyaletleri ile Mağrip’den Sahra’nın güneyinde kalan Müslüman sultanlıkları arasındaki münasebetlerde âdeta bir köprü görevi gördü. Dolayısıyla dışarıdan olmanın aksine içeriden bir unsur olarak Berberiler, Kuzey Afrika’nın bilinen en eski halkı olarak Afrika’daki varlıklarını sürdürdüler ve sürdürmeye devam etmektedirler.
Afrika’daki Avrupa sömürgeciliğine meydan okuyanlar arasında Fas’ta Muiz b. Badis, Abdülkerim er-Rifi, Cezayir’de Emir Abdülkadir, Libya’da Muhammed es-Senusi, Fas’ta VI. Muhammed, Cezayir’de Hüvari Bû Medyen, Tunus’ta Beylik ailesi ilk akla gelenlerdi. Büyük bir kısmı devlet kuran veya bağımsızlık sonrası kurulacak yeni devletlere fikir babalığı yapacak olan bu liderler, hâkimiyetleri altındaki toprakların sömürgeci devletlerin nüfuzu altına girmesine karşı çıktılar. 1830’da Fransızlar tarafından Cezayir’in işgaliyle başlatılan süreç, 1857’de Kabiliye’nin ele geçirilmesiyle devam etti. 1950’li ve 60’lı yıllarda Afrika kıtasındaki modern devletleşme sürecinde sırasıyla Fas, Tunus ve Cezayir ülkeleri bağımsızlıklarını elde ettiklerinde, Berberiler dil, kültür ve millî kimliklerini muhafaza ederek geliştirebilecek elverişli koşullara ulaşabileceklerini sandılar ancak beklenen olmadı. Berberiler, 1965 yılından itibaren başta Fransa olmak üzere pek çok Avrupa ülkesine göçmen işçi ve mülteci statüsünde gitmek zorunda kaldılar. Günümüzde ise bu kabileler, Cezayir, Fas, Moritanya, Libya, Tunus, Nijer, Mali, Nijerya, Sudan ve Mısır’da yaşamaktadırlar. Bulundukları coğrafyaya göre isimleri birinden diğerine değişkenlik arz edebilmektedir. Libya’da Cebel-i Nefuse Berberileri; Fas, Tunus ve Cezayir’deki Berberiler; bilhassa Cezayir’in güneyindeki Mzablar, Kabiliye’deki Kabililer ve Büyük Sahra’daki Tevarikler (Tuareg) sosyo-kültürel hayatları, örf, âdet ve gelenekleriyle Afrika’nın nadir toplumlarından biri olarak yüzyıllardır varlıklarını sürdürmektedirler.