Makale

“Kahramansız yaşamak kahrına mahkûmdurlar, Kaybeden zümreler Allah’ını, Peygamberini.” Faruk Nafiz Çamlıbel


“Kahramansız yaşamak kahrına mahkûmdurlar,
Kaybeden zümreler Allah’ını, Peygamberini.”
Faruk Nafiz Çamlıbel

(Allah’ını, peygamberini kaybeden zümreler kahramansız yaşamak eziyetini çekmeye mahkûmdur)
Vedat Ali Tok

Kahır; büyük üzüntü, derin acı, keder, elem, eziyet, cefa, zulüm anlamındadır.
Bir rubaîden aldığımız yukarıdaki beyitte şair, kahramanlık ile kahır kelimelerini özellikle bir arada kullanarak bir çeşit sanat yapıyor.
Faruk Nafiz Çamlıbel, millî ruhu bütün sanat eserlerinde ve edebî türlerde tesis etmeye, millî benliği, manevî bütünlüğü korumaya çalışan sanatkârlarımızdan biridir. Onun bilhassa “Sanat” şiiri sadece kendi edebî görüşünü açıklamakla kalmıyor, bir bakıma çağdaşı ve gelecek kuşak sanatçılarına da bir hedef gösteriyordu. Mamafih yukarıya aldığımız beyitte de Çamlıbel, millî ve dinî konulardaki hassasiyetini dile getiriyor.

Milletlerinin bekası için kendini adayan insanlar vardır. Bunlara kahraman diyoruz. Kahraman; yiğit, yiğitlik gösteren cesur kimse, er, alp, bahadır, yürekli gibi anlamlar taşır. Geçmişinde ve gününde kahramanı olmayan milletlerin yıkılması, yok olması mukadderdir. Bu yüzden bazı köksüz milletler bile sahte destanlar ve hayalî kahramanlar uydurur.

Bizim tarihimize bakıldığı zaman sayısız kahraman görülür. Bilhassa İslâmiyet’in kabulünden sonra Türk’ün mayasında bulunan şecaat, İslâmiyetin kazandırdığı maneviyatla daha da heybetli bir hâl alır. Savaş zamanında alp, barışta ise eren olur bizim yiğitler.

Yiğitlik, fizikî bakımdan güçlü olmayı gerektirmez. Eğer öyle olsaydı Türk tarihindeki savaşların birçoğu mağlubiyetle sonuçlanırdı; çünkü bizim savaşlarımızda karşımızdakiler genellikle asker çokluğu ve silâh üstünlüğü ile dikkat çekmiştir. Yeni tabirle, çoğu zaman orantısız bir güçle çarpışmış; fakat onlara karşı hep iman kuvvetiyle galebe çalmışız. Bu yüzden tarihimiz kahramanlık destanlarıyla doludur. Bunun en son örneği Çanakkale’dir, Dumlupınar’dır, Sakarya’dır…

Kahramanlık, imanla birleştiği zaman kontrollü bir güç oluşturur. Bu güç kendinden zayıfları ezmez, zulüm karşısında eğilmez.

Hükümdar şairlerimizden Kadı Burhaneddin, 14. asırda dünyanın başına belâ olan Moğol istilâsına maruz kaldığı zaman; Allah’tan başka büyük yoktur, Ona sığınan, hiç kimseden korkmaz der bir tuyugunda (Tuyug, Klâsik Türk edebiyatına Türklerin getirdiği dört mısralı nazım şekillerinden biridir):

“Ezelde Hakk ne yazmış ise bolur
Göz neni ki görecek ise görür
İki âlemde Hakk’a sığınmışuz
Tohtamış ne ola yâ Ahsah Temur.”

(Allah ezelde ne takdir etti ise o, olur. Dünyada ne kadar yaşayacağımızı Allah tayin eder, ne kadar ömür biçildiyse o kadar yaşarız. Biz, iki dünyada da Allah’a sığınıp, O’na tevekkül ettik; Toktamış kimdir, Aksak Timur ne oluyor!) der.

Demek ki kahramanlık, yiğitlik asıl gücünü Allah’tan, peygamberden yani imanın kaynağından alıyor. Zaten bizim kahramanlıklarımızın temeli de i’lâ-yı kelimetullâh, yani Allah’ın sözünü, emrini, dinini yükseltmek için olmuştur hep. Ölürsem şehit, kalırsam gaziyim inanç ve ülküsü karşısında durmaya kim cesaret edebilir ki…
Bizim nazarımızda Allah yolunda şehitlik en büyük mertebedir. Çünkü şehitler hakikatte ölmezler, onlar her zaman diridir ve en güzel makamlara da onlar geleceklerdir. Gazilik de aynı şekilde onurla taşınacak bir rütbedir. Nitekim çocuğunu askere gönderen anne baba “Ya şehit ol, ya gazi!” temennisiyle gönderir yavrusunu peygamber ocağına. Onlar bilir ki şehit ya da gazi babası/anası olmak da büyük bir pâyedir.

Bazı Batı filmlerini seyrediyor, onların kahramanlarını görüyoruz. Filmler aynı zamanda onların gerçeklerini de yansıtıyor. Kahramanları, büyük bir bunalım içindedir. Psikolojik yönden yıpranmış bir kişilik sergiliyorlar. Bu kahramanlar, hedefsiz bir savaş, imansız bir mücadele içine girdiklerinden sonuç ne olursa olsun mutsuzluk ve korku içindedirler. Bunlar komutanlarından, milletinden de intikam alma kinini yaşarlar aynı zamanda; çünkü onların rahatları için mücadele etmiştir. Bu fedakârlığı yapmak inançsız insanlar için enayiliktir ve bir daha aynı durumu yaşamak istemezler.

Faruk Nafiz Çamlıbel, kendi milletini ve diğer milletleri iyi tanımış bir şairdir. Allah’ını, peygamberini tanımayan milletlerin hakikî anlamda kahraman çıkaramayacağı teşhisi bu titiz analizin sonunda varılmış bir hükümdür. Şair, yukarıya aldığımız beytin önünde de şöyle diyor:

“Gövdeler, varsa gönüllerden alır cevherini,
Yürek olmazsa bilekler çekemez hançerini.”
(Vücut, gücünü -eğer varsa- gönlünden alır. Yüreği olmayanın eli hançerine uzanamaz)
Hâsılı iman gücü karşısında hiçbir kuvvet duramaz. Bu durumu herhalde, millî şairimiz Mehmet Akif Ersoy’dan daha güzel ifade eden olmamıştır:
“Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.”
Evet, tek başına fizikî bir güç, hiçbir şey ifade etmez. Gönülde, göğüste iman varsa, gerçek kahramanlık, cesaret ve neticede Hakk’ın va’d ettiği zafer ortaya çıkar.
Yine sultan şairlerden IV. Mehmed’e (Avcı Mehmed) ait olduğu tahmin edilen bir beyitte şöyle deniliyor:
“İmtisâl-i câhid-ü fillâh oluptur niyyetim.
Dîn-i İslâm’ın mücerred gayretidir gayretim.”
(Niyetim, “Câhidû fillâh” emrini tutmaktır. Yani, Kur’an-ı Kerim’de Allah, ‘Allah yolunda cihad edin!’ dedi; benim niyetim onu tutmaktır; benim gayretim, mücadelem, telâşım, İslâm içindir.)