Makale

Umre Ziyareti Veya Kutlu Beldelere Yolculuk

Umre Ziyareti veya Kutlu Beldelere Yolculuk

Doç. Dr. Fikret Karaman
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı

Hac ve umre ibadetlerinin, insan hayatı üzerinde olumlu etkiler bıraktığı bir gerçektir. Özellikle Anadolu insanımızın hac ve umreye niyetlenerek; gönül dünyasıyla kıbleye ve kutlu beldelere yönelmesi, hayatının en heyecanlı ve kıymetli anını teşkil etmektedir. Onun bu samimi yaklaşımı, Yüce Allah’ın şu emriyle örtüşmektedir: “Haccı da, umreyi de Allah için tamamlayın…” (Bakara, 196) Bazı Kur’an yorumcularına göre haccı ve umreyi tamamlamak; bu iki ibadetin farzını, vacibini eksiksiz olarak yerine getirmek veya sadece Allah rızası için bunları yapmak amacıyla yola çıkmak demektir. Bir kısmına göre ise; her ikisini de helâl ve temiz kazanç harcamak suretiyle yerine getirmektir. Hac; şartları taşıyanlar için ömründe bir kez ve ancak yılın belirli günlerinde ifa edilmesi gereken bir ibadettir. Uygulama açısından küçük bir hac olan umre ise, yılın diğer zaman dilimlerinde de yapılması mümkün olan bir ibadettir.
Umre sözlükte; kast etmek ve ziyaret etmek anlamına gelmektedir. Dinî bir terim olarak; belirli bir zamana bağlı olmaksızın kendine mahsus şartlar ve fiiller çerçevesinde Kâbe’yi ziyaret etmektir. Bu duruma göre; hac ibadetinin Arafat, Müzdelife ve Mina bölümünün dışındaki diğer dinî vecibelerin umre ziyaretinde de yerine getirilmesi gerekmektedir. Bu görevlerin başında; ihram giymek, telbiye getirmek, Kâbe’yi tavaf etmek, sa’y yapmak ve traş olup ihramdan çıkmak gibi hususlar yer almaktadır. Hal böyle olunca umre ziyareti de, manevî yönden ruh ve gönül hazırlığını gerektiren bir ibadettir. Nitekim şu ayette de hac ve umre niyetiyle ortak tavaf ve ziyaretlerin yapıldığına işaret edilmektedir: “Şüphesiz, Safa ile Merve Allah’ın (dininin) nişanelerindendir. Onun için her kim hac ve umre niyetiyle Kâbe’yi ziyaret eder ve onları da tavaf ederse bunda bir günah yoktur. Her kim de gönlünden koparak bir hayır işlerse şüphesiz, Allah onu bilir, karşılığını verir.” (Bakara, 158)

Bu nedenle Hz. Peygamber (s.a.s.), umre ibadetinin faziletine işaret ederek şöyle buyurmuşlardır: “Umre, diğer umreye kadar ikisi arasındaki zaman içinde işlenilen (küçük) günahlara kefarettir.” (Buharî, Ebvâbü’l-Umre, 1) Diğer bir olayda ise; Hz. Peygamber (s.a.s.) ensardan bir kadına, kendileriyle birlikte hacca gelip gelemeyeceğini sormuştu. Kadın şöyle bir mazeretini ifade etmişti: “Bizim su taşıyan bir devemiz vardı. Onu Ebu filan ile oğlu binip hacca gitmeye karar verdiler. (Kadın bununla kendi kocasını ve oğlunu kast etmiştir.) Evde bir deve kaldı. Onunla bahçemizi suluyoruz.” Bu cevap karşısında Hz. Peygamber (s.a.s.) kadına, ramazan umresinin faziletini hatırlatarak şöyle buyurmuşlardır: “Ramazan ayı olduğu zaman sen, o ay içinde bir umre yap. Çünkü ramazan içinde (yapılan) bir umre (sevap bakımından) bir hac gibidir.” (Buharî, Ebvâbü’l-Umre, 4)

Hz. Peygamber (s.a.s.) hicretten sonra Medine’de; gördüğü bir rüya ile yakın gelecekte Mekke’ye gideceğini ve umre yapacağını arkadaşlarına müjdelemişti. (Fetih, 27) Hatırlanacağı üzere hac, henüz bu tarihte farz kılınmamıştır. Dolayısıyla Hz. Peygamber (s.a.s.) birinci umre ziyaretini, hicretin altıncı yılında yapmak amacıyla yola çıkmışlardır. Bu yolculukta dördü kadın olmak üzere beraberlerinde yaklaşık bin beş yüz kişi vardı. Bilindiği gibi Müslümanlar, Hudeybiye’de müşrikler tarafından engellenmişlerdir. O yıl umre yapamamışlardır. Karşılıklı görüşmeler sonucunda bir antlaşma metni imzalanmıştır. Bu antlaşmanın ilgili hükmüne göre, umre ziyareti bir yıl sonrasına ertelenmiştir. Artık Müslümanların tekrar Medine’ye dönmelerinden başka çareleri yoktu. Hatta ashabın bir kısmı, Hz. Peygamber (s.a.s)’in rüyasında gördüğü Mescidü’l Haram’a girmesinin gecikmesinden dolayı üzülmüştü.

Nihayet hicretin yedinci yılında; tekrar umre maksadıyla Medine’den yola çıkılmıştır. Yol boylarında özellikle Hudeybiye’de bir yıldan beri bekleyenlerin de katılmalarıyla sayı, iki bin kişiye ulaşmıştır. Müslümanlar Hz. Peygamber (s.a.s.)’in refakatinde büyük bir şükür, sabır, tevekkül, hasret ve vakar içinde Mekke’ye yaklaşıyorlardı. Bir yıl önce imzalanan sözleşme gereğince yolların açık olması gerekiyordu. Fakat buna rağmen müşrikler rahat değildi. Haberi alanlardan bir kısmı Mekke’nin dışındaki tepelere ve dağlara kaçmış bir kısmı da pencerelerden veya damların üzerine çıkarak Müslümanların telbiye sesleriyle Mescidü’l-Haram’a yürüyüşlerini seyretmişlerdir. Bu esnada Hz. Peygamber (s.a.s.)’in devesinin yularını çeken şair Abdullah bin Revaha duygularını şöyle dile getiriyordu: “Ey inkâr edenler Allah’ın yolundan çekilin! Çekilin, çünkü her türlü hayır ve iyilikler O’nun elçisindedir. Ya Rabbi ben onun sözüne inanıyorum. Onu kabul edip inanmanın ve ona itaat etmenin, Allah’ın bize yüklediği bir görev olduğunu biliyorum.” (S. Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, c. 8. s. 492) Hz. Peygamber (s.a.s.) antlaşma gereğince Mekke’de üç gün kalacaktı. Umre ziyareti tamamlanınca tekrar Mekke’den ayrılması gerekiyordu. Bu umre bir yıl gecikmeli yapıldığı için, “Umretü’l-kada” (kaza umresi) olarak İslâm tarihine geçmiştir. Enes ibn Malik’e göre; Hz. Peygamber (s.a.s.), hayatında dört umre bir de hac yapmıştır. (Buharî, Ebvâbü’l-Umre, 3)

Bilindiği gibi günümüzde, zaruret nedeniyle hac ibadeti için bütün İslâm ülkelerine kota uygulanmaktadır. Dolayısıyla hiç hacca gitmeyenlerin hukuku düşünüldüğünde, ikinci kez hacca gitmekte ısrar etmenin doğru olmadığı açıktır. Bu konu, ülkemiz açısından daha da hassas bir durum ifade etmektedir. Çünkü halen hacca gitmek için yaklaşık 650.000 kişi sırada beklemektedir. O halde birden fazla hacca gitmek yerine, umreyi tercih etmek daha uygun görünmektedir. Bu anlayışa saygı gösteren halkımız, son yıllarda umre ziyaretlerine ağırlık vermeye başlamıştır. Örnek vermek gerekirse, 2008 yılında Başkanlık ve A grubu seyahat acenteleriyle ülkemizden umreye giden vatandaşlarımızın sayısı, 200.000 civarına ulaşmıştır. Bu rakam, Türkiye’nin yıllık resmî hac kotasının yaklaşık üç katıdır. Ancak umre vizelerinin sekiz ay boyunca verildiği dikkate alınırsa, herhangi bir izdiham da söz konusu değildir. Belki sadece ramazan ayı umresi için özel tedbir alınması gerekebilir. Çünkü ramazan ayının son on gününde Mekke’deki yoğunluk doruk noktaya ulaşmaktadır. Suudi Arabistan resmî makamlarının açıklamasına göre, 2008 yılı ramazan ayının Kadir Gecesi’nde Mekke’deki umreci sayısı dört milyona ulaşmıştır.

Umre ziyaretlerinin de Başkanlığımızın gözetim ve denetimi altında yapıldığı dikkate alındığında; kurumumuzun merkez ve taşra teşkilâtlarına önemli bir görev ve sorumluluk düştüğü izahtan varestedir. Kaldı ki vatandaşlarımızın zaten % 45’i, doğrudan Başkanlığımız organizasyonu ile umreye gitmektedirler. Diğerleri ise; yine Başkanlığımızın ve Bakanlıklararası hac ve umre kurulunun sorumluluğunda A grubu seyahat acenteleri aracılığı ile umre yapmaktadırlar. Dolayısıyla bu vatandaşlarımıza da yardımcı olunması gerekmektedir. Hal böyle olunca Diyanet İşleri Başkanlığı Merkez ve taşra teşkilâtıyla hacda olduğu gibi umre organizasyonunda da yurt içi ve yurt dışında gerekli tedbirleri almak zorundadır. Suudi Arabistan, mevcut uygulamaya göre bu yılın umre vize sistemini; 5 Mart - 20 Eylül 2009 tarihleri arasında açık tutmayı plânlamıştır. Buna göre ülkemizden umreye gitmek isteyen vatandaşlarımızın bu tarihler arasında yeterince bilgilendirilmeleri ve isteyenlere rehberlik hizmetinin verilmesi gerekmektedir. Hac Dairesi Başkanlığımız; son yıllarda umre organizasyonlarının iyileştirilmesi için yurt içi ve yurt dışında bir dizi önlem almıştır. Özellikle umre ziyaretlerinde ibadet, irşat, rehberlik ve eğitim hizmetlerine öncelik verilmektedir. Bu maksatla bütün umre turlarında, her gruba bir din görevlisi verilmektedir. Kafile oluşturulması durumunda ayrıca bir kafile başkanı da görevlendirilmektedir. İnsanlarımızın hem ibadete daha fazla zaman ayırmaları hem yemek ihtiyaçlarının sağlıklı ortamda karşılanması için sabah kahvaltısı ve akşam yemeği ikram edilmektedir. Pasaport, vize, uçak programları, Suudi Arabistan’daki intikaller, ikamet ve sağlık gibi hususlar ise; doğrudan veya hizmet satın alınmak suretiyle temin edilmektedir. Bu kurallara uymayan veya vatandaşların mağduriyetine sebep olan özel ve gerçek kişiler hakkında Bakanlıklararası Hac ve Umre Kurulunca gerekli duyuru, işlem ve uyarılar yapılmaktadır.

Görüldüğü gibi hac ve umre hizmetleri Başkanlığımızın asli görevleri arasında yer almaktadır. İl ve ilçe müftülüklerimiz bölgelerindeki görevlilerle istişare ederek yıl içinde umre yapmak isteyen vatandaşlarımıza daha sıcak bir ortamda yardımcı olabilirler. Çünkü dünyanın her yerinde hac ve umre konularında rehberliğe ve bilgilendirilmeye ihtiyaç vardır. Görevlilerimiz; umreyi ibadet, irşat, eğitim, rehberlik, arkadaşlık ve birlikte seyahat etmek amacıyla önemsemelidir. Görev yerlerimizde istense bile akrabalarımız, arkadaşlarımız ve cami cemaatimizle üst üste birkaç gün veya hafta bir araya gelmek mümkün olamamaktadır. Kaldı ki kısmen ve daha kısa sürelerle bir araya gelinse bile bu birliktelikler yeterince değerlendirilememektedir. Oysa ki hac ve umre yolculuklarında daha uygun bir ortam söz konusudur. Yolculuklar, günler ve haftalar hoş bir atmosferde geçmektedir. Bu samimi hava içinde arkadaşlıklar ve dostluklar pekiştirilmektedir. Memlekete döndükten sonra da aynı samimiyet devam etmektedir. Karşılıklı ziyaretler artmakta, kandil ve bayramlarda tebrikler yoğunlaşmaktadır. İnsanlar için hayat, rahmet ve berekete dönüşmektedir. Bu yönüyle hac ve umre, insanlar için bir hayat mektebidir. Bu mektebe giren herkes mutlaka hayırdan ve iyiliklerden nasibini alacaktır. Özellikle umre ziyareti esnasında; kimseyi incitmeden Hz. Peygamber (s.a.s.)’in ve ashabının hatıralarını düşünerek kutsal yerleri daha rahat bir ortamda ziyaret etmek mümkündür. Âdeta İslâm tarihini yeniden okuyarak vahyin nazil olduğu vadileri, tepeleri, yolları, hikmet ve ibretle müşahede eder. Mescidü’l-Haram, Kâbe, Safa ve Merve’yi doyasıya görür ve ibret alır. İman ve ibadetin hazzına ulaşır. Hacerü’l-Esved’e ve Mültezem’e yaklaşarak gözyaşlarıyla dua eder. Burada geçireceği günü, saati ve dakikayı bir ömür kadar bereketlendirebilir.

Yine umre maksadıyla Medine’ye yapılan ziyaretler de, müminler için büyük bir fırsat ve manevî hazine olarak değerlendirilmelidir. Gerçekten insanlarımızın selâm ve saygılarını kilometrelerce uzaktan sabah rüzgârıyla göndermeye çalıştığı Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.)’in mescidine misafir olmak, ona komşu olmak ne kadar güzel ve önemli bir hatıradır. Artık o dilediği an, onun mübarek kabrine 3-5 metre kadar yaklaşıp selâmlama ve dua etme imkânına sahiptir. Bu sevinci, başka bir değerle mukayese etmek kelimelere ve cümlelere sığdırmak mümkün değildir.

Sözlerimizi tamamlarken bir kez daha vurgulamak istiyorum; her ibadetin, insanın beden, ruh ve davranışları üzerinde olumlu etkileri vardır. Söz konusu ibadetler samimî ve ihlâs ortamında yapıldıkça değeri daha yükselmektedir. Şüphesiz ki bu ölçü, hac ve umre ibadetleri için daha da önemlidir. Çünkü bu ibadetler, bedenle ilgili olmalarının yanında malî, sosyal, kültürel ve tarihî yönleri de bulunmaktadır. Ayrıca seyahat, inceleme, ibret alma, tanışma ve tefekkür gibi insanın ruh ve gönül dünyasını olgunlaştıran eylemlerle tanışmaya zemin hazırlamaktadır. İşte böylesine güzel bir fırsat yıl boyunca umre ibadetiyle karşımızda durmaktadır. Karınca kadarıyla da olsa bu hizmet kervanına katkıda bulunanları şimdiden tebrik ediyor ve başarılar diliyoruz.