Makale

Sevgiliyle Beraber Olmak

Prof. Dr. İ. Hakkı Ünal
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Sevgiliyle
Beraber
Olmak

Enes b. Malik naklediyor: "(Bir gün) Nebi (s.a.s.) ve ben mescidden çıktığımız sırada kapının gölgeliğinde bizi bir adam karşıladı ve; "Ey Allahın Rasûlü! Kıyamet ne zaman kopacak?"diye sordu. Peygamber de ona; "Sen Kıyamet için ne hazırladın?" dedi. Adam başını öne eğdi ve; "Ey Allah’ın Elçisi! Ben oruç, namaz ve sadaka olarak fazla bir hazırlık yapamadım ancak Allah ve Rasûlünü seviyorum" dedi. Hz. Peygamber; "Sen sevdiğinle berabersin" buyurdu. (Buhari, Ahkâm,10)
Hadisin diğer tanklarında bedevî olduğu bildirilen bu kişi, muhtemelen, yeni Müslüman olmuş veya Hz. Peygamber’in çevresinden uzak olduğu için dinî görevlerini tam yerine getirememiş fakat içinde taşıdığı Allah ve peygamber sevgisini bütün içtenliğiyle ifade ettiği için Rasûlüllah’ın iltifatına mazhar olmuş bir sahabidir.
Peygamber sevgisi imanın ayrılmaz bir parçasıdır. Çünkü onu sevmeden, davetine gönülden icabet etmek mümkün değildir. Kur’an’da Allahı sevmenin ve O’nun sevgisine ve affına mazhar olmanın ön şartı olarak, Hz. Peygamber’e tabi olmak gösterilmiştir. (Âl-i imran, 31) Ona tabi olmanın yolu da onu sevmekten geçer. Sevgi, onu benimsemenin ve ona inanmanın bir göstergesidir. Bu yüzden Allah Rasûlü; "Hiçbiriniz, ben kendisine çocuğundan, anasından-babasından ve bütün insanlardan daha sevimli gelmedikçe iman etmiş olmaz." (Müslim, İman, 70) buyurmuştur. Hz. Peygamber’in istediği bu sevgi hiç şüphesiz beşerî kimliğine değil, temsil ettiği misyonadır. Zira imanından kaynaklanan bu sevgiyle mümin, yerine göre anasından- babasından, çoluğundan-çocuğundan vazgeçecek, gerekirse Peygamberi uğrunda canını vermekten çekinmeyecektir. Cenabı Hakk’ın; "Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size, Allah’tan, Rasûlünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez."(Tevbe, 24) uyarısı, bu sevginin doğrudan imanla bağlantılı olduğunu göstermektedir. Onun için Hubeyb b. Adiyy Mekke müşrikleri tarafından şehid edilirken, "senin yerinde Mu- hammed’in olmasını ister miydin?" teklifine karşı; "Vallahi, Muhammed’e batırılacak bir diken karşılığında kurtulup, çoluk çocuğumun arasında rahat etmeyi istemem" diyebilmiştir. Bunun için Ebu Ubeyde b. el- Cerrah, Bedir’de babasına karşı savaşmak zorunda kalmıştır. Bu yüzden Mus’ab b. Umeyr yıllarca annesinin maddî-manevî baskılarına sabırla direnmiştir.
Ashab bu iman ve sevgiyle, etrafında toplandıkları peygamberlerini korumak için, Uhud’da göğüslerini düşmana siper etmiş ve bu uğurda şehit olmuşlardır.
Köle olarak Müslüman olan ve bu yüzden efendisinin ve Mekke müşriklerinin dayanılmaz işkencelerine maruz kalan sahabi Habbâb b. el-Eret cahiliye döneminde iyi bir kiliç ustasıydı. Yaptığı kılıçlardan dolayı, müşriklerin önderlerinden olan ve erkek çocukları küçük yaşta öldüğü için peygamberimizi soyu kesik anlamında "eb- ter" diye suçlayan Âs b. Vâil’de alacağı bulunuyordu. Bir gün alacağını istemeye gittiği Âs’dan şu karşılığı aldı: "Muhammed’i inkâr etmedikçe asla borcumu ödemeyeceğim." Habbâb; "Allah senin canını alıp tekrar diriltmedikçe Muhammedi asla inkâr etmeyeceğim" dedi. Âs; "Öyleyse beni bırak, ölüp dirildikten, tekrar mal ve çocuk sahibi olduktan sonra borcumu öderim" diyerek dalga geçti. (Buhari, Büyü’, 29)
Burada da görüldüğü gibi müşrikler, her vesileyi kullanarak, Hz. Peygamber’e büyük bir sevgi ve imanla bağlanan bu fedakâr insanların, ona olan ilgilerini zayıflatmak ve aradaki bağları koparmak istiyorlardı. Ancak, Hz. Muhammed (s.a.s.)’e karşı gösterdikleri derin sevgi ve bağlılıktan dolayı çetin sınavlara maruz kalan Habbâb gibi pek çok şahabı bu sınavlardan yüz akıyla çıkmasını bilmişlerdir.
Ashabın, sevgili Peygamberimiz etrafında oluşturdukları bu sevgi ve sadâkat çemberi, Islâm’ın kısa sürede Arabistan sınırlarının dışına taşarak hızlı bir şekilde yayılmasının en önemli etkeni olmuştur. Ona duyulan bu sevgi, o günden bugüne artarak devam etmiş, zaman ilerledikçe ona olan özlem âdeta katlanarak büyümüştür. Bugün ona saygısızlığa yeltenen bedbaht kalemler, Müslümanların kalplerindeki Hz.
Muhammed sevgisinin hâlâ nasıl bir volkan gibi içten içe kaynadığını dost-düş- man herkese göstermişlerdir. Ancak bu sevgi sadece duygusal boyutta kalmamalı, onun rehberliği her zaman yolumuzu aydınlatmalıdır. Onu seviyorsak, ona layık olmaya çalışmalıyız. Cenab-ı Hakk’ın Kur’an’da övdüğü yüce ahlâkıyla ahlâklanmalıyız. Onun gibi dürüst, onun gibi vefakâr olmalıyız. İnsanlarla ilişkilerimize onun nezaket ve hoşgörüsünü yansıtmalıyız. Onun gibi şefkatli bir baba ve eş, sorumlu bir yönetici olmalıyız. Onun gibi, hakka, adalete ve ehliyete riayet etmeli, işlerimizi danışarak, konuşarak yürütmeli- yiz. Onun gibi alçak gönüllü, yardımsever ve cömert olmalıyız. Herkesin güven duyduğu bir Peygamberin güvenilir ümmeti olmalıyız.
Velhasıl, onun sünnetinin özünü teşkil eden dinî ve ahlâkî örnekliğini, hayatımızın her safhasında yaşamalı ve yaşatmalıyız. Bunlar iyi bir insan ve iyi bir Müslüman olmanın gereklerinden olduğu kadar, Hz. Peygamber (s.a.s.)’i gerçekten sevmenin de göstergesidir. Adı anıldığında salât ü selâm getirip, okunan na’t ve mevlidlerde gözlerimizin yaşarması, ona olan sevgimizin bir işareti olsa da, mirasına hakkıyla sahip çıkmadıkça, bu sevgi yüzeysel olmaktan öteye geçemeyecektir. Unutmayalım ki, Allah onu göndermekle müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. (Âi-i imran, 164) Bunun değerini iyi bilmeli ve hadiste de belirtildiği gibi kıyameti beklemek yerine kendi kıyametimiz kopmadan gerekli hazırlıkları yapmalıyız. Zira, "Kişi sevdiğiyle beraberdir," (Buhari, Edeb, 96) buyuran sevgililer sevgilisiyle beraber olmanın en kestirme yolu onun rızasına erebilmektir.