Makale

Özdenetim Bilinci: Nefsi Aşma

Abdurrahman Akbaş
Din işleri Yüksek Kurulu Uzmanı

Özdenetim Bilinci:
Nefsi Aşma

Nefis
Türkçe’mizde nefis; öz varlık, benlik, kişilik ve insanın fizikî ihtiyaçları anlamlarında kullanılmaktadır. Arapça’da ise nefs; ruh, herhangi bir şeyin hakikati, özü, zatı, kendisi ile idrak yapılan şey, kan gibi anlamlarda kullanılmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de ise nefs kelimesi; insan ruhu (Zümer, 42) beden, zat (Bakara, 48, Al-i İmran, 145) birey, şahıs, iyi veya kötü eylem ve davranışlara iten cevher anlamlarında kullanılmıştır.
Bir başka tanımla nefis, insanı hayata bağlayan bedendeki ran, his ve irade gücünün taşıyıcısı latif bir cevher, beden kaynaklı özelliklerin genel adıdır. Nefis,, yeme, içme, evlenme, üreme arzularımızın merkezi olduğu kadar, tehlikelere karşı korunma, icat ve keşiflerde bulunma gibi yeteneklerimizin (ilklerimizin de güdeleyicisidir. Yüce Allah, bu özelikler yanında nefsi, günah ve iyilik işleme özelliklerini potansiyel olarak bünyesinde taşıyan bir yapıda yaratmıştır. Kur’an-ı Kerim’de nefsin, günah ve iyiliklere eğilimin odak noktası olduğu şöyle belirtilir: "Nefse ve onu biçimlendirene, ona bozukluğunu (fücûr) ve korunmasını (takva) ilham edene andolsun ki; nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş, onu alçaltan (kötülüklere gömen) de ziyafT etmiştir." (Şems, 7 10)
Nefsin iyilik veya kötülük yollarından dilediğini seçebilecek bir tabiatta yaratılmış olması, insanın davranışlarından sorumlu bir ^varlık olduğunu göstermektedir. Ayrıca nefsin bu yönü insanın terbiyeye muhtaç olduğunu göstermektedir. Bu yüzden de Kur’an-ı Kerim’de nefsin terbiye sürecinde elde ettiği niteliklerinden dolayı farklı isimlerinden bahsedilir. Kötülükler ile başa çıkamayan, bedensel hazlara takılıp kalan nefis, nefs-i emmaredir. Kötülüklerden kaçınma yönünde bir sorgulama duyarlılığı kazanması nefs-i lev- vame oluşu ile; iç huzura ererek, doygunluğa ulaşmasına nefs-i mutmainne; duygu ve eylemleri ile Yüce Allah’ın hoşnutluğuna ermesi, nefs-i merziyye şeklinde açıklanır.
Benliği/nefsi sorgulama
Nefsi sorgulama, iç kritik, içe dönüştür. Gerektiğinde özü kaplayan kabuğu çatlatma, kırmadır. Bu süreç, bir an derinliğidir. Geçmiş ve gelecek, özdeki güzellik veya çirkinlikler bu derinlikte gözden geçirilir. İçimizdeki ben ile hesap günü gelmeden önce hesaplaşılır. Bu sebeple nefsin yaptığı kötülüklerden pişmanlık duyması, kendi kendisini yargılayıp kınaması ve kendisini düzeltmeye çalışması takdir edilecek bir tutumdur. Nitekim Yüce Allah, kendini kınayan nefse yemin ederek bu sürecin önemine işaret etmiştir. (Kıyâmet, 2)
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) de sık sık nefsini sorgulayıp, iş ve ilişkilerini güzel götüren kimsenin, bahtiyar kimse olduğunu; hâline acınacak kimsenin ise nefsinin arzularına uyan kimse olduğunu söylemiş (Tirmizi, Kıyamet, 26) ve en acımasız düşmanın, kişinin nefsi olduğunu ve nefisle mücadelenin düşman ile mücadeleden zor olduğunu ifade etmiştir. (Aduni, Keşfu’l-Hafa, 1, 143)
Hayatın maddileştiği bir zaman diliminde benliği sorgulamak, her zamankinden daha fazla anlamlıdır. Zira yaşadığımız olaylar nefsi sorgulamanın
İnsanlığın gündemine alınmasını, zarurî kılmaktadır. Çünkü insanın merhamet dokularında çürüme, aşınma gözüküyor. Yokluk, sefalet, ötekinin acısı yürekleri harekete geçirmiyor. Uzayda kolonilerin gündemde olduğu bir süreçte, barış ve huzur bulutları ufkumuzdan çekiliyor. Ürettiğimiz bilgi, teknoloji bizleri kıyamete beş kala içinde yaşatmaktadır. Bütün bu problemlerin kaynağı, insanın kendi içinde, kendi nefsinde gözüküyor. Bu yüzden yaşanılan bu krizi bir benlik krizi olarak tanımlayabiliriz.
Nefsi sorgulamada ilk önce Yüce Aiiah iie ilişkilerimiz sorgulanmalıdır. Yüce Allah’ın ortaya koyduğu aşkın değerlerin hayatımızın merkezine oturup oturmadığı gözden geçirilmelidir. Çünkü Rabbimiz ile iletişimimiz sorgulanmadan toplum, çevre ve eşya ile ilişkilerimizi sağlıklı bir şekilde yürütmek mümkün değildir. Bu sebeple kendi varoluşumuz ve hayatı anlamlandırmak için bu sorgulamaya ihtiyacımız vardır.
Bu muhasebe neticesinde erdemlerden uzaklaşma, kötü amellere tutkunluk var ise, insan kendini kınamalı, hayatına istikamet kazandırmak için bir telâfi programı hazırlamalı, günahla yaralanmış yüreğini tevbe ve istiğfar ile onarmalı, hayatının rotasını düzeltmeye çalışmalıdır. Sorgulama belirli gün ve gecelere has olmamalı, her zaman sürmeli ve içselleşmelidir. Sorgulama zihni bir fantezi olarak kalmamalı, davranışa dönüşmeli, kişiye nefsini kontrol refleksi kazandırmalıdır.
Nefsi kontrol
İnsanın iyi hasletleri içselleştirme ve kötülüklerle mücadele etmek için öncelikle nefsini kontrol altında tutabilme meleke ve refleksine sahip olması gerekir. Varlığımızın şahsiyet kazanması bu mücadelede yatmaktadır. Bu sebeple duyguları İlâhî rıza istikametinde yönlendirmek için benliğin zaafları, sınırları iyi bilinmelidir. Bu da insanın kendini iyi tanımasına bağlıdır. İnsanın belki de en az tanıdığı şeylerden biri benliğidir. Zira insanın işleyen eli, zihni kadar gönlü harekete geçirilemedi. Bilgisayar ve teknoloji çağına insanlığın ortak bilimsel birikimiyle gelindi ve bu alanda epey yol kat edildi. Aynı şeyi insan benliğinin tanınması ve eğitilmesi yolunda kat edildiğini söylemek mümkün değildir. Dolayısıyla kendini tanımak demek, eğilim, yönelim ve zaaflarımızı iyi bilmektir. Hangi durumda, neye ne kadar tahammül edebiliyoruz. Hangi durumlarda benlik duvarına varıp dayanıyor, onu aşamıyor, yenik düşüyoruz.
Nefsini tanıyıp, kontrol edebilen, duygularını ve davranışlarını da kontrol edebilir. Benliği kontrol, kendini değerlendirme ve kendini gözleme, niyetlere, duygulara, davranışlara hakim olabilmedir. Benliğe hakim olmak, davranışlarımızı bilinçli kılar. Bu yüzden duygular, davranış düzeyine çıkmadan ahlâkî değerler ışığında test edilmelidir. Nefse hakimiyette duygu ve düşünce üzerinde durulmalıdır. Çünkü düşünceler, benliğimize yön verir. Düşünceler; bakış açımızı değer ve inanç sistemimiz oluşturur, kişiliğimizi şekillendirir, insanlarla ilişkilerimizin temelini oluşturur. Bunun için düşünce boyutundaki kötülükler, benlik tarafından kontrol edilmeli, bu denetim süreci davranış aşamasında hatta sonrasında da sürmelidir. Zira doğru diye yaptığımız, bildiğimiz davranışları doğru zamanda, doğru kişiye, doğru biçimde ve doğru gerekçeyle ve doğru düzeyde yansıtmadığımız takdirde tavırlarımız amacına ulaşmaz, sağlıklı ve güzel sonuçlar elde edilmez.
Özellikle özdenetim benliğin zor zamanlarında daha bir gereklidir. Bu zor zamanlar para, makam ve şöhrete karşı hırs, kızgınlık, cinsî arzuların depreştiği anlardır. Bu durumlarda nefisle mücadele etmek ve olayların farkına varıp, duygu, düşünce ve eylemlerimizi iyiye yönlendirmek çaba, emek gerektirir. Nefsin kötü duygularından kaçıldığı gibi gerektiğinde günahı teşvik eden ortamlardan da kaçış gerekebilir. Bu durum aynı zamanda bir kulluk sınavıdır. Çünkü kendini kontrol eden müminler, sonuçta kazançlı çıkacak, ebedi ahiret yurdunun nimetlerine ulaşacaklardır. Nitekim Nâziât Suresi, 40-41. ayetlerde Yüce Allah; "Kim de Rabbinin huzurunda (hesap vermekten) korkar ve nefsini kötü arzulardan uzaklaştırır ise, şüphesiz cennet onun sığınağıdır." buyurmaktadır.
Benlik mücadelesinde yenik düşenler, mahcup durumlara düşecek, bu mahcubiyet sadece insanlar arası ilişkilerde sınırlı kalmayacak, asıl en büyük mahcubiyet Yüce Allah huzurunda olacaktır. Bu yüzden benlik kendi hâline, esen rüzgara bırakılmamalıdır. Ne yapacağı belirsiz olmamalı, tavırları düzen ve disiplin içerisinde olmalıdır. Bu durum, nefsin fıtrat ikliminde tutulması, varoluş misyonundan uzaklaşmaması için gereklidir.
Özellikle benliği aşmada Yüce Allah’ın desteği göz ardı edilmemelidir. Zira Yaratıcısına kulak vermeyen insanın benliğiyle başa çıkması zordur. Çünkü O benlikleri yaratan, niteliklerini en iyi bilendir. Kur’an’da birçok ayette Yüce Yaratıcı, nefsin eğilim ve açmazlarından bahseder.
Bize farkına varmadığımız benliğimizin özelliklerini öğretir. Bu sebeple nefsi kontrol becerisinde Yüce Allah’a teslimiyet, temel ilke kabul edilmelidir. Onun buyruklarına bilinçli bir şekilde teslimiyet ve bağlılığın benliğe sahip olmayı beraberinde getireceği de hiç şüphesizdir.
Kur’an-ı Kerim’de yer alan ibadet, dua, tevbe, istiğfar, ahiret âlemi ve ölüm konuları, benliğin İlâhî rıza ve emirler çizgisinde yürüyüp yürümediğini hesaba çekme açısından bir fırsattır. Çünkü nefsin en büyük zaafları başta Yüce Allah’ı, ölümü ve ahiret hayatını unutması, âdeta kendisinin, "layemut" (ölümsüz) olduğunu düşünerek davranmasıdır. Özellikle namaz, benliği kontrol etmede büyük bir motivasyon, arınmak için fırsat ve İlâhî destektir. Namazda mümin sadece bedeni ile değil özüyle, gönlüyle, duygu ve düşüncesiyle Allah’a yönelir, Rabbi ile baş başa kalmanın mutluluğunu yakalar, daima O’nun gözetimi ve desteği altında olduğunu hatırından çıkarmayarak, hayat çizgisini doğru ve güzel bir şekilde götürür.
Benliği kontrol etmede aciz kalındığında ise, mümin için dua ve istiaze önemli bir sığınaktır. Zira Yüce Allah’a ve emirlerine teslimiyet, rahmanî kuvvetin, nefsanî kuvvete üstün gelmesine, nefsin arzularının gücünün kırılmasına vesile olur. Birçok durumda Yüce Allah, şeytanın ayartma ve kışkırtmalarını defeder, nefislerin meyil ve isteklerini örter, kötü duyguların eylem plânına çıkmasını engeller. Bu husus, Yüce Allah’ın kullarına bir rahmetidir. Nitekim Yüce Allah, Hz. Peygamber (s.a.s.)’e Mü’minûn Sûresi 97 ve 98. ayetlerde; ’...şeytanların gizli kışkırtmalarından sana sığınırım. Onların yanımda bulunmalarından da sana sığınırım Rab- biml" demesini öğütlemiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.) de dünyevî arzulara karşı haris olan doyumsuz nefisten Yüce Allah’a sığınmış (Nesai, İstiaze, 2) ve Sik Sik dualarında; ’Allahım! Beni göz açıp kapayıncaya kadar nefsimin eline bırakma’ diye duada bulunmuştur. (Ebu Davud, Edep, 101) Hz. Peygamber’in bu tür sözlerle dua etmesi, onun hem kulluk görevi hem de nefis ve şeytanın dürtülerine karşı bizler için bir örnektir.
Nefis terbiyesi
Nefsin potansiyel olarak iyi ve kötü eğilimi vardır. Bu yönü onun terbiyeye muhtaç olduğunu göstermektedir. İslam ahlâk sisteminde nefsi terbiyeye yönelik birtakım prensipler vardır. Daha ziyade bunlar, Kur’an- ı Kerim ve Hz. Peygamberin örnek tavırlarında kendini göstermektedir. İslam ahlâk eğitiminin hedefi, benlikleri kâmil niteliklere sahip kılmaktır. Bu eğitimde nefsin haklarına değil, hazlarını sed çekilir. Nefsin duygu ve arzuları yok sayılmaz, bunları iyiye yönlendirme veya ıslahı esas alınır ve ilk yaratıldığı gibi saf ve temiz bir duruma getirme hedeflenir. Yine İslam ahlâk eğitiminde arzu ve isteklerin meşru zeminlerde tatmin edilmesi; şehvet, öfke ve akıl gibi nefse ait kuvvetlerin sınırları aşmadan adalet ölçüsünde tutulması temel ilke olarak ele alınır. Kutlu elçiler de insanın doğal yapısını esas alıp, Rabbin istediği kâmil insan nitelikleriyle nefsi donatabilmeyi; inkâr, şirk başta olmak üzere günahlardan nefsi korumayı, safiyetinin bozulması durumunda da ıslah etmeyi amaç edinmişlerdir.
Nefis terbiyesi kemale doğru bir yürüyüştür. Nefisteki gelişme ve olgunlaşma gücünün farkına varılmasıdır. Nefis terbiyesi beraberinde doğru düşünme, doğru davranma melekesini kazanmayı ve erdemli bir yaşayış tarzına sahip olmayı getirir. Terbiye ile benliğin ahlâkî değerleri özümsemesi ve pratikleştirmesi sağlanır. Nefis terbiyesini duygu eğitimi olarak da tanımlamak mümkündür. Bu eğitim sayesinde kötü duygu ve alışkanlıklar yerine köklü, güzel duygular ikame edilir. Öfke yerine sabır, hırs yerine kanaat, kin yerine sevgi yerleşir. Bu olgunlaşma sürecini yaşamada bilgi ve Hz. Peygamber (s.a.s.)’in örnekliği merkezi konumda olmalıdır. Zira kişiliği ahlâkî değerlerle inşa etmede; hikmet ve irfana dönüşen bilgi ve Hz. peygamberin model şahsiyeti, insan için en güzel aynadır. Irfanî bilgi ve Hz. Peygamberin örnek tavırları göz önüne alınarak kişilikteki zayıf yönler tespit edilir, geliştirilmesi veya beden ve manevî hayata zarar veren davranışların ıslahına karar verilir. Karar sürecini müteakip, güzel davranışlar ortaya konur. Zaman içerisinde duygularda dönüşüm başlar, kötü alışkanlık ve bağımlılıklar, yerini güzel duygulara bırakır; güzel duygular alışkanlık hâlini alır. Bu terbiye sonucu kendini imar ve ihya eden nefis; çevresini de imar ve ihya eder. Bunun aksine ahlâk eğitimine alınmayıp yalnız bırakıldığında ise nefis, sorunların kaynağı olur, hayatta vuruşmalar, incinmeler, ezilmeler artar, arenayı aratmayan vahşet görüntüleriyle insanlık karşı karşıya kalmaya devam eder.
Bu itibarla; ekolojik, toplumsal, siyasal ve ekonomik problemlerin bir çoğunda, sahipsiz veya terbiye sürecine alınmamış benliklerin payı olduğu hiç şüphesizdir. Yine insanlığın ortak sorunlarına kayıtsız kalma ve duyarlılık geliştirmemenin altında eğitimsiz benlikler vardır. Velhasıl insanın Yaratıcısına; insanın insana, çevresine karşı sorumsuzluğunda hep benlik var. Bu yüzden benliği eğitilmeyen insan tipi, hem kendine, toplumu- na, hem de evrene zarar vermekte ve İnsanî gelişimin önünde sorun olarak durmaktadır. Bunun aksine benliğine sahip bireylerle, toplumsal huzur ve mutluluk gerçekleşmektedir.
Nefislerin eğitilmesi ve istikamet üzere olmasında; inanç, ahlâkî değerlerin ve ibadet hayatının önemli bir yeri olduğu unutulmamalıdır. Çünkü ibadet hayatı ve ahlâkî değerler, nefiste güzel duygu ve eylemlerin pratikleşmesini sağlar. İlâhî huzurda her türlü tavırdan sorgulanacağı inancı da hareketlere bilinç ve sorumluluk yükler. İbadet ve eylemlere İlâhî sevgi ve rıza duygusu da katıldığında, tavırlar estetik ve anlam kazanır. Bu itibarla; nefsin sürekli sorgulanması, ahlâkî değerler zemininde yürüyüp yürümediğini devamlı kontrol, onun istikamet kazanmasını sağlar. Böyle bir nefis huzur bulur ve huzur verir.