Makale

Kontrolsüz Hırsın İnsan İlişkilerine Olumsuz Etkileri

Kontrolsüz Hırsın
İnsan İlişkilerine Olumsuz Etkileri

Dr. Muhlis Akar
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

Hırs; mal, mülk, makam, mevki, şöhret, ilim gibi maddî veya manevî imkânları elde etme, yahut daha genel anlamda, belli bir amaca ulaşma uğrunda aşırı derecede tutkulara kapılma, açgözlülük etme, şiddetli ve sonu gelmez istek ve arzulara yenik düşme” (DİA, Hırs Mad. XVII/383) şeklinde tanımlanmaktadır.

Kur’an-ı Kerim’in; “Malı pek çok seviyorsunuz.” (Fecr, 20); “Şüphesiz insan çok hırslı ve sabırsız olarak yaratılmıştır. Kendisine kötülük dokunduğu zaman sızlanır. Ona bir hayır dokunduğunda da eli sıkıdır.” (Meâric, 19-21) ayetlerinde insanın mal ve servete karşı aşırı düşkünlüğü dile getirilmektedir. (Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, XI/58) Ancak ayetin devamında; “namazlarına devam eden, mallarında; isteyenler ve (isteyemeyip) mahrum kalanların haklarını gözeten, ceza gününü tasdik edip Rablerinin azabından korkan, namus ve iffetini koruyan, emanetlere riayet eden, verdikleri sözü tutan, şahitliklerini dosdoğru yapan ve namazlarını titizlikle koruyan” kimselerin; servet düşkünlüğü, hırs ve açgözlülük gibi olumsuz düşünce ve davranışlardan korundukları (Bk. Meâric, 22-35) ifade edilmektedir.

Sevgili peygamberimiz de, “İnsanın iki vadi dolusu altını olsa mutlaka bir üçüncüsünü ister. Onun gözünü ancak toprak doyurur.” (Buharî, Rikâk, 10; Müslim, Zekât, 116, 119; Tirmizî, Menakıp, 32) buyurarak insanın bu zayıf yönüne işaret etmişlerdir. Yine; “Bir koyun sürüsüne salıverilmiş iki aç kurdun koyunlara verdiği zarar, servet ve mevki düşkünü bir adamın dinine verdiği zarardan daha büyük değildir.” (Tirmizî, Zühd, 30; Dârimî, Rikâk, 21) hadis-i şerifi de, aşırı hırs ve aç gözlülüğün yol açacağı zararların boyutlarının büyüklüğünü göstermektedir. Bu hadis-i şerifte iki aç kurtla, mal, mülk, makam ve servet düşkünü haris bir adamın kıyaslanması son derece düşündürücüdür. Çünkü aç kurtlar sürüye daldıkları zaman sadece bir veya iki koyuna zarar vermekle kalmaz, bütün sürüyü itlâf ederler. Ama sonunda onlardan sadece birini ya da ikisini yiyip giderler. İşte iki aç kurdun bu özelliği, açgözlü ve haris bir adamla kıyaslanarak bu durumdaki bir adamın dinine vereceği zararın, aç kurtların sürüye verecekleri zarardan daha büyük olduğu vurgulanmaktadır. Çünkü hırsını kanaatle kontrol altında tutamayan insan sağlıklı düşünemediği için davranışlarının sonuçlarını da doğru değerlendiremez. Hırslı insanlar genellikle sabırsız olurlar. Oysa ki başarılı olmak için beklemeyi bilmek, kendine zaman tanımak çok önemlidir.

Manevî kontrol ve disiplinden uzak, hırs ve açgözlülük duygusuna sahip insan kendine zarar verdiği gibi, ailesine ve çevresine de zarar vermekte, insan ilişkilerinde çeşitli olumsuzluklar yaşamaktadır. Diğer bir ifadeyle bu gibi insanlar sadece kendilerine dinî, ahlâkî ve psikolojik yönden zarar vermekle kalmamakta; sosyal hayatın düzenini de bozmakta, toplumda barış, kardeşlik, adalet, eşitlik gibi yüce değerleri tahrip etmekte, dayanışma ve paylaşım ruhunu öldürmekte, birçok alanda haksızlıklara ve huzursuzluklara yol açmaktadırlar. Aynı şekilde işlerin ehliyetsiz, kabiliyetsiz ve menfaatperest kişilerin ellerine geçmesine; rüşvet, kumar, gasp, hırsızlık, dolandırıcılık gibi gayrimeşru yollardan gelir ve kazanç edinilmesine de sebebiyet vermektedirler.
Günümüzde pek çok insan hırs ve tamahları yüzünden yüce Allah’ın kendilerine bahşetmiş olduğu nimetlerin şükrünü eda edememekte, muhtaç insanları mal ve servetlerinden faydalandırmamaktadır. Yine bu psikolojiye sahip kimi insanlar, emeği ile meşru ölçüler içerisinde elde edemediğini güç veya nüfuz kullanarak ya da rüşvet, iltimas vb. gayrimeşru yollara başvurarak elde etmeye çalışmaktadırlar.

Şüphesiz elde edilmek istenilen şeyin veya ulaşılmak istenilen hedefin meşru ya da gayrimeşru oluşu hırsın ahlâkîliğini veya gayri ahlâkîliğini belirlediği gibi; meşru olan hedeflere ulaşmada takip edilecek yol ve yöntem de bu konuda belirleyici olmaktadır. Bu nedenle başta yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim ve sevgili peygamberimizin hadisleri olmak üzere tüm İslâmî kaynaklar hırs ve tutkuları frenleyici mahiyette ahlâkî prensipler ortaya koymuşlardır. Âl-i İmrân Sûresinin 14. ve 15. ayetlerinde bu konuda şöyle buyrulmaktadır:

“Kadınlar, oğullar, yük yük altın ve gümüş, salma atlar, davarlar ve ekinler gibi nefsin şiddetle arzuladığı şeyler insana süslü gösterildi. Bunlar dünya hayatının geçimliğidir. Oysa asıl varılacak güzel yer ancak Allah’ın katındadır. De ki: “Size, onlardan daha hayırlısını haber vereyim mi? Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için Rableri katında, içinden ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve Allah’ın rızası vardır.” Allah, kullarını hakkıyla görendir.”

Bu ayet-i kerimede sırf dünya nimetlerine bel bağlamanın ya da dünya ahiret dengesini ahiret aleyhine bozmanın, kalıcı olan ahiret mutluluğunu tehlikeye düşürebileceğine işaret edilmektedir. Ayetteki “Size, onlardan daha hayırlısını haber vereyim mi?” ifadesiyle de insanlar mukayese yapmaya çağrılmakta; ahirette takva sahiplerine sunulacak nimetlerin, dünya hayatında çok cazip görünen nimetlerden daha üstün ve değerli olduğu ifade edilerek; geçici dünya nimetlerinin aşırı bir hırs ve aç gözlülükle gayrimeşru yollardan edinilmemesi istenmektedir.
Şüphesiz yukarıdaki ayet meâlinden de anlaşılacağı gibi hırs, mal, makam ve mevki düşkünlüğü insanın yaratılışında mevcuttur, yani bu duygu fıtrîdir. Bu duygu ve temayüller olumlu yönde değerlendirildiği ve dengede tutulabildiği takdirde insanlığın gelişip ilerlemesi için en önemli güç kaynağıdırlar. Bunun için fertleri bu duygu ve temayüllerin yıkıcı etkilerinden kurtarıp olumlu yönde yönlendirmek, insanın maddî alandaki fıtrî eğilimlerini, manevî alandaki yükselme ve yücelme gayretleriyle dengeleyici hale getirmek gerekmektedir.

Şurası bir gerçektir ki; insanların hayatları boyunca karşılaştıkları ve hırsla bağlandıkları her şey, ancak Allah’ın yaratmasıyla mevcut olan geçici değerlerdir. Bunların çok daha güzeli ve sürekli olanları ise Allah katındadır. Kâinattaki tüm varlıkların Allah’ın kontrolünde olduğunu, Allah’ın kendisi için daima en güzel ve en hayırlı olanı takdir ettiğini, her şeyi belirli bir plân ve hikmet dahilinde hayır üzere yarattığını bilen kişiler, işlerinde bu inancın verdiği huzur ve mutlulukla, hiçbir zaman hırsa kapılmadan hareket ederler. “Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, siz onu seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara, 216) ayeti de müminlere bu konuda en güzel ilâhî ölçülerden birini vermektedir. Bu bakımdan insan her durumda Allah’ın kendisine verdiği nimetlere şükredici olmalı ve imtihanın bir gereği olarak nimetin kısıtlandığı dönemlerde dahi şükrünü azaltmamalıdır. Sahip olmadıklarını gayri meşru yollardan elde etmek için hırsa kapılmamalı, sahip olduklarına da hırs ve tutku ile bağlanmamalıdır.

Huzur ve mutluluğu yakalayabilmek için hırsın yıkıcı etkilerinden kurtulup kanaat sahibi olmak son derece önemlidir. Günümüzde hırsı yüzünden ruhî ve psikolojik dengesi bozulan, kendisine, ailesine, çoluk-çocuğuna, çevresine ve içinde bulunduğu topluma zarar veren birçok insan mevcuttur. Nice zenginler vardır ki, servetlerini hırsları yüzünden ihtiyaç sahipleriyle paylaşmadıkları gibi, hayati öneme haiz kendi ihtiyaçları için bile harcayamazlar. Böylece zenginlik içinde fakirlik çekerler. Bu durumda iken ne kendilerine ne de topluma faydası olmayan servetlerini helâl-haram demeden sürekli arttırmaya çalışırlar.

Unutulmamalıdır ki, doğal duygumuz olan hırsımızı kontrol altında tutabilirsek; meşrû isteklerimize ve hedeflerimize daha kolay ulaşabiliriz. “Eğer bir şeyi istiyorsam, o mutlaka benim olmalı” ya da, “her şeye rağmen başarmalıyım” anlayışı bir yerden sonra hem kişinin kendisine hem de çevresindekilere zarar vermeye neden olabilir. Çünkü bu arzu ve isteklerin gerçekleşmesi için her türlü gayri meşrû ve gayri ahlâkî yollara başvurulabilmektedir. Ayrıca “her şeye rağmen elde etme hırsı”, kişiyi büyük bir strese ve bunalıma sürüklemektedir.

Sonuç olarak belirtmek gerekirse kişi, yaratılışında mevcut olan nefsini tatmin ve menfaatlerini maksimize etme duygu ve temayüllerini Allah’ın emir ve yasaklarıyla makul ve meşrû ölçülerde tutmalıdır. Bu ise, manevi/ahlâkî bir eğitimle mümkün olur. Böyle bir eğitim süzgecinden geçirilmeyen insanlar, sürekli olarak mala, servete, makam ve mevkiye aşırı derecede düşkünlük, hırs, aç gözlülük, cimrilik, bencillik gibi yıkıcı unsurların baskısı altında kalır ve insanlarla ilişkilerinde sürekli olarak problem yaşarlar ve bir türlü mutluluğu yakalayamazlar.

SPOTLAR

Eğitim süzgecinden geçirilmeyen insanlar, sürekli olarak mala, servete, makam ve mevkiye aşırı derecede düşkünlük, hırs, aç gözlülük, cimrilik, bencillik gibi yıkıcı unsurların baskısı altında kalır ve insanlarla ilişkilerinde sürekli olarak problem yaşarlar ve bir türlü mutluluğu yakalayamazlar.