Makale

Erdem Bayazıt’ın Şiiri: Çağıyla İmtihan Olmak

Erdem Bayazıt’ın Şiiri:
Çağıyla İmtihan Olmak
Ali Metin

Erdem Bayazıt’ın şiiri, kelimenin tam anlamıyla mümin ve Müslüman bir kişiliğin dünyayı algılayış biçimleriyle tezahür eder. Yürekten, samimi bir söyleyişle yazan Bayazıt’ın şiirinde süslemeci ve abartılı deyişlere yer yoktur. Fakat onun yalın, sade söyleyiş biçiminde aynı zamanda çarpıcı bir hava her zaman vardır. Hem tok ve gür sesi hem de vurucu imgelerle örülmüş bir yalınlığı haiz olması dolayısıyla Bayazıt’ın şiiri kitleleri uyarıcı güce, denebilir ki irşat edici özelliklere sahip ender şiirlerdendir. Bu yüzden onun şiirinin bilhassa Mehmet Akif Ersoy ve Necip Fazıl Kısakürek’in şiirleriyle yakın-akrabalık bağları vardır. Bu iki şairdeki öfke ve ‘hararet’ kimi yerde benzerlik göstermiş, kimi yerde farklı izlekler üzerinden devam etmiştir. Sezai Karakoç ve Cahit Zarifoğlu da elbet Bayazıt’ın inanç yörüngesinde yer alan şairlerdir. Ancak Karakoç ve Zarifoğlu, gerek öfkeyi gerekse ‘hararet’ istiaresiyle (metafor) dile getirdiğimiz o hissiyat yoğunluğunu daha artistik (estetik/belirsiz/karmaşık) bir yapıya dönüştürdüklerinden, okuyucu veya kitleler üzerindeki tesirini doğrudan (direkt) ve yaygın düzeyde göstermezler. Daha girift, daha çok katlı bir mahiyete sahiptirler. Bu çerçevede, Bayazıt’ın şiirinin Karakoç ve Zarifoğlu’nun şiirleri gibi okundukça çoğalan yani yeni anlamlar kazanabilen bir şiir olmadığı kabul edilecek, ancak her okuyuşta yüreğe vuran, insanı yüreğinden kavrayan bir şiir olduğu da yadsınamayacaktır.

Mümin bir insan olarak Bayazıt, şiirinde, inancının gerekleriyle çağının/toplumun durumu arasındaki tezat karşısında ızdırap çeken bir kişiliktir. Yaşanan çağ, inançsızlık alâmetlerinin çoğaldığı, çoğalmaya devam ettiği bir çağdır. Bayazıt’ın şiirinde ‘şehir’, bu alâmetlerin en yoğun şekilde görüldüğü çarpık bir yaşam tarzını sembolize eder. Şehir, artık kaybolan değerlerle, ifsat edici yalan ve çarpıklaşmalarla somutlaşan yaşam alanlarına dönüşmüştür. Dahası ‘şehir’ bile olmaktan çıkarak birer “ölü şehir” haline gelmiş bulunmaktadır. Şair bu durumdan dolayı ızdırap duymakta, ancak bununla da yetinmemektedir. Çünkü şehir ölmüşse bile şehrin insanı henüz ölmemiştir, ayrıca o yaşanan felâketin henüz şuurunda da değildir. İşte şair, bunun için ızdırabını içine gömmek yerine, felâketi insanlara haber vermeye çalışacaktır. “Haber Veriyorum” adlı şiirinde durumu oldukça kısa ifadelerle aktarır, peygamberler gibi o da mesajını en özlü, en anlaşılır bir dille verir:

“Altımızda kayan bu ölü şehri durdursana
Ey gücü toprak kadar eski
Ey gücü yer kadar ağır çocuk
Büyüyen elimin üstüne koy elini
Sana bir yürek vuruşu gibi belirli
Gelen zamanı haber veriyorum.”

Şair bu mısralarda felaketi gören, kendisini kolaylıkla işiten ve anlayan inançlı insanlara seslenerek, onlara umut aşılamak istemektedir. “Ölü şehri” kanıksamak yerine, şehre can verecek ‘el’ sahipleri olmaya bir çağrıdır şairin mısralarında dile gelen. “Aşk Risalesi” şiirinde ise şair, şehrin getirdiği yozlaşmalara, insanlarda meydana gelen değişmelerin mahiyetine değinerek felâketin boyutlarına dikkat çeker. Burada tam da bir bozgun halinin resmini görürüz. Hem çok tanıdık hem oldukça düşündürücü ve yaralayıcı bir resimdir bu:

“Belli bir bozgun yaşamışız
Her şeye ölüm dadanmış sanki
Kadınlar ki anne olmamak için direniyorlar
Erkekler ki savaşmayı tümden unutmuşlar
Çocuklar zaten hiç çocuk olmuyorlar
Çocukluk kalkmış dünyadan gibi

Her çocuk antik çağ filozoflarından bir kalıntı sanki.”
Bununla beraber Erdem Bayazıt, olumsuzlukların üzerinde fazlaca duran bir şair değildir. Durmaya pek de gerek duymamıştır belki. Çünkü şehrin insanları çarpıklaşmış bir hayata kendilerini ne kadar kaptırmış da olsalar, içerlerindeki inanç tohumları sayesinde yaşadıkları hayatın yanlışlığını kolayca anlayabilecek durumdadırlar. Tek başına “ölü şehir” imgesi bile onlara her şeyi anlatmaktadır aslında. Az önce okuduğumuz mısralarla bu yanlış hayatın konturları çizilmiştir, o kadar. Bayazıt’ın şiirinde önemli olan karamsarlığı çoğaltmak değil, umudu ve inanç tohumlarını yeşertecek bir istikamet içerisinde olmaktır. Bunun için yaşamaya devam ettiğimiz değerleri ve güzellikleri tebellür ettirmek esas alınmak gerekir. Böylelikle o değer ve güzellikler hayatımızın nirengi noktalarını oluşturmaya başlayacak, manevi dirilişimiz hayatın bütününü kuşatıcı bir güzelliğe inkılap edecektir. Bu manevî dirilişin yaşayan en önemli motifleri, okunan Kur’anlar ve ezanlar, bayram günleri tıklım tıklım dolan camilerdir.

“Kent horozlarla uyanır sularla gerinir zamana geçerken ezanla
Sayfalar sayfa olurken Kur’anla.
Bir kuş yağmuru boşanır bilmediğim bir yerden
Bir boranın patladığı bir yerden”
“Bayram günleri donanırdık su gibi yumuşardı yüreklerimiz
Camilere dolardık tüm olmaya ererdik

Biz vardık şimdi o biz nerede.”
Şair geçmişi düşünerek “Biz vardık şimdi o biz nerede.” şeklinde bir hayıflanma içerisindedir, ama bu hayıflanmayı o “biz”lerin yeniden mümkün olabileceği umuduna tahvil etmek kastıyla dile getirir. Başka deyişle bu hayıflanma bizi kendimize getirmek, ne hâle geldiğimizi düşündürmek amacıyla tercih edilmiş belli bir uyarı metodu, bir söyleyiş/anlatım tarzıdır. Çağın ve hayatın değişeceği umudu Bayazıt’ın şiirinde çok güçlü bir şekilde kendisini gösterir. Bu umudun çiçeklenmesine ilk elde zemin hazırlayanlar ise şairin gözünde birer kahramandırlar. Onlar, inanmışlar çağından (asr-ı saadetten) zamanın dünyasına kökler salan diriliş öncüleridirler.

“Beton duvarlar arasında bir çiçek açtı
Siz kahramanısınız çelik dişliler arasında direnen insanlığın
Saçlarınız ıstırap denizinde bir tutam başak
Elleriniz kök salmış ağacıdır zamana
O inanmışlar çağının.”

Burada imanın karanlıkla çatışmasıdır söz konusu olan. Ama nasıl ki güneş karanlığı zevale uğratıyor ve sabah oluyorsa iman da işte öyle karanlıkları bir güneş gibi sonlandıracaktır. Önemli olan imanın gözümüzde ve yüreğimizde (kaygı ve hassasiyetlerimizde) o parlaklığa erişebilmiş olmasıdır. Şair “Birazdan Gün Doğacak” adıyla bu umudun şiirini yazmıştır:
Karanlığın ormanında iman güneşidir gözünüz
Soluğunuz umutsuz ceylanların gözyaşına sünger.
Gün doğar rüzgâr eser bulut dolanır
Rahmet şarkısı söyler yağmurlar
Alnınız en soylu isyandır demir külçelere
Gürültü susar ses donar sevgi tohumu patlar
Sessiz bir bombadır konuşur derinlerde.”

Manevî diriliş sürecinin başladığı kanaatindedir şair. “Ey düştüğü yerden kalkmağa hazırlanan ülke.” mısralarının ardından sözü hesap gününe getirerek ahiretteki dirilişe göndermeler yapar. Bununla o, dirilişin aslında mutlak olduğunu, yaşanan zahmetlerin en azından ahiretteki dirilişle tamama ve ecrine ulaşacağını söylemeye çalışmıştır.

“Çıkacağız yola
Hesap günü gelince
Yağmur yüzümüze değince
Güneş bir mızrak boyu yükselince.”

Erdem Bayazıt, şiirinde kendi inanç/yaşam dünyasına ait temel değerleri ve motifleri yer yer belirginleştirmeye çalışarak, mevcut yaşayış karşısındaki tepkisinin soyut bir tepkiden ibaret olmamasına önem vermiştir. Buradan hareketle, şairin dikkat çektiği temel değerlerden birisi “emek”tir. İmanın gereğince, emeğe hakkın mutlak ölçüleri içerisinde karşılığını vermek, haksızlık edilmemek mecburiyeti vardır.

“Şafak gibi alınlara terle yazılmış
Hakkın mutlak ölçüsünü
Elbet benim işçilerim çekecek
Emeğin kutsal direğine.”

Bayazıt, çağını maddecilik, eşyalaşma, tüketim hastalığı gibi ifadelerle tasvir edebileceğimiz bir sapma, dahası sapkınlık içersinde görmektedir. Teknoloji, hayatımıza bütünüyle galebe çalar hale geldiği için insanları kendine âdeta tutsak etmiş, sun’i bir yaşam tarzı meydana getirmiştir. Bunun sonucu, insanlar âdeta “gölge varlıklar” haline gelmişlerdir. Kendileri olmaktan çıkarak, teknolojinin boyunduruğu altına girmiş, gölgeleşmişlerdir:

“Onlar bir gemiye bindiler
- Ben ona günah yüklü gemi dedim
Onlar oturup tasmalarından ötürü gönendiler
- Ben onlara gölge dedim”

Şair, insanın bu düşüşünden kendi adına utanç duyacak kadar durumu ciddiye aldığını şu mısralarla ifade eder:

“Ama gölgeler giysilerle ilgileniyorlardı/utanıyordum
Hep araçlardan söz ediyorlardı/ben utanıyordum”
Bayazıt, haklı olarak insanları bu duruma düşmüş olmalarından ötürü küçük gördüğünü söylemekten de sakınmaz. Çünkü bunun, onların ahmaklığının bir sonucu olduğundan emindir.

“Halbuki bana bakıp yadsıyorlardı/Benim onları tasmalarından ötürü küçük gördüğüm belliydi/Benim onları başında ve sonunda sevdiğim belliydi/Ama anlaşamadığımız muhakkaktı.”

Teknolojinin hegemonyasında eşyalaşan, eşyanın tasallutu altındaki bir dünyaya karşılık şairin savunduğu ise tabiatı kaybetmeyecek bir hassasiyetin gösterilmesi, insanın/hayatın böylesine eşyalaştırılmadığı bir dünyada yaşamasıdır. Zira onun, tabiatla uyum içerisinde yaşamayı hem daha insani hem de yaratılış gerçeğimize daha uygun bulduğu muhakkaktır. Bayazıt, şehrin karşısına tabiatı koyar; tabiata yakınlaşmayı çarpıklaşan dünyamızın ihyası için bir çıkış yolu olarak görür.

“İşte ben bu noktada durdum
Denize baktım iyi dedim
Korkulu dağlara baktım iyi dedim.
Doğrusu hep doğaya bakıp iyi diyordum.”

Tabiat deyip geçmemeli. Tabiattaki canlı cansız her şeyin zikir halinde olduğunu bilen bir mümin için tabiat, sömürülecek bir şey olmaktan öte bir ilham, bir feyz kaynağıdır daima. Tabiatın metafizik/mistik bir cephesi vardır ki, o cepheye aşina olabilenler için tabiat, ilâhî çağrışımlarla (mesaj, ayet) dolu bir varlık alanıdır.

“Çam dalları arasından sızan rüzgârın soluğu
Sürekli zikir üzre pınarın sesi
Ve sonra ezana geçilmişti
O dağların üzerinde özgürlük meş’alesi gibi seyrettiğimiz
Bir kurtuluş kandili gibi idrak ettiğimiz
Tan yıldızı da doğmuştu
Bir dirilişi muştulayan horozlar
Kuzular kuşlar böcekler acıkan ve acıkmayan diğer yaratıklar
Doğan güne gülümseyen çocuklar
Ve sonra
Hepsini kuşatan
Ve kıyama duran
Kalbim
Tabiatın içinde tabiatla birlikte”

İşte insan tabiattaki yaratılış düzenini kavrayarak kendisi de bu zikre katılmalı, böylelikle varoluşunu en nihaî anlamına kavuşturmayı bilmelidir. İnsan dünyada bu tercih içerisinde hareket edebildiği sürece kendi yaratılış gerçeğine ihanet etmemiş olur. Evet insan, diğer varlıklardan farklı olarak başka tercihlerde bulunma imkanına/özgürlüğüne sahiptir. Ama insan bu farklılığı sebebiyle zaten dünyada bir imtihanı yaşamaktadır. İmtihan, insanın dünyadaki asıl ve en büyük gerçeğidir.

“Tüm yaşam bir imtihandı”
Tüm yaşamın bir imtihan olduğu inancı, Erdem Bayazıt’ın Müslüman kimliği çerçevesinde dünyaya bakışını tayin eden en temel unsurdur. İmtihan şuuru onda ölüm şuuruyla perçinlenmiş, başka deyişle ölüm şuuru imtihan şuurunu kuvvetlendirip sağlamlaştırmıştır. Bayazıt’ın şiirinde ölüm düşüncesi/duygusu önemli bir yer tutuyorsa, sebebi Müslümanca yaşama şuurunu kavileştirmekten başka bir amaç için değildir. Zira ölüm gerçeği, daima hatırda tutulmak suretiyle dirilişin en önemli mayalayıcı unsuru olabilecektir. Bunun için şair, “Ölüm Risalesi” adını taşıyan şiirinde âdeta ölümün bir destanını yazmıştır. Bu şiirde ölümün değişik şekillerine temas edilmekte; günlük hayatta ölüm gerçeği karşısında yaşadığımız bazı duygu ve haller üzerine mercek tutulmaktadır. Ne ki, ölüm gerçeğinin mutlaklığı hiçbir şekilde değişmez, ölüm her şeyi silip süpüren büyük gerçektir. Ancak, ölüm bir son değil ölümsüzlüğe açılan bir kapı olunca, işte o zaman hayatın anlamı artık ölümle belirlenir olmaktadır.

“Toprak
Ölüme aç
Ölüme muhtaç
Hayat”

Ölüm o kadar mutlak, o kadar gerçektir ki, her şey ve herkes karşısında susup kalmaktadır. Her şey ve herkes öylesine iğreti, öylesine zavallıdır ölümün karşısında.
“Sonra bir mezarlıkta
Bir çukurun başında
Bir kapının ağzında
Herkes susar
Konuşur ölüm
Ve sürer hayat.”

Ölümün konuşmasının ardından hayatın sürmesi ironik bir durumdur aslında. Ama ölümden dersini alan, ölümle terbiye olan bir hayat, imtihana da hazırlıklı demektir. Bu imtihan bazen teknolojinin saptırıcı büyüsü karşısında, bazen de savaş meydanlarında verilebilmektedir. “Savaş Risalesi” adlı şiirinde Erdem Bayazıt, Hazret-i Peygamberin ve çevresindeki Müslümanların imtihanlarla dolu olan tebliğ ve mücadele sürecini bir film şeridi gibi aktararak, belliki bu süreci Müslümanlaşma şuurunun temel rehberi ve referansı olarak ortaya koymak istemektedtir.

“Mutlaka bir sınav olacaktı
Çünkü Sünnetullah’tı.
Uhut’ta savaş vardı.
Bu savaş bir imtihandı
Gerçi her savaş bir imtihandı
Tüm yaşam bir imtihandı.
Ama
Uhut

İmtihan içinde bir imtihandı.”
Erdem Bayazıt’ın şiiri, son kertede zihinleri böylesi bir imtihan şuuruyla yenileyecek cinstendir. Nefsin ve fani aldanışların değil, inanç merkezli bir dünya algısının şiiridir. Mümin kimseler, bu şiiri her okuyuşta kalplerini serinletici ve imanlarını kavileştirici bir ruh halini tecrübe edebileceklerdir.