Makale

Kardeşlik Üzüntü ve sevinci paylaşmaktır

Kardeşlik: Üzüntü ve sevinci paylaşmaktır
Prof. Dr. H. Kâmil Yılmaz
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı

Kardeşlik, insanlar arasındaki her türlü farklılık ile sosyal ve ekonomik üstünlüğü bir tarafa bırakmayı sağlayan ve yürek bütünlüğü içerisinde Allah’a yönelmeyi gerçekleştiren bir duygudur. Kardeşlik mesuliyet, fedakârlık ve farkındalık bilinci isteyen bir birlikteliktir. Bu yüzden İslam dini, toplum içinde yaşayan fertlerin birbirlerinin farkında olmalarını; üzüntü ve sıkıntıları ile sevinç ve mutluluklarını paylaşmalarını emretmektedir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.)’in kardeşlik hukuk ve ahlakını anlattığı şu hadis-i şerif, bu konuda yapılması gerekenleri özetler: “Müslümanın, Müslüman üzerindeki hakkı beştir: Selamına mukabele etmek; yani selamlaşmak, hastayken ziyaret etmek, cenazesinin teşyiine katılmak, davetine icabet etmek ve aksırdığında yerhamükellah/Allah sana merhamet etsin! demek.” (Buhârî, Cenâîz, 2; Müslim, Selâm, 4.)
1. Selamlaşmak, kardeşinin selamına mukabele etmek
Selam içtimai huzur, mutluluk ve barışın gerçekleşmesi için kalbî dua, fiil ve söylemdir. Toplum hayatında kardeşlerin birbirleriyle selamlaşmaları barış ve güvenin sembolüdür. Selam, genelde kâinatta varlıkların fıtrat, tabiat ve şeriat kanunlarına göre birbirleriyle olan kavlî, fiilî ve kalbî iletişimlerinin genel adı olarak değerlendirilebilir.
Kardeşler arası selamlaşmayı hayatın bir parçası gören İslam dini, selamın yaşaması için ona mukabeleyi ondan daha önemli bir manevi sorumluluk olarak görmektedir. Nitekim bir ayet-i kerimede: “Bir selam ile selamlandığınız zaman siz de ondan daha güzeli ile mukabele edin veya verilen selamı aynen iade edin.” (Nisâ, 4/86.) buyrulmuştur.
Selamlaşma, kardeşlerin dünyada birbirlerine duası, ahirette ise daru’s-selama çağrısıdır. Selam, hayatı paylaşmaktır. Selam ile insan, hemcinslerinin farkına vararak hayatın zorluk ve kolaylığını, sevinç ve üzüntüsünü fiilî ve kalbî olarak paylaşmış olur. Selam en hayırlı amellerden biri kabul edilir. Nitekim bir sahabi Allah Rasulü’ne: “İslam’ın en güzel ve hayırlı davranışı hangisidir?” diye sorduğunda o: “İnsanlara yemek yedirmek (it’am-ı taam), tanıdığın, tanımadığın herkese selâm vermektir (ifşâü’s-selâm).” (Buhârî, Îmân, 20; Müslim, Îmân, 63.) diye cevap vermiştir.
İnsanın mümin kardeşini evinde, iş yerinde ziyareti, bir tür selamı yayma çabasıdır. Selam, insanın kardeşine kalbî duasının yanı sıra fiilî destek ve hizmetidir. Selamı sadece kavlî lafızlardan ibaret saymak, ondaki hizmet boyutunu görmemek demektir. Selam hem hayatı, hem sevinç ve sıkıntıları paylaşmaktır. İnsan selamlaşma sayesinde toplumdaki diğer insanların farkına varır; onların dert ve sıkıntılarını fiilî ve kalbî olarak paylaşmış olur. Selamın lafzi boyutu kadar fiilî boyutu da önemlidir. Hz. Peygamber’in selamı, hadisin farklı rivayetlerinde hasta ziyareti, cenaze teşyii, zayıfa yardım ve mazluma destek (Bkz. Buhârî, Mezâlim, 5; Müslim, Libâs, 3; Tirmizî, Edeb, 45; Neseî, Cenâiz, 53.) gibi fiilî hizmetlerle beraber zikretmesi, selamın hizmet ve destek boyutuna işarettir.
2. Hastayken ziyaretinde bulunmak
Hasta ziyaretinin biri ziyaret edilen ile; diğeri ziyaret eden ile ilgili iki boyutu vardır. Ziyaret edilen hastalık sebebiyle moral desteğe ve acısının paylaşılmasına muhtaçtır. Bu yüzden müminlerin hasta olanları ziyaretleri hem bir hak, hem de bir hizmet sorumluluğudur. Zira hastalık anı, insanın moral seviyesinin en düşük olduğu zamandır. Ziyaret sayesinde hasta olan kimse arandığını, kendisinin değerli olduğunu hisseder ve bu moral, hastalığının tedavi sürecine olumlu katkı sağlar.
Hasta ziyareti önemlidir, çünkü derdiyle baş başa kalmış, hastalığından dolayı inim inim inleyen bir hastanın ne çektiğini anlamak için onu ziyaret etmek gerekir. Hasta ve dertli insanların yüreğindeki yangın ve acı, ancak ziyaret edildiğinde idrak edilebilir. Hasta, dert çekmiş ve hâlden anlayan bir ziyaretçisi olduğunda hastalığını bir nebze unutur. Bu yüzden Müslümanların asli vazifelerinden birisi de hasta olan ve derdi bulunan kardeşlerini ziyaret edip onlara hizmet etmektir.
Hasta ziyaret eden ise bir yandan hastaya dua etmeli, diğer yandan da hastalıktan ibret alıp hâline şükretmeyi bilmelidir. Duada ölüm duygusu içerisinde olan hastaya soluk aldırma ve rahatlama vardır. Nitekim Hz. Peygamber bir hadislerinde: “Hasta ya da ölünün başında bulunduğunuz zaman hayır dua ediniz. Çünkü melekler sizin dualarınıza amin derler.” (Müslim, Cenâiz, 6; Ebû Dâvud, Cenâiz, 15.) buyurduğu gibi bir başka hadislerinde de: “Hastaya ölüm konusunda soluk aldırın.” (Bkz. Tirmizî, Tıbb, 35, 2088.) buyurarak bu hususa vurgu yapmıştır. Kendinden kötü olan birini ziyaret etmek, kişinin hâlinden razı olup şükretmesine vesile olur. Bu bakımdan hastanelere ve hastalara yapılan ziyaret, daha kötüyü görerek insana empati kurma ve şükretme imkanı verir.
3. Cenazesinin teşyiine katılmak
İslam’ın emrettiği vazife ve içtimai ibadetlerden birisi de vefat eden mümin kardeşine son görevin yapılmasıdır. İnsan cenazeye katılmak suretiyle cenaze yakınlarının acısını paylaşmış olur. Bu insani bir görevdir. Cenaze namazı ve kabre giderek dua ve helalleşmek suretiyle de İslami bir vazifeyi icra etmiş olur.
Cenaze sırasındaki şahitlikte Allah’ın kullarına yüklediği ilahi bir görevi yerine getirme vardır. Çünkü Allah Rasulü: “Siz yeryüzünde Allah’ın şahitlerisiniz. Kime hayırla şahitlik ederseniz, ona cennet vacip olur…” (Buhârî, Cenâiz, 86; Müslim, Cenâiz, 60.) buyurmaktadır. Vefat eden mümin kardeşin namazını kılarak hüsn-i şehadette bulunmak ve defnetmek farz-ı kifaye kabul edilen bir hak ve sorumluluktur. Bu görevler ihmal edildiğinde toplumdaki herkes sorumlu olacaktır.
Cenazeye iştirakin bir de katılana sağladığı fayda vardır ki en az diğerleri kadar önemlidir. O da cenaze sayesinde ölümü hatırlamak ve ölümden ibret almaktır. Bir süre önce hayatta olan, kendisi gibi yaşayan birinin bugün cenazesini kaldırmak ibretamiz bir durumdur.
4. Davetine icabet etmek
Davete icabet sevinci paylaşmak demektir. Müminin diğer bir mümin üzerindeki haklarından birisi statüsüne, ekonomik ve sosyal durumuna bakmadan mütevazı bir şekilde mümin kardeşinin davetine icabettir. İnsanın mümin kardeşinin davet ve sevincini paylaşması aralarındaki muhabbetin artmasına vesile olur.
“Sevinçler paylaşıldıkça artar” prensibi gereği insanın mümin kardeşinin davetine icabet etmesi gerekir. Düğün, nikâh, mevlit, sünnet ve açılış gibi davetlere icabet edilmesi insanın asli vazifeleri arasındadır. Mümin bir yürek böyle zamanları fırsat bilmeli ve gönüller arası köprülerin kurulmasına vesile saymalıdır. İnsanlar genellikle sevinçli ve hüzünlü günlerinde dost ve kardeşlerini yanlarında görmek isterler. “Ağaç dalıyla gürler” sözü bunu ifade eder. Hatta sevinçli ya da üzüntülü gününe kimlerin katılıp, kimlerin katılmadığını insanlar tespit ederler.
5. Aksırdığında “Allah rahmet etsin” demek
Aksırmak bazen sıhhatli olmanın alameti, bazen de hastalığın habercisidir. Allah Teala’nın verdiği bütün nimetler gibi sıhhat alameti olan aksırma için de şükredilmesi gerekir. Aksırma sırasında insana canı âdeta iade edilir.
İnsanın aksıran bir mümin kardeşine “Allah sana rahmet etsin” demesi aslında onun farkında olduğunun beyanı ve bir ilgi ifadesidir. Yalnızlaşan günümüz insanı aslında bugün, bu ilgiye eskisinden daha çok ihtiyaç duymaktadır. İnsanın kardeşinin farkında olması, derdini hissetmesi ve çareler araması bir sorumluluktur. Çünkü kardeşliğin özü farkında olabilmek, üşüyenle üşüyebilmektir.
Hz. Peygamber’in Müslümanların birbirleri üzerindeki hakları olarak sembolize ettiği bu hususlar üzüntü ve sevinç konularına münhasır bulunmaktadır. Selam ve davete icabet sevinç zamanlarını, hasta ziyareti ile cenaze teşyii üzüntü anlarını, sonuncusu ise her ikisine şamil bulunmaktadır. Üzüntü ve sevinçteki ziyaret, icabet ve hizmet, uzakları yakın edecek bir enerjiye sahiptir.
İçtimai münasebetlerde insanlarla ilişkinin iki boyutu vardır: Duvar örmek ya da köprü kurmak. Dışa dönük, başkalarının üzüntü ve sevinçlerini paylaşanlar başkalarıyla aralarına köprü kuranlardır. Yalnız, ilgisiz yaşayan ve çevresinden etkilenmeden içlerine kapananlar ise duvar örenlerdir. Sosyal hayatın zorlukları ancak kurulacak köprülerle aşılabilir. Yüce dinimiz ve O’nun şanlı nebisi bize sosyal hayatı kolaylaştırmak için köprüler kurmayı önermektedir.
Allah yolunda kardeşlik gönül köprüleri kurarak yüz yüze bakmayı, yürek bütünlüğü içinde olmayı gerekli kılar. Kopukluk ve uzaklık başladığı zaman kardeşlik ortadan kalkar. Kardeşlik kristal cama benzer. Dikkatlice korunmaz ise çeşitli zararlara uğrayarak kırılır ve bozulur. Kardeşliği devam ettirmek, başlatmaktan daha zordur.
Kardeşlik yük vermekten çok, yük taşımak ve hizmette bulunmaktır. Kardeşler arasındaki münasebet insanın iki eli arasındaki ilişki gibi olmalıdır. Nasıl ki elin biri diğerini yıkar, korur, ısıtır, bir arada tutar ve birliktelik verirse kişi de kardeşiyle öyle olmalıdır.
Netice itibarıyla üzüntü ve sevinci paylaşmak demek olan Allah için kardeşlik ve dostluk, cennet kapılarını açan, cehennem kapılarını kapatan bir feragat ve fedakârlıktır. Dünyevi dostluklar dünyada kalır. Ahirete taşınan dostluk Allah için olandır. Nitekim Allah Teala takva ehlinin dostluğunun asıl ahirette işe yarayacağını şöyle ifade buyurur: “O gün takva ehli dışında bütün dost/kardeşler birbirlerine düşman kesilir.” (Zuhruf, 43/67.) Böyle bir kardeşlik ve dostluk Hz. Peygamber’in hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde Hak Teala’nın arşın gölgesi altında barındıracağını haber verdiği yedi gruptan birini teşkil eder. Onlar Allah için birbirini seven, bu sevgi üzere yaşayan ve bu sevgi ile ölen kardeşlerdir. (Buhârî, Ezan, 36, Zekât, 16, Hudûd, 19; Müslim, Zekât, 91; Tirmizî, Zühd, 53.)