Makale

Anadolu'da bir kardeşlik tecrübesi: Ahilik

Anadolu’da bir kardeşlik tecrübesi:
Ahilik
Dr. Adil Şen
Eskişehir Osmangazi Üniv. İlahiyat Fak.

İnsanlık tarihini incelediğimizde çeşitli coğrafya ve zaman dilimlerinde büyük bunalımların yaşandığını görürüz. Bu sıkıntılı dönemlerin çoğunlukla bir ilahî din yardımıyla atlatıldığına da şahit oluruz. İslamiyet’in zuhurundan önce Arabistan yarımadasının içine düştüğü buna benzer kötü durumdan, İslamiyet sayesinde kurtulup ve kısa sürede Kuzey Afrika’dan, Orta Asya içlerine kadar insanlığa bu “Kurtuluş Muştu”sunu ulaştırdıkları herkesin malumudur.
İslam dini ile, başta Araplar ve onları takiben Müslüman olan diğer milletlerin önünde geniş ufuklar açılmaya başladı. Türk milleti de aynı yoldan geçerek Karahanlılar (840-1212), Gazneliler (963-1186) ve arkasından, Selçuklular (1040-1157) ile Orta Asya coğrafyasında Türk-İslam kültür ve medeniyetinin ilk mahsullerini ortaya koymaya başlamışlardır. Yalnız bu arada bir bütün olarak İslam dünyasına özellikle de Türk milletine musallat olan iki büyük bela, daha yeni çiçekleniş mevsimindeki bahçenin talan edilmesine sebep olmuştur. Bunlardan ilki Batı’dan İslam âlemine ve Anadolu’ya saldıran Haçlı Seferleri (1096-1291) yaklaşık iki asır milletimiz için zorlu mücadeleler ve kayıplara yol açmıştır. Daha bu gaile bitmeden Doğu’dan Moğollar önlerine çıkan her şeyi silip süpürerek, yakıp yıkarak Anadolu içlerine kadar girip, İslam dünyasına büyük zararlar vermiş, derin acılar yaşatmıştır. (Bkz. Osman Turan, Selçuklu Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, 8. Bsk. İst. 2003 s. 299-301.)
Moğol tahribatının önünden kaçarak, Maveraünnehr, Horasan, İran gibi bölgelerden birçok şehirli ahali, esnaf, zanaatkâr, âlim vb. insanlar Anadolu’ya göç etmişler, Anadolu’nun Türk yurdu hâline gelmesini kolaylaştırmışlardır. Himayesine sığındıkları Anadolu Selçuklu Sultanları ve Uç bölgelerdeki Uç Beyleri, bu kitleleri Anadolu’nun bütün yerleşim birimlerinde iskân ettikleri gibi, yeni yerleşim yerleri de ihdas etmişlerdir. (Bkz. Mehmet Şeker, Fetihlerle Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşması, Ank. 1997, s. 53-96.) Anadolu’da Haçlıların açtıkları yaralar henüz iyileşmemişken, acı yıkım ve yoksunlukları bizzat yaşayan, Orta Asyalı muhacir kafileler, yeni yurt tuttukları Anadolu’ya dört elle sarılmışlardır. Her türlü kargaşa ve hercümercin yaşandığı bu dönemde Moğollara karşı varlık savaşı, yerli halka karşı tutunabilme ve hayatın zaruretlerine karşı da ayakta durabilme mücadelesi vermek zorundaydılar. Bu mecburiyetler onların teşkilatlanmasını icap ettirdiğinden bu konuda fazla zorlanmadan, bütün yerleşim birimlerinde varlıklarını göstermişlerdir. Öncülüğü kendisi de Hoy’dan gelen Ahi Evren (1171-1261) Anadolu’nun o dönemdeki siyasi, iktisadi, beşeri durumuna uyacak şekilde Ahilik çerağını yakarak insanlara yol göstermiştir. (Bkz. Mikail Bayram, Ahi Evren (Tasavvufi Düşüncenin Esasları), Ank. 1995 s.16.46.) Devrin ulema, meşayih ve ümerasıyla münasebet içinde gördüğümüz Ahi Evren halkla da bütünleşerek “önder âlim” şahsiyeti ile bayrak isim olmuştur. Anadolu Selçuklu sultanının merkezi hakimiyetinin zaafa uğraması, vilayetlerdeki emirlerin ayrı baş çekmesi, Moğolların gerek zorla, gerekse başka yollarla yanlarına çektikleri bazı âlim, şehy ve idarecilerin durumu, halkın neye, kime tabi olacağını şaşırdığı ve perakendelik manzarası arz ettiği dönemde; Ahi Evren Anadolu’nun en çok ihtiyacını duyduğu “Ahilik=Kardeşlik ülküsü”nü elden ele, dilden dile parola gibi yaymıştır. Parçalanmışlıktan çok çekmiş toplum, bütün katmanları ile bu “Kardeşlik Ülküsüne” can simidi gibi sarılmış; kademe kademe toplumdaki umumi ümitsizlik, yerini azme; parçalanmışlık hali birlik ve beraberliğe; kargaşa emniyete, verimsizlik, çalışıp-üretme istikametinde değişmeğe başlamıştır. (Bkz. Ziya Kazıcı, İslam Kültür ve Medeniyeti (İbn Batuta Seyahatnamesine Göre Ahilik), İst. 19968. s. 130-136.)
Ahiler ilk dönemde seyfi ve kavli olmak üzere ikiye ayrılıp, seyfi kısım daha çok Moğol istilasına karşı şehirleri savunmak, içte de toplumun huzur ve asayişini sağlamak için yardımcı olmuşlardır. Kavli kısım ise daha çok halkın irşadı ve kendi mensuplarının eğitimi ile uğraşmışlardır. Bir başka tasnife göre ise Ahiyan-ı Rum, Gaziyan-ı Rum, Abdalan-ı Rum ve Bacıyan-ı Rum gibi isimlerle anılan Ahiler, kadını-erkeği ile aynı gaye etrafında teşkilatlanmışlığı gösterir. (Bkz. Orhan F. Köprülü, “Baciyan-ı Rum” mad. T.D.V.İ.A İst. 1991 c. IV s. 415.) Moğol belasının savuşturulmasından sonra, kurulan beyliklerde yine öncü-danışman görevini üstlenmişlerdir. Sözgelimi Osmanlı devletinin kurucusu Osman Gazi Ahiliğe ait “ihtiyaru’d-din” ünvanını almış, kayın pederi Şeyh Edebali de Ahi şeyhlerinden âlim-mutasavvıf bir kimseydi. Osman Gazi Karacahisar da cuma, Eskişehir de bayram namazını bir ahi olan Dursun Fakih’e kıldırtıp hutbeyi kendi adına okutarak beyliğini ilan etmişti. (Bkz. Aşıkpaşaoğlu Tarihi, (Nşr. N. Atsız) 1985. S. 27-28; Ziya Kazıcı, a.g.e. s. 127-128.)
Ahiler devletin kuruluşuna müteakip zamanla siyasi bir güç olmaktan çıkarak, esnaf birliklerinin idari işlerini düzenleyen bir teşkilata dönüşmüştür. Daha çok çırak, kalfa, usta hiyerarşisi içinde kendi mensuplarının eğitimi, o günün şartlarında el emeği, sınai imalat kalite, denetim ve standardizasyonla kendilerini sınırlamışlardır. (Bkz. Yusuf Ekinci, Ahilik ve Mesleki Eğitim. İst. 1990 s.22-43; Muhittin Şimşek, TKY ve Tarihteki Bir Uygulaması Ahilik, İst. 2002 s. 133-210.)
Ahilik menşe itibarıyla kendisinden önceki muazzam bir birikim oluşturmuş ilmi ve irfani ocaklardan beslenmekle birlikte esas itibarıyla “Fütüvvet Teşkilatı”ndan daha çok etkilenmiştir. Abbasi halifesi Nasır li-dinillah’ın (1180-1225) Fütüvvete dâhil olmasıyla Selçuklu sultanı I. İzzettin Keykavus da 1213’te şedd kuşanarak bu harekete destek vermişlerdi. Ahilik, Fütüvveti kendine mal ederek zamanın zaruretleri doğrultusunda yeni bir arayış yeni bir terkibe ulaşma cehdidir. (Bkz. Hasan Küçük, Türk-İslam Sosyal Düşünce Yapısı, İst. 1980, s. 196-223.) İslam ahlakının ferdi ve sosyal cephelerinin dengeli bir şekilde “Ahilik=Kardeşlik ülküsü” teknesinde yeniden yoğrularak mayalanmasıdır. Tarihen görüyoruz ki bu kardeşlik mayası tutmuş, zamanla sadece Anadolu’da değil; Doğu Türkistan’dan Balkanlar’a kadar çalışan, üreten insanların ortak ülküsü ve hayat tarzı hâline gelmiştir.
Zaman itibarıyla de 13. yy.’dan 20. yy.’ a kadar toplumun tüm kesimlerini etkileyecek şekilde yaygınlık kazanmıştır. Ahiler, el emeğinin, göz nurunun, sözün, sohbetin, yerine göre kılıcın ve kalemin hakkını verecek şekilde kendilerini programlamışlardır. Bugün hâlâ toplumumuzda yaşayan örf ve âdetlerimizin büyük bir kısmı Ahilikten izler taşımaktadır.
Bugün bile bir değer olarak kabul edilen yüksek disiplin, ahlak, doğruluk vb. vasıfların yanında üretim, tüketim, ticaret v.b. münasebetleri belirlemişler, kontrol etmişler, belli bir kalite ve standardı yakalayamayanların “pabucunu dama atmışlardır.” Açgözlülük, karaborsa ve sahtekârlığın yerine; kanaat, yardımlaşma ve dürüstlüğü ikame etmişler, İslam’ın helal ve haram ölçülerini, milli seciyeye tatbik ederek tarih boyunca iktisadi hayatımıza yön vermişlerdir. Bugün ülkemizde faaliyet gösteren esnaf ve zanaatkâr birlikleri, sanayi ve ticaret odaları, birçok sivil toplum kuruluşlarımızı, Ahiliğin çağdaş temsilcileri olarak telakki ediyor; Ahiliğin kökü ve uzantılarının bize güven ve ümit bahşettiğini söylemek cesaretini gösteriyoruz.
Özet olarak, Ahiliğin milletimizin duygu, düşünce ve davranış kalıpları içinde gösterdiği beceriler, şekillendirdiği sosyal yapılar, tatbik ettiği dinî, milli, ahlaki, hukuki, iktisadi ve estetik değerler manzumesi ile milletimizin kendi varlığı ve kültürüne kalıcı hizmetleri olmuştur hükmüne varabiliriz.