Makale

Nakibü'l-eşraflık müessesesi

Nakibü’l-eşraflık müessesesi
Ayhan Işık
Meşihat Arşivi
İstanbul Müftülüğü

Hz. Fatıma ile Hz. Ali’nin evladı Hz. Hasan’ın soyundan gelenlere şerif, Hz. Hüseyin’in soyundan gelenlere ise seyyid denmektedir. (Asım Efendi, Kâmus Tercümesi I-IV, İstanbul, ts., c.I, s. 626; Şemseddin Sâmi, Kâmûs-ı Türkî I-II, İstanbul 1318, c.I, s. 548.) İslam toplumundaki bu yaygın kullanıma rağmen Osmanlı’da böyle bir ayrım sezilmemektedir. Seyyid olarak kabul edilmenin şartı, soyun baba tarafından Hz. Peygamber’e ulaşması esasına dayandırılmakla birlikte anne tarafı da belli ölçüde dikkate alınmıştır. Hz. Hasan’ın veya Hz. Hüseyin’in zürriyetleri arasında herhangi bir fark gözetilmemiştir. İki soyun mensupları da seyyid kabul edilmekte ve nesebi anne tarafından gelen kadınlara seyyide (Nakîbü’l-eşrâf Defterleri’ndeki seyyide kayıtları için bkz., İstanbul Müftülüğü Meşîhat Arşivi, Nakîbü’l-eşrâf Defterleri, nr. 16, vr.80b.; nr. 5, vr. 27a.) veya şerife, erkeklere de şerif denilmektedir. (Nakîbü’l-eşrâf Defterleri’nde şerîfelerle ilgili müstakil bir bölüm oluşturulmuştur. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz., İstanbul Müftülüğü Meşîhat Arşivi Nakîbü’l-eşrâf Defterleri, nr. 2, vr. 26a vd.)
İslamiyet’in her döneminde kendilerine muhabbet beslenmiş ve pek ziyade tazimde bulunulmuş bu kimselere, özellikle Osmanlı Devleti olmak üzere; Abbasiler, Memlukler ve Selçuklular gibi İslam devletleri tarafından gösterilen ihtiramın yanında, onlara ait işleri görmekle vazifeli bir memur tayin edilmiştir. Nakibü’l-eşraf adı verilen bu görevli, İslam devletlerindeki Hz. Peygamber’in torunlarının -evlad-ı Rasul’ün- her türlü işleriyle ilgilenen; neseplerini, doğum ve vefat kayıtlarını tutan, seyyidliklerinin ispatı için bulundurdukları siyadet hüccetlerini düzenleyen, onları şanlarına uymayan sıradan işlere girmekten men eden, aynı zamanda haklarını koruyup ganimetten alacakları hisselerin de aralarında dağıtılmasını sağlayan idareci konumundaki kimsedir. Başka bir ifadeyle bütün bu vazifeleri üstlenen Nakibü’l-eşraf, seyyid ve şeriflerin umumi vasisidir. Seyyidlerle ilgili bu türlü uygulamalarda ve daha sonra Nakibü’l-eşraflık müessesesinin kurulmasında, doğrudan veya dolaylı birçok ayet ve hadis etkili olmuştur. (Murat Sarıcık, Osmanlı İmparatorluğu’nda Nakîbü’l-eşrâflık Müessesesi, Ankara 2003, s.5 vd.; Öz, Mustafa Ehl-i beyt (498-501), DİA, X, s.498.) Konuyla ilgili belgelerde, çoğunlukla da Nakibü’l-eşrafların seyyidliği sabit olanlara verdikleri siyadet hüccetlerinde karşılaşılan Şura suresinin 23. ayetinde Allah (c.c.), ehlibeyti sevmeyi emrederek “Ey Kureyşliler, ben size yaptığım tebliğ ve tebşirata karşılık olarak sizden herhangi bir ücret istemiyorum, ancak ehlibeytimi sevmeniz müstesna.” (Şûra, 42/23.) buyurmaktadır. Aynı şekilde ehlisünnetin ehlibeyt mefhumuna dayanak gösterdiği Ahzap suresinin 33. ayetinde, Allah (c.c.)’ın onları günah kirinden temizlemek istediği belirtilmektedir. “Ey ehlibeyt! Allah sizden ancak kiri/günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” (Ahzab, 33/33.) Ehlibeytin Allah’ın teveccühüne mazhar olduğunun delili kabul edilen ve “tathir” (temizleme) ayeti olarak bilinen bu ayeti kerime İslam Tarihi boyunca ehlibeytin önemine kaynaklık eden ilahî bir işaret olarak yorumlanmıştır. (Uyar, Gülgûn, “Hz. Muhammed’in Ehl-i Beyti”, Osmanlı Devletinde Ehl-i Beyt Sevgisi, İstanbul, 2008, s. 11, 17.) Hz. Peygamber’in torunlarına duyduğu tüm sevgiye ve onlara verdiği değeri ifade eden birçok hadisine rağmen Emevi Hilafeti, Arap asabiyeti ve Haşimi rekabetinden dolayı seyyidlere karşı genelde olumsuz bir tutum sergilemiştir. (Şit Tufan Buzpınar, Nakîbü’l-eşrâf (322-324), DİA, XXXII, s. 323.)
Seyyid ve Şeriflerin farklı coğrafyalara dağılması
Hz. Ömer döneminde İslam’ı yaymak üzere Arap yarımadasının dışına çıkarak Asya ve Afrika gibi bölgelere ulaşan Müslümanların tebliğ faaliyeti, Hz. Osman zamanında iyice yoğunlaşmıştır. Kur’an ahlakını tüm insanlara bildirmek gayesiyle yola çıkan bu Müslümanlar arasında Hz. Peygamber’in soyuna mensup çok sayıda seyyid ve şerif de vardır. O devrin İslam devletlerinin sınır bölgeleri Fas, Kafkasya, Maveraünnehir, Horasan, Taberistan, Yemen gibi şehirlere yerleşen ehlibeyt mensupları, genellikle bölge halkıyla kaynaşarak burada İslam inanç ve itikadını öğretmekle meşgul olmuşlardır. (Fasıldan Fasıla: Kader-Denk Çizgisinde Alperenler ve Kuddusiler, Zaman Gazetesi, 13 Temmuz 1996, s.14.)
Osmanlı Devleti, topraklarına gelen seyyid ve şeriflere, diğer ülkelerde örneğine zor rastlanır bir hürmet ve tazim göstermiş, onların rahat ve huzur içerisinde yaşamaları için gereken her türlü hizmeti yerine getirmiş, kendilerine birtakım muafiyet ve imtiyazlar sağlamıştır. Örneğin, evlad-ı Rasul olduklarını belgeleyenlere birer berat vermiş, onlara maaş bağlamış ve aynı zamanda askerlik ve çeşitli vergilerden de muaf tutmuştur. (Bkz., Körlitz, Fredrich Von, İlk Osmanlı Padişahlarının İsdâr Etmiş Oldukları Bazı Beratlar, Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası, İstanbul 1332, Yıl 5, s. 244-246.)
Osmanlı Devleti’nde Nakibü’l-eşraflığın kurulması ve işleyişi
Osmanlı Devleti’nde Nakibü’l-eşraflık Makamı, seyyid ve şeriflerin kayıtlarının tutulması, suç işlediklerinde yargılanıp cezalandırılması gibi muameleler için Yıldırım Bayezid zamanında 802/1400 tarihinde Nazır-ı Sadat ismiyle ihdas edilmiştir. Nikabet teşkilatının Osmanlı bünyesindeki teşekkülünde başta Anadolu Selçukluları, Memlukler, İlhanlılar ve Abbasiler’in tesiri bulunduğu gibi, bu kurumun daha önce İslam dünyası tarafından bilinmesinin de etkisi açıktır.
Osmanlı Devleti’nde seyyid ve şeriflerin yanı sıra Hulefa-i Raşidin, Abbasiler ve sahabilerin soyundan gelenler de özel bir konuma sahip olmuştur. Örneğin, 1525 tarihli bir belgede, Anadolu’da avarıza kayıtlı haneler verilirken Hz. Ömer neslinden bir ve Hz. Abbas soyundan dört kişinin bu vergilerden muaf tutuldukları yer almaktadır. (Kanûni Devri Eyalet Kanunnameleri, Osmanlı Kanunnameleri ve Hukuki Tahlilleri, Hazırlayan Ahmet Akgündüz, İstanbul 1992,V, 19-25; Kılıç, Rüya, Osmanlı’da Seyyidler ve Şerifler, İstanbul 2005, s.24.) Ayrıca Nakibü’l-eşraf Defterleri’ndeki seyyid ve şeriflerin isimleri yazılırken Hz. Abbas nesebinden olanların adları müstakil bir bölüm altında “şeyh” ünvanıyla kaydedilmiştir. (Nakîbü’l-eşrâf Defterleri, nr 2, vr. 16a.) Meşihat ve Osmanlı Arşivi’ndeki birçok belgede, soylarına hürmeten evlad-ı Rasul’e belli görevler verildiğine (Meşîhat Arşivi, Gelen Evrak Fonu, Hz. Abbas soyuyla ilgili belgeler..) ve padişahlar tarafından ihsanda bulunulduğuna dair kayıtlar yer almaktadır. (Bkz., BOA. İDH. Dosya No:78, Gömlek No: 3900; BOA, Hatt-ı Hümâyûn No: 26846.)
İlmiye sınıfındaki seyyidlere verilen Nakibü’l-eşraflık, Osmanlı devlet teşrifatında yüksek bir mevkiye sahiptir. Hatta Nakibü’l-eşraflar bu sınıfın en yüksek rütbelileri ile eş değer tutulmuştur.
Ordu, padişahın bizzat katılımıyla sefere çıktığında Nakibü’l-eşraf da bir kısım sadatla sefere iştirak eder ve sancak-ı şerifin yanında bulunurdu. Seferde imamlık vazifesini üstlenerek ordunun muzaffer olması için dua ederdi. Seyyidler ise savaş sırasında sancak-ı şerif altında tekbir ve salavat getirirlerdi. Nakibü’l-eşraf, Alemdarın kendisini temsilen sancağı taşıdığı seferlerde ise ordunun uğurlanması ve karşılanması törenlerine katılırdı.
Osmanlı Devleti’nde, sadatın kendi içlerindeki veya diğer insanlarla olan hukuki ihtilaflarının bir karara bağlanması için İstanbul’da Nakibü’l-eşraf, taşrada ise Nakibü’l-eşraf Kaymakamları görevlendirmişti. Cezayı hak edecek bir hata işleyerek kabahati sabit hâle gelen seyyid veya şerifler, İslam hukukunun emri gereğince yasalar karşısında diğer vatandaşlarla eşit şartlarda yargılanmalarının ardından suçlu bulunurlarsa Nakibü’l-eşraf konaklarında hapsedilmektedir. Nakibü’l-eşraf Başçavuşunun nezaret ettiği (Sâdât çavuşlarıyla ilgili bkz., Meşîhat Arşivi Nakibü’l-eşrâf Defterleri Genel No:86, Özel No:19, 2a; Meşîhat Arşivi Nakibü’l-eşrâf Defterleri Genel No:72, Özel No:5, 36a.) bu hapishanede genelde borç sebebiyle tutuklu bulunan bu kimselerin, burada uzun süre kalmaları uygun görülmediğinden mevlit kandillerinde veya diğer zamanlarda padişah veya valide sultanlar tarafından borçları ödenerek serbest bırakılmaları sağlanmıştır. (BOA, HAT.1319/51442B; HAT.543/26846.) Cezalarını çekenler de Nakibü’l-eşraf ve şahitlerin huzurunda bir daha böyle bir kabahat işlemeyeceklerine dair söz verdirilerek serbest bırakılmıştır. (Bkz., Meşîhat Arşivi Nakibü’l-eşrâf Defterleri Genel No:76, Özel No:9, 82b.) Seyyidlerin, halk arasında öne çıkmaları ve sosyal hayat içerisinde birtakım saygısızlıklara maruz kalmamaları için kendilerine has birtakım kıyafetleri vardı. Özellikle yeşil sarık bu zümrenin ayırt edici özelliği olmuştur.
Şeyhülislam fetvalarında yeşili sadece sadat mensuplarının taşıyabileceği vurgulanmış (Bkz., Meşîhat Arşivi Nakibü’l-eşrâf Defterleri Genel No:70, Özel No:3, 1b.) ve bu gruba dâhil olmayanlar tarafından takılması da yasaklanmıştır. Hatta evlad-ı Rasul olmadığı hâlde yeşil sarık takınıp seyyidlik iddia eden kişi hakkında darb-ı şedid ve habs-i medid lazım geleceği fetvası çıkarılmıştır. (Fetva için bkz., Meşîhat Arşivi Nakibü’l-eşrâf Defterleri Genel No:89, Özel No:22, 3a.)
Ayrıca yeşil sarık takma yetkisinin ancak baba tarafından seyyid olanlara verilebileceği belirtilmiş, anne tarafından olan Sadat-ı kiramın ise sadece yeşil bir alamet bulundurabileceği fakat bütün olarak yeşil sarık saramayacağı vurgulanmıştır. (Bkz., Meşîhat Arşivi Nakibü’l-eşrâf Defterleri Genel No:70, Özel No:3, 1b; Meşîhat Arşivi Nakibü’l-eşrâf Defterleri Genel No:83, Özel No:16, 80b.)
Nakibü’l-eşraf kaymakamları
Görevlerini yerine getirmek üzere İstanbul’a Nakibü’l-eşraf, eyaletlere ise Nakibü’l-eşraf Kaymakamları atanmaktadır. (Nakîbü’l-eşrâf Kaymakamları için bkz., Nakîbü’l-eşrâf Defterleri, nr. 34, 35 ve 36.) İlmiye sınıfından ve sadattan seçilen bu kaymakamların kadılık, müftülük gibi görevlerinin yanı sıra çeşitli tarikatların şeyhlikleriyle ilgili vazifeleri de bulunmaktadır. Nakibü’l-eşraf Kaymakamlarının tayin edildikleri yerlerdeki sadatın soy silsilesini muhafaza etmek, suç işlediğinde seyyidleri tedip etmek ve müteseyyidleri tespit ederek merkezdeki Nakibü’l-eşrafa bildirmek başlıca görevleri arasındadır.
Şer’iyye sicillerinde, Nakibü’l-eşraf Kaymakamlarının, bulundukları bölgelerde siyadetinden şüphelendiği kişilerden kadı huzurunda nesebini ispatlamasını istediği de görülmektedir. (Bkz., Antep Şer‘iyye Sicili, nr. 162, s.234; Nakîbü’l-eşrâf Defterleri, nr. 5, vr. 45b.) Nakibü’l-eşraf Kaymakamının belli dönemlerde kadıyla beraber teftiş yaparak seyyid olmadıkları tespit edilenlerin başlarındaki yeşil sarığı aldığı ve Kadı’nın da durumu şer’iyye siciline kaydettiği bilinmektedir. (Nakîbü’l-eşrâf Defterleri, nr. 5, vr. 45b.)
Siyadet hüccetleri
Hz. Peygamber’in soyundan geldiğini şahitler huzurunda ispatlayan kişilere, Nakibü’l-eşraf tarafından o nesebe mensubiyetini gösteren siyadet hücceti verilmiştir. Seyyid ve şerifleri tespit etmek ve bunlara siyadet hücceti düzenlemek, seyyid olmadıkları hâlde bu kuruma mensup olanlara tanınan birtakım haklardan yararlanabilmek için sahte belge hazırlayanları ortaya çıkarıp bunların hüccetlerini iptal etmek Nakibü’l-eşrafların başlıca görevleri arasındadır. Seyyidlerin şecere tespitleri yapıldıktan sonra isimleri, siyadet veya şerafet silsileleri, çocukları, ahval, ahlak ve ikametgâhları Nakibü’l-eşraf tarafından Şecere-i Tayyibe denilen kayıt defterlerine kaydedilmektedir. Nakibü’l-eşrafların tuttuğu kendi dönemine ait sadat defterleri sayesinde de, şeceresi bulunmayan veya herhangi bir sebeple kaybedenler Nakibü’l-eşraf’a veya Nakibü’l-eşraf Kaymakamları’na müracaat ederek siyadetlerini ispat edebilmektedir.
Nakibü’l-eşrafın seyyidlik veya şeriflik iddiasının kabulünde iki temel şartı vardır: Birincisi şahitlerin o kişinin siyadetini doğrulaması, ikincisi de aile üyelerinin ellerinde, önceki Nakibü’l-eşraflar tarafından verilen hüccetin bulunmasıdır.
Peygamber soyundan gelen bu insanlar memleketimizin birçok yerinde halen hayatlarını sürdürmekte ve kurumsallık dışında da olsa “evlad-ı Rasul”e gösterilen sevgi ve tazim devam etmektedir.