Makale

Allah için sevmek

Allah için sevmek
Prof. Dr. İ. Hakkı Ünal
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Ebu Hureyre (r.a.)’nin Rasulüllah (s.a.s.)’dan naklettiğine göre, bir adam başka köydeki bir kardeşini ziyarete gitmişti. Allah, adamın yolu üzerine bir melek gönderdi. Adam meleğin yanına gelince, melek; “Yolculuk nereye?” diye sordu. Adam, “Şu köydeki kardeşime gidiyorum.” dedi. Melek, “Ondan elde edeceğin bir dünyalık mı var?” deyince adam, “Hayır, fakat onu aziz ve celil olan Allah için seviyorum.” dedi. Melek, “Ben Allah’ın sana gönderdiği elçisiyim, senin o kardeşini sevdiğin gibi Allah da seni seviyor.” dedi. (Müslim, Birr, 38.)

"Allah için sevmek” ifadesinin canlı bir tablosunu resmeden bu hadis, müminleri kardeş ilan eden (Hucurât, 49/10.) ve onları birbirlerinin dostları olarak niteleyen (Tevbe, 9/71.) Cenab-ı Hakk’ın beyanıyla tam bir paralellik arz etmektedir. Hadiste de ifade edildiği gibi Allah için sevmek, hiçbir karşılık ve çıkar beklemeden sevmektir. Bunun için de kardeş olmak yeterlidir. Bu kardeşlik sadece nesep kardeşliğini değil, ondan daha kapsamlı ve hatta daha öncelikli olan din kardeşliğini de içerir. Onun için Cenab-ı Hak, “Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki merhamet olunasınız.” (Hucurât 49/10.) buyurmuştur. Öncelikle müminler arasında olması gereken bu kardeşliğin, karşılıklı iyi ilişkiler sayesinde bütün insanlığı kapsayacak bir çerçeveye ulaşmasına engel bir durum da yoktur. Nasıl ki peygamberlerin davetine muhatap bütün bir insanlık içinden bu davete icabet edenler birbirlerinin din kardeşleri iseler, davete muhatap olan geri kalan kesim de bu kardeşliğe aday olanlardır. Alemlere rahmet olarak gönderilen sevgili Peygamberimizin merhamet kanatları nasıl bütün bir insanlığı kuşatacak genişlikte ise, onun ümmeti olan bizlerin de, insan olarak kapımızı çalan herkese açabileceğimiz bir gönlümüz olmalıdır.
İlgili ayet ve hadislerde özellikle mü’minlerin kardeşliğine yapılan vurgu, kardeşliğin doğal sınırının burası olduğunu göstermekte, bunu daha da daraltan yaklaşımların makbul olmadığına işaret etmektedir. Daha açık ifadeyle, birbirlerini “ihvan” (kardeş) kabul eden ve mü’minlerin birbirlerine karşı görev ve sorumluluklarını, çizdikleri dar çerçeve içindekilerle sınırlandıran veya bu konuda önceliği onlara veren oluşumlar, Allah ve Rasûlü’nün muradına uygun bir kardeşlik sergilemiş olmamaktadırlar. Halbuki Kur’an ve sünnet bize, her türlü mezhebin, meşrebin, cemaatin, tarikatin, partinin ve örgütün ötesinde ve üstünde bir din kardeşliğini tavsiye etmektedir. Bu kardeşlikte, muhtaca yardım edilirken, grup üyesini öncelemek yoktur. Bu kardeşlikte, sevinç ve keder paylaşılırken bizden olan ve olmayan ayrımı yoktur. Düşünce, görüş ve yorum farklılığı, imanın gereği olan bu kardeşliğin önüne geçecek ve onu zedeleyecek gerekçeler değildir.
İslamın ilk asrından başlayarak, yüzyıllar boyu devam eden ve aynı Allah’a, Kitab’a, Peygambere inandığı halde, siyasî, itikâdî, fikrî birçok sebeple, birbirlerini tekfir eden, canına malına kast eden, kanını heder, malını helal sayıp, çoluğunu çocuğunu esir almayı caiz gören fasid anlayış, ne yazık ki, iman kardeşliğini yeterli saymayıp, gizli amaçlarını gerçekleştirmek için dini kullanarak başkalarını ötekileştirmeyi ve dışlamayı çıkarlarına uygun gören tekelci yaklaşımın bir sonucudur. Bugün de İslam coğrafyasının birçok yerinde, çeşitli gerekçelerle birbirleriyle çatışan müslüman grupların baş sloganı, kendi İslam anlayışlarının iyi ve doğru, diğerlerinin yanlış olduğu iddiasıdır. Bu iddianın bir adım ötesi tekfir, yani karşıdakini müslüman saymamaktır. Aslında onlar da müslüman olsa, ya da kendileri gibi iyi müslüman olsalar hemen kardeş olabileceklerdir.(!) Ne var ki kendilerinden kaynaklanmayan sebeplerle bu kardeşlik gerçekleşmemektedir. İşte şeytanın verdiği bu vesveseler, tarih boyunca olduğu gibi bugün de müslümanları aldatmaya devam etmektedir.
Rahman ve Rahîm olan Allah’ın, rahmet elçisiyle insanlığa gönderdiği bu evrensel dini, dar bakış açıları, tekelci ve hizipçi yaklaşımlarla başkalarına tebliğ etmenin olumlu sonuç doğurmayacağı açıktır. Kur’an ve sünnetin evrensel ilkeleri yerine, kişisel dindarlık algıları, sübjektif yorum ve değerlendirmeler, bağlılarını diğer mü’minlerden ayıran sembol ve işaretlerle grup kimliklerini korumaya özen gösteren insanlar, “din”e davet ederken, bir bakıma “kendi”lerine davet ettikleri kimseler yoluyla bu kısır döngüyü sürekli üretmektedirler. Dolayısıyla, kendilerine ihvan olan bu küçük oluşumlar, İslam ümmetinin evrensel kardeşliği bir yana, yaşadıkları toplumda bile kardeşliğin gereğini yerine getirememektedirler.
Burada yorumlamaya çalıştığımız hadis, gerçek kardeşliğin ancak karşılıksız sevgiyle, diğer bir ifadeyle Allah için sevmekle mümkün olabileceğini belirtmektedir. Bu karşılık her zaman maddi olmak zorunda değildir. Onun için, karşılıksız sevgide, mesela, karşımızdakini, bizim gibi düşünen, bizim gibi anlayan, bizim gibi yapan, bizim gibi yaşayan biri olduğu takdirde sevmek ve kardeş kabul etmek gibi bir anlayışın yeri yoktur. Mümin olduğunu bildiğimiz kimselerin özel hayatına karışmak, günah ve sevaplarının çetelesini tutmak yoktur. Sadece, kardeşlik hukukundan kaynaklanan iyiliği tavsiye ve kötülükten sakındırma görevi vardır. (Tevbe, 9/71.) Bu kardeşlikte, kimin iyi müslüman olup olmadığını yargılamak yerine, herkesin hesabını Allah’a havale etmek vardır. Bu kardeşlikte, sevgimizi sevdiğimiz kişiye izhar etmek vardır. (Ebu Davud, Edeb, 122.) Bu kardeşlikte, iyilik ve takvada yardımlaşma, kötülük ve düşmanlıkta yardımlaşmama vardır. (Mâide, 5/2.) Bu kardeşlikte zulüm ve kötülük yok, yardımlaşma, dayanışma, kişisel kusurları örtme (Müslim, Birr, 58.) ve kardeşini küçük görmeme (Müslim, Birr, 32.) vardır. Bu kardeşlikte, ilişkiyi kesme, birbirine sırt çevirme, kin tutma, hased etme, küs durma yoktur. (Müslim, Birr, 24.) Bu kardeşlikte, suizan, tecessüs ve gıybet yoktur. (Hucurât, 49/12.) Velhasıl bu kardeşlikte, “iman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de (tam) iman etmiş olmazsınız” buyuran ve sevginin formülü olarak da selamın yayılmasını tavsiye eden (Müslim, İman, 93.) Allah Rasûlü’nün mührü vardır. İşte bu bilinçte olan mü’min, “ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş kardeşlerimizi bağışla. Mü’minlere karşı kalbimizde bir kin bırakma. Ey rabbimiz, şüphesiz sen çok şefkatli, çok merhametlisin.” (Haşr, 59/10.) duasını bize öğreten Cenab-ı Hakk’ın beyanına uygun olarak, hiçbir hesap yapmadan gönlünü bütün mü’min kardeşlerine açabildiği zaman, Allah için karşılıksız sevmenin ne olduğunu idrak edecektir.