Makale

Koruyucu Kardeşlik

Koruyucu kardeşlik
Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi
İslam kardeşliği, “akîde” üzerine bina edilmiştir. Kur’an-ı Kerim’de: “Müminler, ancak kardeştirler.” (Hucurât, 49/10.) buyrulur. Bu bağlamda müşterek manevi değerlere bağlı kardeşlik, biyolojik kardeşlikten daha kuvvetlidir. Dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın, hangi kavme mensup olursa olsun, hangi dili konuşursa konuşsun, derisinin rengi, cinsiyeti, ekonomik durumu ne olursa olsun, evrensel planda bütün müminler birbirlerinin kardeşidir. Bu kardeşliğin sevgi ile tahkim edilmesi gerekir. Bundan dolayı Hz. Peygamber, imanı, sevgi ile ilişkilendirmiştir:“Sizden biriniz kendisi için sevip arzu ettiği şeyi din kardeşi için de sevip istemedikçe (gerçek anlamda) iman etmiş olmaz.” (Buhârî, “İman” 6, 7; Müslim, “İman” 71–72.) Görüldüğü gibi bu rivayette, doğrudan empati yapmamız istenmiş, neredeyse sevgisizlik, imanın zafiyetine işaret gibi gösterilmiştir.
Cahiliye döneminde yıllarca kendi aralarında savaşmış olan Evs ve Hazreç kabileleri arasındaki bu kavgayı sona erdiren ve gönüllerine sevgiyi yerleştiren güç nedir? Bu sorunun cevabını şu ayette çok açık ve net bir şekilde bulabiliriz: “Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de o, kalplerinizi birleştirmişti. İşte onun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de o sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.” (Âl-i İmran, 3/103.) Bu ayette geçen “hablullah” tabirinin iki manası vardır. Bunlardan birisi “cemaat/birlik olmak”, diğeri ise, semadan arza indirilen Allah’ın kitabı olan Kur’an-ı Kerim’e sımsıkı sarılmaktır. (Mâtürîdî, Ebû Mansûr Muhammed, Te’vîlâtü’l-Kur’an, thk. A. Vanlıoğlu, İstanbul, 2005, II, 328.)
Öte yandan biraz önce ifade ettiğimiz gibi,“hablullah” kavramının bir diğer anlamı da “cemaat”ten ayrılmamaktır. Bu birliktelik ruhunu Hz. Peygamber’den gelen şu rivayet desteklemektedir: “Allah’ın kudret eli cemaatle beraberdir.” (Bkz. Tirmizî, “Fiten” 7; Nesâî, “Tahrîm” 6.) Buradaki cemaatten maksat, bütün Müslümanları içine alan sevad-ı azamdır. İslami literatürde cemaat kavramı, farklılıkları, yetenek ve kabiliyetleri tek bir kalıpta eritmeyi değil, ümmet şuuru içerisinde geliştirmeyi ihtiva eder. Bu bağlamda: “Cemaat rahmet, tefrika ise (ayrılık çıkarmak) azaptır.” (Ahmed bin Hanbel, Müsned, 4/145, 278.)
Koruyucu kardeşliği bozan nedenlerin başında, müminlerin birbirlerine çirkin lakap takmaları gelir. Kişilere kötü lakap takmak, o kimsenin toplum nezdindeki sosyal itibarını ve onurunu sarsmakla kalmaz, fertler arasındaki sevgi bağlarını da zayıflatır. Kur’an-ı Kerim’de, müminler kötü lakap takmaktan men edilmişlerdir: “...Birbirinizi (kötü) lakaplarla çağırmayın.” (Hucurât, 49/11.)
Kardeşlik hukukumuzu zedeleyecek hastalıklardan bir diğeri de yargısız infaz manasına gelen “sû-i zan”da bulunmaktır. Kur’an-ı Kerim’de müminler bu kötü davranıştan şiddetle sakındırılmışlardır: “Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının, çünkü zannın bir kısmı günahtır.” (Hucurat, 49/12.) İslami literatürde zan, sanmak, şüphe etmek, ihtimal üzere hüküm vermek, mahiyetini bilmediğimiz bir konuda akıl yürütmek manalarına gelir. Müslümanlar,“beraat-i zimmet asıldır” fehvasınca, suizandan uzak durmalı, bunun yerine, alternatif olarak “hüsnüzan”ı ahlaki bir ilke edinmelidirler. “Hüsnüzan, ibadetin güzelliğindendir.” (Ebû Dâvud, “Edeb” 89.) Bir İslam âliminin dediği gibi, “Güzel gören, güzel düşünür.” İşte böyle bir bakış açısı, kardeşlik hukukunun korunmasına hizmet eder.
İnsanın dokunulmaz hak ve hürriyetleri vardır. Mahremiyet de bunlardan birisidir. Çünkü mahremiyet alanı, dokunulmaz bir alandır. Kur’an-ı Kerim’de: “Birbirinizin suçunu araştırmayın.” (Hucurât, 49/12.) buyrulmak suretiyle, insanların özel hallerini araştırmak yasaklanmıştır. Hastalığı ve sağlığı anlamak için nabız yoklamak manasına gelen tecessüs, dinî anlamda, herhangi bir kimse ile ilişkili olarak onun gizli hallerini araştırmak demektir. (Bkz. Ragıb el-Isfehânî, el-Müfredat, İstanbul, 1986, 131.)
İslam’da, insan hakları arasında yer alan temel haklardan bir diğeri de kişinin dokunulmazlığı ilkesidir. Bu ilkeyi zedeleyen manevi hastalıklar arasında “gıybet” gelir. Toplum düzenini bozan unsurlar arasında yer alan gıybet, bir kimseden, gıyabında hoşlanmadığı şeylerden bahsetmektir. Gıybet, söz, yazı, görüntü, karikatür, mizah, taklit, ima, işaret gibi davranışlarla da yapılabilir. Bir defasında Hz. Muhammed (s.a.s.)’e: “Gıybet nedir?” diye sorulur. O da, “Kardeşini hoşlanmayacağın bir şeyle anmandır.” der. “Peki, söylediklerim onda varsa, buna ne dersin?” diye ilave bir soru daha sorulur. O zaman şu açıklamayı yapar: “Eğer dediklerin onda varsa, tam bir gıybet yapmışsın demektir. Eğer dediklerin yoksa iftira etmiş olursun.” (Bkz. Ebû Dâvud “Edeb” 35; Tirmizî “Birr”23.)
İslam kardeşliğini zayıflatan erdemsizlikler arasında, Türkçemizde “çekememezlik” dediğimiz haset hastalığı da vardır. Haset, başkalarının sahip bulunduğu imkânların elinden çıkmasını ve kendisine geçmesini istemektir. Haset, menfi anlamda bir duygu ve niyet meselesidir. Kur’an-ı Kerim’de Yahudilerin, Müslümanları küfre döndürme niyet ve isteklerinin arkasında hasedin olduğu anlatılır: “Kitap ehlinden birçoğu, hak kendilerine belirdikten sonra, içlerindeki kıskançlıktan ötürü sizi, imanınızdan sonra küfre döndürmek isterler.” (Bakara, 2/109.) Bu bağlamda Hz. Peygamber, kin ve hasedin kardeşlik hukukunu ihlal edeceğine dikkatlerimizi çekmiştir: “Birbirinizle kinleşmeyin, hasetleşmeyin, birbirinizden yüz çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları kardeş olun...” (Buhârî, “Edeb” 57.)
Hz. Muhammed (s.a.s.) kıskançlık/haset adı verilen bu kötü huyun tedavi edilmesinde alternatif olarak gıpta etme ahlakını önerir: “Ancak iki kişiye gıpta edilebilir. Biri, Allah kendisine mal vermiş ve onu, bu malı hak yoluna sarfa sevk etmiş, diğeri de, Allah kendisine ilim vermiş o da bununla amel ediyor ve (başkalarına da) öğretiyor.” (Buharî “Tevhîd” 45.)
İslam iyi insan yetiştirme projesidir. İnsana daima iyiyi eylem hâline getirmeyi ve kötülüklerden de kaçınmayı telkin eder. Bütün bunlara rağmen, yine de insanlar arasında küskünlük ve dargınlıklara yol açabilecek olaylar yaşanmaktadır. Koruyucu kardeşlik hukukunu zedeleyen küslükler, kısa zamanda yerini sulha bırakmayacak olursa, öfke, intikam ve düşmanlıkların artmasına yol açabilir. Küslük sorunuyla alakalı olarak Hz. Peygamber’in şu uyarıları çok anlamlıdır: "Size oruç, namaz ve sadakanın derecesinden daha üstün olan şeyi haber vermeyeyim mi?" "Evet (Ey Allah’ın Rasulü, söyleyin!)" dediler. "İnsanların arasını düzeltmektir. Çünkü insanların arasındaki bozukluk (dini) kazır.” (Ebû Dâvud, “Edeb” 58.)
Netice olarak söylemek gerekirse, koruyucu kardeşliğin temelini üretici sevgi, özveride bulunma ahlakı ve samimiyet duyguları oluşturur. Bütün inananları “ümmet” kalıbında eriten İslam, gönüllerden sınırları kaldırır ve bize birtakım toplumsal sorumluluklar yükler. Bunların başında, birbirimizi hasbi olarak sevmek ve birbirimizin dertleriyle hem dem olmak gelir. Eğer bugün Müslüman toplumlar arasında sıkıntılar yaşanıyorsa, bunların nedenlerinden birisi de kardeşlik hukukunun ciddi anlamda gözetilmemiş olmasıdır. O halde, gün, yeniden kardeşlik hukukunu ihya etme günüdür. Gün, yeniden Medine toplumunda olduğu gibi muahat projesine işlerlik kazandırma günüdür.