Makale

Ömer KORKMAZ “Orta Doğu halkları bütün etnik, mezhebi ve dini farklılıklarına rağmen ümmet birlikteliği oluşturabilirler.”

SÖYLEŞİ

Ömer KORKMAZ

“Orta Doğu halkları bütün etnik, mezhebi ve dini farklılıklarına rağmen ümmet birlikteliği oluşturabilirler.”

Mutlu DOĞAN

Hocam İslam ümmeti kavramı sizin için ne anlam ifade ediyor?
Bir Müslüman olarak yeryüzünde ki 6,5 milyar insanla dünyayı paylaşan birisi olarak kendimi insanlık ailesinin bir ferdi olarak görüyorum. Öte yandan 1,5 milyar civarındaki Müslümanlardan birisi olarak da kendimi bu topluluğun bir üyesi olarak görüyorum. Dolayısıyla bu tür üst kimliklerle dünyayı okuduğunuz zaman dünyaya bakışınız da ona göre değişir. Bir başka görüşe göre ise iki türlü ümmet vardır. İslam’ı kabul eden insanların oluşturduğu ümmet, bir de İslam’a davet edilmesi gereken ümmet. Bu ikinci yorumu savunanlar daha çok dünyayı daru’l-harp-daru’l-İslam toplumları şeklinde ayırma yerine Müslümanlar ve İslam’a davet edilmesi gereken topluluklar olarak tanımlıyorlar. Bu görüşün de ümmet kavramını yorumlama da önemli yeri olduğunu düşünüyorum.
Kısaca ümmet kavramı daha toparlayıcı, daha birleştirici, etnik kaygılardan uzak Müslümanları daha evrensel düşünmeye götüren önemli bir kavramdır.
Ümmet kavramı tevhit ve vahdet düşüncesini içerisinde barındırıyor. Ümmet kavramının birlik düşüncesiyle ilişkisinden bahsedebilir misiniz?
Ümmet kavramı Müslümanları birleştiren, kardeş kılan ve etnik yapıları eşitleyen, bir kılan dini bir kavram olduğu kadar aynı zamanda politik bir kavramdır. Politik alanda ümmet kavramı zaman zaman bir ülkede yaşayan dinî ayrım yapılmaksızın bütün insanlar içinde kullandığı yerler vardır. Bundan dolayı bazı Arap ülkeleri parlamento yerine Meclisi’l-Umme derler. Meclisi’l-Umme’ye girenler de Müslüman olma şartı da aranmaz. Ancak bu soruda kastedilen Ümmet kavramı üzerinden hareket edilerek önce Müslümanlar arası birlik ve beraberliğe giden yolun nasıl oluşacağı sorusudur. Bugün politik birliktelikleri sağlamanın yolu ahlaki, vicdani, insani sorumluluklar kadar güvenlik ve ekonomik ihtiyaçlardan geçmektedir. Gerek küçük toplulukların gerekse devletlerin güvenlik ve ekonomi alanında birbirine ihtiyacı yoksa burada kalıcı birlik oluşturmak zorlaşmaktadır. Aslında bütün topluluklar ve komşu ülkeler gerek güvenlik, gerekse ekonomik olarak birbirlerine bağımlıdır. Komşu ülkeler arasındaki kavganın çoğu ya anlamsız, mantıksız ya da başka ülkeler tarafından yazılan senaryolar sonucu ortaya çıkar.
Ümmet düşüncesinin önündeki engellerden birisi de kavmiyetçilik düşüncesidir. Kavmiyetçi ve mezhepçi kimliklerin İslam kimliğinin önüne geçmesinin İslam Ümmeti açısından doğuracağı sonuçlar nelerdir?
Farklı bireylerin, ailelerin oluşturduğu yapılarla ortaya çıkan farklı etnik yapılar ve farklı mezhepler arasında farklılıkların oluşması son derece normal ve doğaldır. Önemli olan bu farklı yapılar arasındaki ilişkilerin hangi kriterlere göre düzenleneceğidir. Aynı aile yapısı içerisinde veya aynı mezhep içerisinde bile zaman zaman ihtilafların olduğu düşünülecek olursa farklı etnik ve mezhebi yapılar arasında meydana çıkacak sorunları çözecek mekanizma ümmetik değerlerden oluşmalıdır. Vahiy merkezli ümmetik kriterlerin çoğu bugün artık insanlığın da kabul ettiği evrensel değerlere dönüşmüştür. Adaleti, eşitliği, özgürlüğü ve güvenliği temel alan evrensel değerlerin çoğu İslami değerlerdir. Aslında bugün insanoğlu evrensel değerler adı altında birçok İslamî değerleri benimsemiş durumdadır. Buna rağmen hala dünyada savaşların çıkmasının nedeni ise adaletsizlik, güvensizlik ve ekonomik sömürülerden kaynaklanmaktadır. Çünkü yeryüzünde bir avuç insan evrensel ve ümmetik değerleri hiçe sayarak insani değerlere karşı savaşmaktadır. Burada önemli olan Müslümanların ümmetik değerlerini ve ürettikleri bilgi ve tecrübeyi insanların anladığı dille paylaşmalarıdır.
Ümmet düşüncesi günümüz dünyası için ütopik bir düşünce midir? İslam dünyasını bir şemsiye altına alabilecek uygulanabilir bir modelin ana prensipleri neler olmalıdır?
Ümmet düşüncesini ütopik olduğunu düşünmek bütün evrensel değerleri hiçe saymak demektir. Eğer bugün Müslümanların tarihi birikimlerinden istifade ederek Avrupalılar Avrupa birliği adı altında Avrupa Ümmet Birliğini kurabiliyorlarsa, Amerikalılar 50 den fazla devletçiği bir araya getirerek Amerika Birleşik Devletleri adı altında bir Amerikan ümmeti oluşturabiliyorlarsa tarihi, kültürü, coğrafyası, kıblesi, kitabı, peygamberi bir olan ve ekonomik olarak birbirine ciddi bağımlı olan toplulukların da bölgesel, ümmetik birliktelikler oluşturmaları en akılcı ve en ekonomik çözümdür. Burada sorun ümmet kavramının siyasallaştırılıp bazı Müslüman kesimin bile ötekileştirilmesi sorunudur. Ümmet kavramı hiçbir cemaatin, hareketin veya partinin tekelinde olmayıp ümmet kriterlerini kabullenen herkesi kapsamalıdır. Dolayısıyla Orta Doğu halkları bütün etnik, mezhebi ve dini farklılıklarına rağmen ümmet birlikteliği oluşturabilirler. Adalet, güvenlik ve ekonomik imkânların ön plana çıkarıldığı bir birlik bütün kesimlerin ihtiyacına cevap veren önemli ümmetik bir birlik olacaktır. Ümmetik sistemin asgari şartları bütün etnik ve mezhebi yapıların kendini güvende hissettiği, fikirlerini özgürce yaşadığı, haklarını adilce alabildiği bir yapıdır.
İslam dünyasının yaşadığı krizde Müslüman bireyler olarak bizlere düşen görevler nelerdir?
Müslüman aydınlar ve âlimler olarak görevimiz sosyal bilimlerin bütün imkânlarını ve verilerini kullanarak barış ve adalet temelli ümmetik toplum modelleri geliştirmek için bir araya gelerek ortak akılla, ortak projeler üretmektir.
Halkın görevi ise bilim adamlarının ortaya koyduğu bu çözümler çerçevesinde barışı desteklemek ve katkıda bulunmaktır.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra İslam Ülkelerinin sınırlarının cetvelle çizildiğine dair bir söylem söz konusudur İslam ülkelerinin heterojen toplum yapılarına bölünmesinin günümüzde İslam coğrafyasının yaşadığı krizlere etkisinden söz edebilir misiniz?
Birinci Dünya savaşından sonra İslam topraklarının emperyal güçler tarafından gasp edildiği, işgale uğratıldığı, bölünüp, parçalandığı herkesçe malumdur. Ancak bu emperyalist işgalcilere ve oryantalist saldırılara karşı İslam dünyasının gerek askeri gerekse de bilimsel ve zihinsel hazırlığının olmadığı da bir gerçektir. Emperyalist güçler bu zaafımızı iyi değerlendirerek ümmetin çocuklarını önce birbirlerine düşürmüşler, sonrada teker teker işgal ederek yutmuşlardır. Bugün hâlâ ortak bir tarihin yazılamadığı, ortak bilimsel çalışmaların yapılamadığı, aynı ülkedeki âlimlerin ve aydınların bile çok az bir araya geldiği ve birlikte bir şey üretmedikleri düşünülecek olursa suçu sadece dışımızdakilere atma yerine daha sağlıklı içe dönük çalışmalar yapmamız gerekmektedir.
İslam dünyasına yönelik olarak son yüzyılda sistematik bir soykırım ve göç politikası izlenmektedir. Orta Doğu’da son yüzyılda milyonlarca Müslüman can vermiş ve evlerini terk etmek zorunda bırakılmıştır. Bu noktada dünyanın egemen güçlerinin penceresinden Orta Doğu’ya bakacak olursak İslam ümmetini nasıl bir gelecek bekliyor?
Bütün insanlığın geleceği 5 tane ülkenin ipoteği altına alınmıştır. Bu 5 ülkenin arasında Özellikle 1,5 milyarlık İslam âlemini temsil eden ne bir ülke ne de kurum vardır. Dolayısıyla İslam ümmetinin çocukları yetim ve sahipsizdir. Buna bir de siyasal tecrübesizlik ve ekonomik sorunlar eklenince coğrafyamız bütün emperyalist güçlerin iştahını kabartmaktadır. Bu güçler bölgemizdeki halkları birbirine düşürerek yönetmektedir. Bundan kurtulmanın yolu ümmet bilinci oluşturmaktan geçer.
İslam dünyasının bir ümmet olarak bir araya gelmesi dünya düzeninde nasıl değişikliklere yol açacaktır?
Bugün İslam dünyası kavramı yeniden sorgulanmalıdır. Müslümanlar için yeryüzünün her tarafı mescit ve 3 kişinin bir araya geldiği her yer cemaattir. Önemli olan ümmetik bir bilinçle hareket eden toplulukların, yöneticilerin, âlimlerin, aydınların ve kanaat önderlerinin olmasıdır. Ve bunların arasında bir araya gelme ve ortak hareket etme iradesinin oluşturulması ve geliştirilmesidir.
Bugün İslam dünyası dediğimiz Müslümanların sözde çoğunlukta olduğunu söylediğimiz ülkelerin büyük bir kısmında özellikle yöneticilerde ne bu bilinç ne de irade vardır. Çünkü bu devletlerin çoğu zatından müteharrik değildir. Müslüman halkların demokrasi ve özgürlük taleplerinin bastırılması da henüz bu ümmetik iradenin yöneticilerde oluşmadığını gösterir. Ancak her şeye rağmen çatışma yerine bu ümmetik iradenin oluşması ve gelişmesi için daha uzun yıllar çalışmamız gerektiği ortadadır.
İslam dünyasının bir araya gelmesi dünyaya ne vadediyor?
Ümmetik değerler çerçevesinde bir araya gelerek oluşturulacak ekonomik, siyasi, kültürel ve askeri birliktelikler, zulme ve sömürüye karşı, evrensel değerleri savunan dünya ile uzlaşmamızı ve ortak hareket etmemizi kolaylaştıracaktır.
Müslümanlar olarak bütün insanlığın anladığı evrensel bir dil geliştirerek, ümmetik değerlerimizi daha iyi ifade edebiliriz. Evrensel ve ümmetik değerleri savunanlar bir araya geldiği zaman dünya 5’ten daha büyük hâle gelecektir.
Türkiye İslam dünyasının birlikteliği için çalışmalarını yoğunlaştırmış durumda. Türkiye’nin bu adımları İslam ümmeti adına o topraklarda nasıl karşılık buluyor ve bu bağlamda Türkiye’den beklentiler nelerdir?
Türkiye tecrübesi bütün dünyada takip edilen, üzerine tezler makaleler yazılan bir tecrübedir. Ancak bu tecrübenin anlatımı içeride başarılı olduğu kadar yurt dışında aynı düzeyde başarılı değildir. Son 15 yılda Türkiye’den beklentiler artmış, ancak Türkiye’deki kurumlar henüz bu beklentilere cevap verecek düzeyde değildir. Özellikle insani yardım konusunda çok büyük hizmetlere imza atan Türkiye kültürel ve siyasi tecrübesini paylaşma noktasında aynı düzeyde başarılı olduğu söylenemez. Türkiye ile ilgili tecrübelerin yazılımı, anlatımı genelde başkaları tarafından yapılmaktadır. Birikimlerimiz henüz öteki dillerde yer bulmamıştır. Dolayısıyla yurt dışında kendimizi çok iyi ifade ettiğimiz, anlattığımız söylenemez. Bunun bir istisnası vardır. O da günlük 15 dilde yayın yapan Anadolu ajansıdır. Anadolu ajansı geldiği nokta itibarıyla Türkiye’nin en stratejik ve en önemli kurumlarından birisidir.
Diyanet İşleri Başkanlığının bu süreçte üzerine düşen sorumluluklar nelerdir?
Daha kaliteli ve uluslararası düzey standartlarda kadrolar yetiştirmektir. Yurtdışında görev alacak Diyanet görevlileri başta Arapça olmak üzere gittikleri ülkelerin Milli dillerini iyi bilmek zorundadırlar. Türklerin açtığı camiler ümmetin öteki çocuklarının da rahat gidip gelebildikleri merkezler olmalıdır.
Son olarak Amerika da Maryland’da açılan İslam kültür merkezi ve camisinin bu niyetle açılmış olması umutlarımızı artırmıştır.
Diyanet İşleri Başkanlığı İslam ümmeti için ne anlam ifade ediyor?
Diyanet sadece Türkiye’nin değil dünyadaki bütün Müslümanların umudu haline gelmiştir. Bundan dolayı başta Diyanet İşleri Başkanının konuşmaları olmak üzere Diyanet’in bütün yayınları en az 15 dilde yayınlanarak o ülkelerde basılmalıdır. Barış ve hoşgörüyü temsil eden, yerel mezheplere müdahale etmeyen bir Türkiye Diyanetinin olmadığı yerlerde Vadiyi İslam adına çatışmacı, bölücü, çarpık, saldırgan hatta şiddet yanlısı bazı akımların işgal ettiği malumdur. Buradan bakılacak olursa Türkiye’nin sorumluluğu arttığı kadar diyanetten de beklentiler o kadar artmaktadır.

Ömer KORKMAZ

Pakistan/İslamabad’da Uluslararası İslam Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde lisans ve dinler tarihi alanında yüksek lisans eğitimini tamamladı. Ankara İlahiyat’ta Dinler Tarihi Ana Bilim Dalı’nda “Günümüzde Zerdüştlük” başlıklı teziyle doktora tezi hazırladı. Bir süre Sivas Cumhuriyet üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dinler Tarihi Bölümü’nde araştırma görevlisi olarak çalıştı. İslam Dünyasında kurulan ilk STK’lardan biri olan Uluslararası Müslüman Öğrenci Teşkilatları Federasyonu (IIFSO)’nun genel başkanlığını yaptı. Türkiye’nin öncülüğünü yaptığı D-8’in kuruluşunda etkin rol oynadı.
Refah Yol Hükûmetinde başbakan danışmanı olarak çalıştı. Daha sonra eğitim alanında faaliyetlere yoğunlaştı. Yurtiçinde ve yurtdışında İslam Dünyası ve eğitim ile ilgili konularda birçok seminere ve konferansa katıldı; çeşitli gazete ve dergilerde makaleleri yayınlandı. Korkmaz 5 dil bilmekte ve dil eğitimine dair çeşitli kitapları mevcuttur. Hâlihazırda Sürekli Eğitim ve Dayanışma Derneği (SEDAV)’nin kurucusu ve yönetim kurulu başkanıdır. Cuma akşamları TRT Arapça’daki “ LİGAAT TURKIYE” program sunucusu, Cumartesi akşamları güncel gelişmelerin tartışıldığı “Min İstanbul” adlı programın analistlerinden birisidir. Başbakan Davutoğlu’nun Ortadoğu’yla ilgili Başmüşavirlerinden birisidir.