Makale

Babasının Yüzüne Son Kez Bakan Somalı Çocuklar

Babasının Yüzüne Son Kez Bakan Somalı Çocuklar

Mutlu Doğan

Sizin hiç babanız öldü mü?
Benim bir kere öldü, kör oldum
Yıkadılar, aldılar, götürdüler
Babamdan ummazdım bunu kör oldum
Cemal Süreyya


Ekmeğini taştan çıkarmak deyimini hatırlarsınız, işte o deyimin hakkını verebilecek kaç meslek vardır ki… Yaşadıkları her anı kendilerine bir ömür addeden maden işçileri… Ellerinde kazmalar, kürekler ve baretlerinde sadece baktıkları yeri aydınlatabilen baş lambaları… Büyük bir kafes içinde girerler maden ocağına, ocaklarını tüttürebilmek, ekmeklerini taştan çıkarabilmek için. Kafes inince zemine acı bir çığlıkla açılır demir kafesin soğuk kapısı. Ve kilometrelerce mesafe kat edilir bastıkları yeri bilmeden, vardiyanın sonuna kadar tek bir kelime bile etmeden. Maden duvarlarında uçuşan ışık huzmeleri ateşin etrafında raks eden kelebekleri hatırlatır, madencilere nazire yaparcasına. Attıkları her adımla geride zifiri bir karanlık bırakır her bir maden işçisi, bir de o karanlık içinde kendilerini bir ömür bekleyen anneler, babalar, eşler ve çocuklar…
O çocuklardan birisiydi on üç yaşındaki Ahmet de. Maden işçisi Ibrahim’in kömür gözlü evladı… Ahmet pazar gününün gelmesini iple çekerdi. Gözlerini açar açmaz soluğu bütün bir haftanın yorgunluğunu üzerinden atmaya çalışan babasının yanında alırdı. Babası, Ahmet’e sarılır ve ‘Benim babam ben çok küçükken öldü, ben seni bırakıp hiçbir yere gitmeyeceğim.’ derdi.
Ibrahim evden her çıkışında helallik alırdı eşinden. Evin tahta kapısını çektiğinde ardında koca bir yürek sızısı bırakırdı. Çalan her telefon, vurulan her kapı ömürlerinden bir gün daha alırdı geride kalanların. Maden işçiliğinin kaderinde vardır yetimliğin babadan oğula geçmesi. Geleceğe umutla bakan gözleri, başını şefkatle okşayan elleri, her daim sırtını yaslayabileceği baba kokusu ve takati… Hepsi, ama hepsi göçük altında kalmıştı Ahmet’in.
Anadolu’da âdettir, ölen kişinin yüzünü yakınlarına göstermek. Çünkü konduramaz insan o beyaz örtüyü sevdiğine, kabullenmek istemez bir türlü onun kendisini bırakıp gitmesini. Ahmet son bir kez daha bakacaktı babasının yüzüne. Titreyen elleriyle babasının üzerindeki beyaz örtüyü kaldırdı. Yüzü kireç kesilmişti babasının, başına büyük bir pamukla tampon yapmışlardı. O “resim” ömrü boyunca gözlerini her kapattığında görebileceği siyah bir kare olarak kalacaktı babasına dair. Ağlamadı Ahmet, ağlamamalıydı, ağlayamadı…
Yetim kalmıştı Ahmet. Onun için yirmi dört saat değildi bir gün, üç yüz altmış beş gün olmayacaktı bundan sonra bir yıl, tıpkı babalarının mezarı başında ölümden bihaber oyunlar oynayan diğer Somalı çocuklar gibi. Önce babasını suçlayacak Ahmet, ona en çok ihtiyacı olduğu anda kendisini bırakıp gittiği için, ta ki ölümden kaçabilmenin mümkün olmadığını anlayana kadar. Bazen rüyalarına girecek babası, ‘Ben ölmedim yavrum, uzaklara çalışmaya gitmiştim geri döndüm şimdi, her şey bitti artık.’ diyecek. Ama uyanır uyanmaz gördüğü ilk şey yine ‘o kare’ olacak. Yeni bir güne uyanmanın ağırlığını yaşayacak Ahmet tüm hayatı boyunca. Aksam ezanından önce sessiz sedasız ortalıktan kaybolacak, arkadaşlarının işten gelen babalarına koşuşturmalarını görmemek için. Haksızlığa uğrayan insanların ‘Ben yetim miyim…’ ile başlayan serzenişlerini işittiğinde o maden ocağı bir kez daha göçecek Ahmet’in o küçük yüreğine. Sevdiğine kavuşamayacak büyüyünce, sırf hayat merdivenini tırmanmaya orta basamaklardan başlayamadığı için. Velhasıl-ı kelam en zayıf halka olarak yaşamaya devam edecek, kendi ayakları üzerinde durmasını öğrenene kadar.
Ama Ahmet bir yetimin gözyaşının arşı titrettiğini söyleyen yetimler sultanı Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s.) ile tanışacak bir gün. O güne kadar yetimliği kendisine verilmiş bir ceza olarak gören Ahmet, Efendimizi tanıyınca yetimliğin kendisine bahşedilmiş bir makam olduğunu anlayacak. ‘Kötü bir şey olsaydı yetimlik Allah Teala hiç habibini doğmadan yetim bırakır mıydı?’ diyecek. Bedeninden pul pul dökülen acıları başparmağı ve işaret parmağı ile tutacak Hz. Eyyüb’ün sabrıyla, yaralarının üzerine tekrar koyacak. Geriye dönüp baktığında fark edecek ki Allah’ın doksan dokuz isminin gölgesi, her daim başının üzerinde olmuş. Işte o zaman bir kez daha görecek ki, her yetim bir Mustafa’dır ve Allah tarafından seçilmiştir.