Makale

Yesrib’i Medine’ye Dönüştüren Kutlu Göç

Yesrib’i Medine’ye Dönüştüren Kutlu Göç

Prof. Dr. Adnan Demircan
İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Dünya tarihinde büyük etkiler oluşturan medeniyetlerin hepsi önemli göçlerin ardından kurulmuştur. Zira göç, kültürleri ve uzak diyarları birbirleriyle buluşturur. Göç eden insanlar, sahip oldukları kültürleri uzak diyarlara taşıyarak insani değerlerin gelişmesi için önemli bir görevi yerine getirirler. Farklı kültürlerin bir araya gelmesinden oluşan sentezler, insanlık için yeni açılımlara vesile olur. Öte yandan göç eden toplulukların hayata tutunma çabaları daha güçlüdür. Katıldıkları toplumlara bir dinamizm getirirler.
Gönderildikleri toplumun yerleşik değerlerini ilahî iradenin gönderdiği vahye göre değiştirmek için çaba gösteren peygamberler, ilahî mesajı ilettikleri insanların tepkisine ve baskısına maruz kaldıklarında tebliğin devamı için bir çıkış yolu olarak göçe başvururlar. Bu sebeple göçün peygamberlerin ortak sünneti olduğunu söylemek yanlış değildir.
Hz. Peygamber’in Mekke’den Medine’ye göçü, hicret olarak isimlendirilmektedir. Allah Rasulü’nün kutsal göçü, hak ile batılın arasını ayıran bir dönüm noktası olarak değerlendirildiği için Hz. Ömer döneminde Müslümanların kullandığı ay takviminin başlangıcı olarak kabul edilmiştir.
Hicret, Hz. Peygamber için Mekke’den kaçış değil, tebliğ sürecini yeni bir aşamaya taşımaktır. Nitekim Allah Rasulü, Medine’ye gittikten sonra Mekke’ye ilgisini devam ettirmiştir.
Hicret yurdu olarak seçilen yer, Mekke’nin kuzeyindeki Yesrib köyüydü. Yesrib’in etrafında Evs ve Hazrec kabilelerinin farklı boylarının ve Yahudi kabilelerinin ikamet ettikleri köyler mevcuttu. Bu köyler arasında genellikle bahçeler ya da volkanik taşlar sebebiyle ekime elverişli olmayan araziler vardı. Hz. Peygamber’in hicretinden önce burası kalabalık bir yerleşim yeri değildi.
Allah Rasulü için hicrete karar vermek kolay olmadı. Mekke’de muhatap bulduğu sürece tebliğ görevini yerine getirmeye devam etti. Ancak Mekkeli müşriklerin baskıları muhatap bulmasına engel olacak düzeye geldikten sonra tebliğ görevinin devamı için yeni bir açılıma ihtiyacı vardı. Mekke’de Ikinci Akabe Biatiyle birlikte Medine’ye gitmeye karar verdikten sonra, hicret imkânına sahip arkadaşlarının hepsinin Mekke’den ayrılmasını bekledi. Hicret etme imkânı olduğu hâlde Medine’ye gönderilmeyen iki kişi kalmıştı. Biri, yol arkadaşı olarak beklettiği Hz. Ebu Bekir, diğeri ise Muhammedü’l-Emin olarak anılmasına uygun bir tavırla yanındaki emanetleri hicretinden sonra sahiplerine vermesi için beklettiği Hz. Ali idi. Hz. Peygamber ile Hz. Ebu Bekir’in aileleri de Mekke’deydi.
Allah Rasulü, bütün arkadaşları hicret ettikten sonra Hz. Ebu Bekir ile birlikte, tehlikeli bir yolculuğun ardından Yesrib’in güneyindeki Kuba köyüne ulaştı. Bu köy, muhacir Müslümanların ikamet ettikleri köylerden biriydi.
Hz. Peygamber, Kuba’da birkaç gün kaldıktan sonra Neccaroğullarının ikamet ettiği Yesrib’e giderek oraya yerleşti. Hicret eden sahabilerin bir kısmı bu köye, bir kısmı ise başka köylere yerleştirildi. Sevgili Peygamberimizin hicretinden sonra burası, “Medinetü’r-Rasul” olarak isimlendirilmeye başlandı. Daha sonra şehre kısaca Medine dendi ve böylece Yesrib adı kullanılmaz oldu.
Medine’yi Yesrib’den ayıran temel unsur, ahalinin Müslümanlaşmasından sonra birbirleriyle ilişkilerinin farklılaşmasıydı. Hz. Peygamberin hicretinden sonra artık sosyal ilişkileri belirleyen şey, kan bağına dayalı akrabalık değil, din kardeşliğiydi. Bu sayede şehir dışından gelen muhacirler, kısa sürede ortama uyum sağlayarak şehrin sakinleriyle bütünleştiler. Ancak Müslümanlar, Medine’ye ilk geldikleri günlerde, yurtlarını terk etmiş olmanın doğal sıkıntılarını yaşamışlardı. Hz. Peygamber, kısa sürede aldığı tedbirlerle bu sıkıntıların atlatılmasını sağladı.
Hz. Peygamber’in aldığı önlemlerden biri, Müslümanları kardeşleştirmesiydi. Kardeşleştirme, Mekke’den göç eden Müslümanlarla şehrin asıl sakinleri arasındaki ortak değer etrafında birleşme amacını ileri bir aşamaya taşıdı. Müslümanlar arasındaki dayanışma, kan bağına dayalı dayanışmadan daha etkili ve kalıcı oldu. Hz. Peygamber bu dayanışma ile Medine toplumunda sosyal barış açısından kalıcı temeller attı.
Hz. Peygamber, Müslümanların kendi aralarındaki farklılıkları bir ayrılık sebebi olarak değil, birlik ve kardeşlik kaynağı olarak kullandı. Bundan böyle Müslümanlar kabileleriyle değil, Islam toplumundaki rolleriyle anılır oldular. Mekke’den Medine’ye Allah için göç edenler “Muhacirler”, onları yurtlarında barındırıp destek olanlar ise “Ensar” olarak anılır oldu. Iki grup da bu yeni kimlikleriyle toplum içinde saygın bir yer edindiler.
Kardeşleştirmeden sonra Ensar’a getirilen maddi yükümlülük, herhangi bir sorun çıkarılmadan uygulandığı gibi Ensar, daha ileri tekliflerde de bulundu. Hz. Peygamber’e giderek, “Ey Allah’ın Rasulü! Hurmalıklarımızı Muhacir kardeşlerimizle aramızda paylaştır.” dediler. Rasulüllah (s.a.s.), “Hayır, öyle olmaz. Mülkiyeti verilmez. Ancak muhacirler çalışmalarıyla iştirak ederler; sularlar; tırmıklarlar. O zaman mahsulü aranızda paylaştırırsınız.” buyurdu. (Buhari, “Menakıbü’l-Ensar”, 3 [IV, 223].)
Hz. Peygamber, Medine’ye hicret ettiğinde sosyal ilişkileri geliştirecek; Müslümanları bir araya getirecek, ibadetlerini yaptıkları, aynı zamanda görüştükleri bir merkez olarak mescit inşasına başladı. Mescid-i Nebevi, Hz. Peygamber’in Medine’sinde şehrin kalbi oldu. Insanların buluşma yeri olan mescit, toplumun ve bireyin hayatında çok canlı bir şekilde varlık buldu. Müslümanlar, sabah namazıyla birlikte Mecid’e koşuyorlar. Burada sevgili peygamberleriyle buluşuyorlar. Sorularını ve sorunlarını ona arz ediyorlardı. Burası Islam medeniyetini kuran neslin yetiştirildiği ana eğitim kurumuydu. Hz. Peygamber sadece hutbe okurken değil, sair zamanlarda da Müslümanların eğitimine önem veriyordu. Hatta Müslüman hanımların talebi üzerine onlara ayrı bir gün tahsis etmişti.
Hz. Peygamber, Medine’ye hicretten sonra Mescid’in yakınında bir pazar yeri belirledi. O güne kadar Yahudilerin pazarına mahkûm olan Yesribliler, şehrin Peygamber Medine’si olmasıyla birlikte artık kendi pazarlarına, dolayısıyla da ekonomik bağımsızlıklarına kavuştular.
Medine’de sadece Müslümanlar yaşamıyordu. Yesrib’e yakın köyleri olan Yahudiler vardı. En büyük Yahudi kabileleri Kaynuka, Nadir ve Kurayza idi. Bunların dışında, Arap kabileleriyle müttefik olan başka Yahudiler de vardı. Hz. Peygamber (s.a.s.), Müslümanlar arasındaki birliği sağladığı gibi ortak bir mekânda yaşayacakları Yahudilerle de anlaşmak istiyordu. O güne kadar Medine’de görülmemiş bir şekilde Yahudilerle karşılıklı hak ve sorumlulukları belirleyen bir antlaşma imzaladı. Bu antlaşmaya katılmak isteyen diğer bazı Yahudi grupları, daha sonra antlaşmaya imza atarak birliğe katıldılar. Medine sözleşmesi diye bilinen bu belge, tarafların kimliklerini gizlemeden, dinî inançlarını istedikleri gibi yaşayabilmelerine imkân tanıyan önemli bir hak ve özgürlükler belgesidir.
Allah Rasulü’nün yukarıda bir kısmına değindiğimiz faaliyetleri, şehre yeni bir dinamizm ve ruh kazandırdı. Daha önce hurmasıyla bilinen Yesrib, artık Hicaz’ın ve ileriki yıllarda Arabistan’ın merkezi olarak dinî, siyasî, kültürel hayatı belirleyen en önemli merkez oldu. Allah Rasulü’nün adı, şehirle özdeşleşti. Ensar, muhacirlere yardım hususunda büyük bir özveri ortaya koydu. Sahip oldukları varlığı şehirlerine gelmiş olan kardeşlerine sunmaktan büyük bir haz aldılar. Bazen kardeşlerini yiyeceklerine ortak ettiler. Bazen evlerini paylaştılar. Bu fedakârlık sonucu dünyanın en önemli medeniyetlerinden birisinin temelleri atıldı.
Hz. Peygamber’in hayatının son yıllarında Medine, bütün Arapların ilgi odağı olmuştu. Arabistan’ın her bölgesinden Medine’ye gelen insanlar Hz. Peygamber’in huzurunda Müslüman olduklarını ilan ederek bağlılık arz ettiler.
Yesrib iken Medine olan kent, bundan sonra Müslümanların kurdukları şehirlerin modeli oldu. Cami şehrin kalbine yerleştirildi; insanların ihtiyaçlarını rahat karşılamaları için yanına Pazar yapıldı. Medine, Islam medeniyetinin geliştiği şehirlere örnek oldu.