Makale

İnsan Düzelince Dünya Düzeldi

İnsan Düzelince Dünya Düzeldi

Bir baba, uzun süredir üzerinde çalıştığı projesini hafta sonu bir kez daha gözden geçirerek tamamlamak niyetindeydi. Yedi sekiz yaşlarındaki oğlu ise, babasından kendisini dışarıya çıkarıp gezdirmesini istiyordu. Baba, yarım saatlik bir işinin olduğunu, işi bitirir bitirmez çıkacaklarını söylese de çocuk hemen çıkmak için ısrar ediyordu. Çocuğu bir süreliğine meşgul edecek bir şey arayan baba, eline geçirdiği dünya haritasını parçalayarak çocuğa verdi ve parçaları bir araya getirerek haritayı düzeltmesini istedi. Baba, çocuk haritayı düzeltmek için epeyce uğraşır, bu arada ben de işi tamamlarım diye düşünürken çocuk:
- Baba, düzelttim, diyerek geldi. Baba şaşırmıştı, bu kadar kısa sürede nasıl yaptığını sordu. Çocuk:
- Haritanın arkasında bir insan resmi vardı, insanı düzeltince dünya da düzeldi, cevabını verdi. Çocuk, belki de farkında olmadan veciz bir söz söylemişti:
“İnsan düzelince dünya da düzeldi.”
Allah, kâinatı ve dünyayı mükemmel bir şekilde yarattıktan sonra insanın istifadesine sundu. Allah Teala, “Islah edilmesinden sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın.” (Araf, 7/56.) ayetiyle kullarını uyarmış olmasına rağmen, “İnsanların kendi işledikleri (kötülükler) yüzünden karada ve denizde bozulma meydana geldi.” (Rum, 30/41.)
Demek ki, dünyanın ıslah edilmesi, insanın ıslahına bağlıdır. Dünyayı mamur eden de harap eden de insandır çünkü.
İnsan, başlangıç itibarı ile temiz bir fıtrat (tabiat) üzere yaratılmıştır. (bkz. Rum, 30/30.) Daha sonra insan, içinde büyüdüğü ailenin ve yaşadığı çevrenin menfi etkisi ile temiz fıtratını lekeleyebilmektedir. Belli bir yaşa geldiği hâlde yaşıyla mütenasip bir olgunluğa erişememiş, kendisine ve çevresine zarar vermeye başlamış bir insanın ıslah edilmesi oldukça zordur. Bir insanın aklını kullanıp, vicdanının sesini dinleyerek aslına dönmesi ve hayatında yeni ve güzel bir başlangıç yapabilmesi şu vasıtalardan biri ile mümkün olur:
Hayatta karşılaştığı acı tatlı olaylar sonucu edindiği tecrübeler, okuduğu bir kitabın veya dinlediği bir sohbetin kalbinde bıraktığı tesir, zararlı söz ve davranışlara karşı toplumdan gelen kınama ya da suç sayılan fiillerine karşı uygulanan kanuni müeyyideler.
Bir musibet bin nasihatten evladır, denilir. Asla temenni edilmez ama yaşadığı bela ve musibet sebebiyle hayatına çeki düzen vermiş birçok insan vardır.
Vicdanı körelmiş, aklı şaşmış, içi kin ve nefret duygusu ile dolu bir insanın ne kadar tehlikeli olabileceğini kestirmek çok güçtür. Zira teknoloji bütün gelişmişliğine rağmen, vicdansız bir insandan daha tehlikeli bir silah üretememiştir. Batıda, özellikle ABD’de zaman zaman canavarlaşmış bazı şahısların okullarda, marketlerde kalabalık mekânlarda toplu katliam yaptıklarını haber alıyoruz. Irak’ta insanların yoğun olarak bulunduğu cadde ve pazar yerlerinde patlatılan bombalarla onlarca masum insanın ölümüne sebebiyet veriliyor. Irak’ta yıllık ortalama bin kişi, nereden geldiği belli olmayan bombalarla can veriyor. Suriye’de üç yılı aşkın bir süredir devam eden iç savaşta meydana gelen maddi ve manevi zararlar telafisi imkânsız boyutlara ulaştı. Siyasi ve sosyal kargaşaların, en fazla ıslahı esas alan Yüce İslam dinine mensup olan Müslümanların ülkelerinde meydana gelmesi düşündürücüdür. Müslümanlar, ülkelerini ifsat eden dâhili ve harici etkenler karşısında neden bu kadar edilgen bir pozisyonda bulunuyor? Bu konu üzerinde sorumluluk taşıyan yetkililerin, âlimlerin, sosyal bilimcilerin ve psikologların ciddiyetle düşünmesi gerekiyor.
Dünya tarihini bir cümlede özetleyecek olsak, bozguncularla ıslah edicilerin (müfsitlerle muslihler) mücadelesinden ibaret bir süreç olduğunu söyleyebiliriz. Kabil’in Habil’i öldürmesiyle başlayan ifsat hareketi, tarihte Nemrut, Firavun, Karun gibi öncüleri sayesinde farklı şekil, renk ve tonlarda tezahür etmiş, peygamberler de ifsadı yok etmek ve insanlığı ıslah etmek için müfsitlerle mücadele etmişlerdir. Allah Teala, çoğu zaman tarihe müdahale ederek ıslah edicilerle bozguncuları bertaraf etmiştir. Bakara Suresi 251. ayette Davud (a.s.)’un Calut’u öldürmesi ve ordusunu bozguna uğratmasından bahisle, “Eğer Allah’ın, insanların bir kısmıyla diğerlerini savması olmasaydı, yeryüzü bozulurdu.” buyrulmaktadır. Peygamberler ve onların varisi olan âlimler (muslihler) daima ıslahın, müfsitler ve zalimler ise ifsadın öncüsü ve lideri olmuşlardır.
Islah, öncelikle insanlığı, içine düştüğü ahlaki çöküntüden kurtararak, onları hakka ve hakikate sevk etmek, hayatın her alanında işi doğru ve güzel yapma bilincine eriştirmek, yani salih amel işleyerek yaşama erdemine kavuşturmaktır. Sulh ve salah ile aynı kökten gelen ıslahın çoğulu maslahattır. Maslahat, iyi ve faydalı olan şeyleri ifade eder.
İfsat ise insanın fıtratında meydana gelen bozulma ve çürüme; eşyanın, tabiatına aykırı kullanımı ve eşya üzerinde yapılan tahribatlardır. İfsat eden ve fesada sebep olan şeylere ise mefsedet denir. İfsat; insanda ve tabiatta, müfsidin nüfuzu nispetinde bir etkiye yol açar.
Dünya insanlığın ortak evidir. Bu ortak evi korumak ve mamur hâle getirmek, ortak eve zarar verenleri engellemek her insanın asli görevlerindendir. Toplumda ve içinde yaşadığımız dünyada meydana gelen arızaların çoğuna insanlar sebep olmaktadır. Hayat dinamiktir ve sürekli değişim hâlindedir. Eğer değişim iyiden kötüye doğru gidiyorsa ifsat hâli, yok eğer kötüden iyiye doğru gidiyorsa ıslah hâli söz konusudur.
İfsadın, insanda ve toplumda meydana getirdiği acı sonuç fitnedir. Fitne; imtihan, kalbin meşru olmayan şeylere meyletmesi, sapıtmak, kavga etmek, savaşmak, insanların birbirine düşmesi, zulmetmesi; bela, musibet, dinî, siyasi ve sosyal kargaşa vb. anlamlara gelir. Kur’an-ı Kerim’de fitnenin adam öldürmekten daha büyük bir cürüm olduğu beyan edilir. (bkz. Bakara, 2/191.) Bir toplumda meydana gelen fitneyi ortadan kaldırmadan huzur ve barış ortamını, can ve mal güvenliğini sağlamak mümkün değildir. Bu sebeple insanı, dolayısı ile dünyayı ıslah edebilmek için öncelikle fitnenin ortadan kaldırılması gerekir. Nitekim Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur:
“Yeryüzünde fitne (baskı ve şiddet) kalmayıncaya ve din tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın.” (Enfal, 8/39.) Ayette geçen fitne kelimesi, inanca ve dinî hayata yapılan baskıları, savaş kelimesi ise, fitneyi etkisiz hâle getirecek her türlü mücadeleyi ifade eder.
Demek ki sosyal hayatın, tabii hayat gibi mükemmel bir işleyişe sahip olabilmesi için insanların, Allah’ın emirlerine “işittik ve itaat ettik” demeleri gerekiyor. Allah’ın salih kulları, kendini ve toplumu ıslah etmeyi, içinde yaşadığı çevreyi mamur hâle getirmeyi, kulluk görevleri arasında sayarlar.