Makale

Mardin Ulu Camii

Mardin
Ulu Camii


Cevat Akkanat

Mardin, tarihî ve kültürel zenginliği ile göz kamaştırıcı bir şehrimizdir. Onun böylesi bir cazibeyi bünyesine nakşetmesi, çok eski devirlerden akıp gelen bir birikimle mümkün olmuştur. Zira, kabul edilen ilk yerleşimcileri Subariler (M.Ö. 3000’li yıllar) olan Mardin, zaman içinde, farklı medeniyet algısı olan siyasî birliklerin hakimiyeti altında bulunmuştur. Kaynaklar Mardin’in bugün de süren renkli dünyasına belli bir katkı sağlayan kavimleri şöyle sıralamaktadır: Hurriler, Sümerler, Akadlar, Mittaniler, Hititler, Asurlar, İskitler, Kimmerler, Medler, Persler, Makedonlar, Romalılar, Sasaniler, Araplar, Emeviler, Abbasiler, Hamdaniler, Mervaniler, Türkmenler, Selçuklular, Artuklar, Karakoyunlular, Akkoyunlular, Safeviler ve Osmanlılar…

Bugün, bunlar arasından birisini bir adım öne çıkarmak durumundayız: Artuklar… Gerçek şu ki, Mardin’in yukarıda, daha ilk cümlede işaret ettiğimiz “göz kamaştırıcı” kimliğinde en büyük pay Artukoğulları’nındır… Diğer bir ifade ile Müslüman bir Türk devleti olarak Artuklular’ın Mardin’i, bugün hâlâ yaşamaktadır. Fakat bir ayrıntıyı da kaydetmeden geçmeyelim, İslam mimarisinin yanı başında, erken Hristiyanlık dönemine ait tarihî yapılar da Mardin’de yer almakta ve bu topraklarda yaşanmakta olan ‘biraradalık kültürüne’ en güzel delil olarak, varlıklarını sürdürmektedir.

Artuklular’dan Bugüne…
Mardin 1106’da Selçuklular’ın elinden Artukoğulları’nın (İlgaziler de denilen Mardin Artukoğulları’nın) idaresine geçmiştir. Necmeddin İlgazi tarafından kurulan devletin başkenti olan Mardin, 12 ilâ 15. yüzyıllar arasında (1508’de Safevilerin yönetimine girene kadar, 304 yıl) Artuklular’ın imarına tabi olmuştur.

Bu dönemde Mardin ve çevresi siyasi ve ekonomik bir istikrar süreci içinde yaşamış, bununla birlikte, bir ilim ve kültür merkezi haline gelmiştir. Örneğin Necmeddin İlgazi zamanında tıp alanında ilerlemeler kaydedilirken, Hüsameddin Timurtaş’ın devrinde büyük bir kütüphane oluşturulmuş, dahası Mardin, âlimler ve şairler şehri haline gelmiştir. Artuklular’ın elinde tarihinin en parlak devrini yaşamış olan Mardin, yapılan yeni inşalarla âdeta açık hava müzesi halini almıştır.

Bu noktada, Artuklu sanatının mimaride, özellikle de cami mimarisinde geliştiğini, ayrıca Anadolu’da yerleşecek olan bir geleneğin öncüsü olduğunu belirtmeliyiz. Fakat Artuklu mimarisinin kendisinden önceki oluşumdan, yani Selçuklu mimarisinden miras kalan gelenekten ayrı düşünülmemesi gerektiğini, söz konusu mirası ilerleterek geliştirdiğini, yeni bir anlayışla şekillendirdiğini belirtmeliyiz. Bunu şöyle de ifade edebiliriz: Artuklu yapıların ortak yanı, Türkler’in daha önceden geliştirdiği teknik ve özelliklerin Anadolu’ya aktarılması ve bölgenin iklim şartlarına uygun hale getirilerek geliştirilmesidir.

Artuklu mimarisi hakkında verilen hükümleri böylece özetledikten sonra, bu dönemde Mardin’de inşa edilen Artuklu eserlerinden bazılarını şöyle sıralayabiliriz: Eminüddin Külliyesi (XII. Yy), Necmeddin Külliyesi (XII. Yy), Mardin Ulu Cami Külliyesi (1176), Hatuniye Medresesi, Sultan İsa (Zinciriye) Medresesi (1385), Kasımiye Medresesi, Melik Mahmut (Babü’s-Sur/Bab’üs-Sor) Camisi (XIV. Yy), Süleyman Paşa Camisi (Molla Hari Camisi) (XIV.yüzyıl), Kızıltepe Ulu (Koçhisar/Dunaysır) Camisi (13. Yy), Şeyh Çabuk Camisi (1170? – XV Yy?), Şehidiye (Sultan Melik) Camii ve Medresesi (1214) Hamidiye (Şeyh Zebunî) Camisi (1347?- XV.Yy), Latifiye (Abdüllatif) Cami (1371), Nusaybin Zeynel Abidin Camii, Cizre Köprüsü, Firdevs Köşkü, Yeni Kapı Hamamı…

Bizim bu yazıda ele alacağımız Mardin Ulu Camii, Necmeddin İlgazi’nin eseridir. Caminin inşasını kendisi başlatmış, oğlu Kutbeddin İlgazi bitirmiştir. Bu arada, Kudbeddin İlgazi tarafından 1176 Ramazan’ında tanzim edilen vakfiyesi bu eserin bir külliye olduğunu gösterir.

“Mardin Tarihi” muharriri Abdüsselam Efendi, Kutbeddin İlgazi’yle ilgili olarak bilgi verirken şu cümleleri kullanır: “Kutbuddin İlgazi, bilginlere ve iyi insanlara büyük saygı gösterirken kimsesiz zayıf ve fakir insanları da gözetirdi. Şeri ve örfi kanunlara göre hareket ederdi. Ahlaklı biri olarak vasıflandırılan Kutbuddin İlgazi, iyilik yapmayı ve hayırlı işlerde bulunmayı sevdiğinden Küçük Cami yanında ‘Ulu Cami’ olarak bilinen camiyi yaptırdı.”

Ulu Cami’ye Giriş…
Ulu Cami, Mardin’deki camilerin en eskisidir. Bulunduğu mahalleye kendi adını vermiştir. Muhit olarak, çarşı içinde, şehri batıdan doğuya doğru ikiye bölen ana caddenin güneyinde, çarşı içerisinde geniş bir alanı kaplamaktadır.

Yapılışı ve geçirdiği evrelerle ile ilgili birbiriyle çelişen yargılar bulunsa da, üzerinde yer alan en erken tarihli çiçekli kufi kitabeye göre yaygın kanaat Ulu Cami XI. yüzyılda yapılmış olmalıdır. Caminin tespit edilebilen 16 kitabesi olmasına rağmen, ilk kuruluşu ve geçirdiği devirler hakkında kesin ve inandırıcı bilgiye ulaşma zorluğu vardır. En azından kesin olarak belgelenememektedir. Buckingham gibi, caminin eski bir kilise olduğuna dair görüşler ileri sürenler bulunsa da bunların da ispatı mümkün olmamıştır. En eski kitabesi Selçuklu dönemine ait (XI. Yüzyıl) çiçekli kufi yazıdır. Katip Ferdi’nin aktardığına göre, Ulu Cami’nin doğu tarafındaki duvarında bulunan söz konusu kitabenin baş tarafında altı satır yazı okunamamakla birlikte, sonrasındaki şu ibare caminin yapım tarihini ele vermektedir: “Muharrem ayının sonu hicri beşyüz atmış sekiz senesi. H.568 (M. 1173)” Bu ibareye dayanılarak XI. yüzyıl içinde yapıldığı ileri sürülebilinir. Fakat bundan, yapının ilk planı ile ilgili bir hüküm çıkarmak mümkün değildir.

Caminin vakfiyesi Artukoğlu Necmeddin İlgazi adına tanzim edilmiştir. Ali Emiri bu vakfiyenin H. 573 (M.1177) tarihini taşımakta olduğunu, bundan 40 yıl sonra da H. 613 (1216) büyük bir taşa yazıldığını belirtmiştir. Fakat bu kitabe de günümüze ulaşamamıştır.
Ulu Caminin minaresinde Kutbeddin İl Gazi adına yazılı olan kitabe de konuyla ilgili fikir vermektedir: “Bu minareyi muharrem ayı, beşyüz yetmiş iki senesinde bina ettim.” (1176) Bu duruma göre cami (ve ilk şekliyle minare/ler) 1176 yılında tamamlanmış, vakfiyesi ise bir yıl sonra yani 1177’de tanzim edilmiş olmalıdır.

Böyle olmakla birlikte, Ulu Cami tarihî seyir içerisinde değişikliklere uğramıştır. Sözgelimi, üzerindeki farklı tarihli kitabelerden yola çıkarak Ulu Camiin en başta Artuklular zamanından itibaren onarım ve eklemelere tabi tutulduğunu söyleyebiliriz. Bunların Akkoyunlular döneminde de sürdüğü genel kanaattir. Prof. Dr. Ara Altun, yapının bugünkü durumunun eski şekline sadık kalınarak son yüzyıllar içerisinde ve Osmanlı devrinde almış olduğunu belirtir. Yine bazı kaynaklarda 1832 yılında Osmanlı merkezi yönetimine karşı yapılan ayaklanma sırasında Ulu Camiin büyük ölçüde hasara uğradığı ve ardından onarıldığı kaydedilmektedir. Bu kanaatleri A.Gabriel’de de görürüz. O, caminin güney dış duvarındaki dilimli kubbelerle biten payandaların XV.-XVI. yüzyıl üsluplarında olduğunu ve bu son onarım sırasında orijinaline sadık kalınarak yenilendiği düşüncesindedir. Camide açıkça görülen dönem üslupları ve taş malzemelerin birbirlerinden farklılıklar arz etmesi de eserin sürekli yenilendiğine delalet eder.

Enine Gelişen Artuklu Planı…
Mimari yönden incelendiğinde, Ulu Cami’nin Artuklu camilerinin temel niteliklerine sahip bir yapı olduğu görülecektir. Revaklı bir avlunun güneyinde yer alan çok ayaklı cami enine plan düzenine göre gelişmiştir.

Bütünüyle düzgün kesme taşla yapılmış caminin planı yaklaşık 18x58 m boyutlarında enine bir dikdörtgen biçimindedir. Geniş ve yüksek iç mekân, iki sıra üzerinde yer alan altışar paye ile kıble duvarına paralel üç sahna (nef) ayrılmıştır. İki sıra halindeki payeler çok payeli cami mekânlarında olduğu gibi sınırsızlık etkisi oluşturmaktadır. Sahınlar boydan boya uzanan beşik tonozlarla örtülüdür. Mihrap, kıble duvarının tam ortasında değil, doğudan ikinci ve üçüncü ayakların arası hizasındadır. Kıble duvarının önündeki ve ortasındaki iki sahnı örten tonozlar, bu ayakların arasında bir kubbe ile kesilir. Mihrap ve mihrap önü kubbesi, bulundukları yer itibarıyla yapının simetrik düzenini bozmuştur. Kubbenin sekizgen kasnağına geçiş, köşelerde tromplarla sağlanmıştır. Altı paye üzerine oturan kubbe, bütün mekâna hâkimdir. Bu kubbe, Mardin’deki pek çok örneği gibi hafifçe sivri ve dıştan dilimlidir. Bütün bunlardan çıkan sonuç, caminin planı, Artuklu yapısı camilerinde görülen çok ayaklı, enine sahınlı, mihrap önü kubbeli bir plan şeması olarak belirmiştir.

Mihrapta “Kadem-i Şerif” İzi Var mı?
Kıble duvarında, batıdan birinci ve ikinci ayakların arası hizasında ikinci bir mihrap, öbür bütün ayakların arası hizasında da birer (toplam beş) pencere yer alır. Bu duvar dışarıdan tepeleri gene dilimli birer yarım kubbeyle örtülü dört paye ile güçlendirilmiştir.

Caminin harimi kuzey, doğu ve batı uçlarında ve avluya giriş kısımlarında açılan pencereler ile aydınlatılmaktadır. Ayrıca doğu ve batı duvarlarında çok küçük aydınlatıcı özellikleri olan mazgal pencereler bulunmaktadır.

Caminin mihrap iki kademeli ve oldukça yüksek istiridye kabuğu şeklindedir. Geç devirlerde yapıldığı anlaşılan mihrap nişi payandalar üzerine oturtulmuş üçgen bir alınlıkla sona ermektedir. Mihrap çeşitli çiçekler ve köşe dolguları ile bezenmiştir. Rumî palmet frizleri, asma dalları burada yan yana sıralanmıştır.

Katip Ferdi Ulu Cami mihrabıyla ilgili olarak verdiği bir malumatı da paylaşmak istiyorum: “Bu camii şerifin yüce mihrabında iki ‘Kadem-i Şerif’ izi mevcut olup, bu ‘ayak izleri’ Nusaybin kasabasında bulunan ‘Câmiü’l-Mukaddem’den sökülüp buraya nakledildiği söylentisi vardır. Bunun böyle olduğunu, Mardin’in bazı erdemli kişileri ‘Rıhlet-i Zemahşerî’ isimli bir kitapta yazılı olduğunu söylediler. Fakat bu adda, bir esere şimdiye kadar tanık olamadık.”

Mihrabın batısında bulunan minberin yarısı bozulmuş ve sonradan yenilenmiş altı satırlık kitabesinde, Artuklu Sultanı Davut tarafından 1366-1377 yıllarında yapıldığı yazılıdır.

Harim, kuzey duvarındaki dört kapı ile avluya açılır. Avlunun planı da harimle hemen hemen aynı boyutlardaki bir dikdörtgen biçimindedir. Çeşitli onarım ve eklemeler yüzünden özgün durumunu büyük ölçüde kaybeden avluya güneydoğu ve güneybatı köşelerindeki kapılarla girilir. Özgün durumunda avlunun kuzey kenarı boyunca bir revakın bulunduğu anlaşılmaktadır. Birbirlerine sivri kemerlerle bağlı ayaklar ve bunların arkasındaki çapraz tonozlarla örtülü gözlerden oluşan revakın bugün ancak doğu uçtaki beş gözü açıktır. Burada, revaklar arasında küçük selsebilli bir eyvan da dikkati çekmektedir. Caminin revaklı avlusu Anadolu’daki erken cami örneklerinden olduğuna işaret etmektedir. Revaklı avlunun ilk dönemde yapıldığı sanılmaktadır. Yanındaki yıkılmış ve orijinalliğinden uzaklaşmış olarak günümüze gelen tek nefli, çapraz tonozlu bölümün de ilk yapıldığı dönemden kaldığı sanılmaktadır.

Çifte Minareli İlk Camiler Arasında...
Ulu Cami ve minare konusu, esaslı bir meseleyi bünyesinde taşımaktadır. Bu mesele, en başta caminin minare sayısıyla ilgilidir. Konuyla ilgili bir başlık attığımıza göre, çaresiz, bu meseleyle ilgili varolan yaklaşımları gündeme getirmek durumundayız.

Buna göre, önce caminin iki minareli olduğuyla ilgili yaklaşımları dikkatlere sunalım. Bu hususta en önemli kaynak, Ulu Cami’nin “Vakıfnâme”sidir. Burada caminin iki minareli olduğu kaydedilmektedir. Orijinal yapının doğu minaresi varlığını korurken, batı taraftaki ayakta kalamamıştır. Bu noktada bazı tarihî bilgiler de öne sürülmektedir. Bunlardan birisi, Timurlenk’in 1400’de şehri işgal ettiği vakit batıdaki minareyi tahrip etmiş olduğu yolundadır. Bu tahripten sonra bahis mevzuu minare bir daha yapılmamıştır. Ulu Caminin batı minaresinin yok oluşuyla ilgili bir başka görüş, 1885 yılında vuku bulan bir depremdir.

Şimdi sözü toparlayarak şu net yargıyı bildirelim: Eğer Ulu Cami’nin ilk şeklinde iki minareli olduğu gerçekse, Kızıltepe Ulu Camisi ile birlikte Anadolu’nun en erken tarihli çifte minareli yapısı olduğunu söyleyebiliriz…

Mevcut Minarede Zarif Nakışlar…
Bugünkü Ulu Cami tek minarelidir. Bu, bazı araştırmacılara göre, minarenin daha sonraki dönemlerde yapıldığına işaret sayılmaktadır. Her ne kadar kaidesindeki kitabede 1176 gibi erken bir tarih yer alsa da, çok yeni ve eklektik bir üslubu yansıtan kapısının yapım tarihi 1888/89’dur. Bu ise, minarenin bugünkü durumu ile bir geç devir yapısı ve fakat ilk şeklinin tekrarı olduğu kanaatlerini artırmaktadır. Camiyi 1816’da inceleyen Buckingham yapının tek minaresinin bugün olduğu gibi sivri külahlı olduğunu belirtmiştir. Eldeki bu veriler, minarenin 1832 yılı ayaklanmasından sonra yeniden yapılmış olabileceği ihtimalini artırmaktadır.

Şöyle veya böyle, bugün Ulu Cami’nin bir minaresi vardır ve bu, yapının en dikkat çeken unsurlarından birisidir. Dolayısıyla vasıflarını sıralamak boynumuzun borcudur.

Caminin kuzeydoğu köşesinde yapıya dışarıdan bitişik bir vaziyette bulunan minare, kare planlı bir kaide (pabuç) üzerinde yükselmektedir. Kaidenin güney yüzündeki kitabeli kısmı camiyle aynı dönemde yapılmış olup, diğer bölümleri geç dönemlere tekabül etmektedir.

Kitabenin bulunduğu kısım oldukça yüksek iki silme ile devam etmektedir. Buradan küçük yuvarlak sütunların taşıdığı bir friz ve sonra kare formu üst üste oturtulmuş ve bitkisel bezeme ile de düz yüzeyler doldurulmuştur. Minarenin gövdesi silindir şeklindedir. Bu gövde üzerinde de değişik süsler bulunmaktadır. En altta nesih yazılı bir kitabe kuşağı, onun üzerinde damla motifleri ve tekrar ikinci bir kitabe kuşağı bulunmaktadır. Bundan sonraki bölümler silmelerle nişler haline sokulmuş ve her nişin içerisi madalyonlar içerisinde yazı frizleri ile bezenmiştir. Silindirik gövde, demir parmaklıklı bir şerefeyle devam eder. Şerefeyi izleyen petek çok kısadır. Minare, külah yerine Artuklular’a has kesme dilimli bir kubbeyle örtülüdür.

Minare üzerinde dikkat çekici en önemli süsleme unsurları arasında Ulu Cami minberinde de görülen üzüm salkımı ve asma yaprağı kıvrımları bulunmaktadır. Bunlar minarenin hafif sivri kemeri içinde karşımıza çıkar.

Ulu Cami minaresiyle ilgili kayıtlar arasında bulduğumuz şu malumatlar, şehrin farklı ve zengin toplum potansiyeliyle ve ortak yaşama kültürüyle ilgili şirin ipuçları taşımaktadır: Ulu Cami’nin minaresi bir Müslüman, bir Ermeni ve bir Süryani usta tarafından yapılmıştır. Aynı şekilde, Ulu Cami minaresinde Artuklular’ın kufi yazısıyla işlenmiş kelime-i tevhit lafzı ile aşere-i mübeşşere’nin isimleri, çanlarda kullanılan sekizgenler, Şemsiler’in (güneşe tapanların) güneş arması ve Süryaniler’in kullandığı yağmur damlası işareti süs unsuru olarak yer almaktadır.