Makale

Toplumları Tehdit Eden Değerler Erozyonu ve Kutsal

GÜNDEM
Toplumları Tehdit Eden Değerler Erozyonu ve Kutsal
Dr. Namık Kemal KARABİBER

Değer, insanların hayatlarını anlamlandıran ve günlük yaşamın biçimlendirilmesi konusunda alternatif yollar arasında bir tercih yapmalarını sağlayan yol gösterici nitelikteki soyut yahut somut ilke, inanç veya varlıklardan her biri olarak tarif edilir. Değerleri dinî, ahlâkî, millî, geleneksel, kültürel ve tarihî değerler şeklinde sınıflandırmak mümkündür.

Her toplum, varlığını borçlu olduğu değerlere saygı duymalıdır. Toplumun mevcudiyetini sürdürebilmesi, din, dil, ahlâk, örf-âdet, bayrak, devlet, millet gibi değerlere bağlıdır. Bu değerler silsilesi, bir toplumun tutum ve davranışlarında hayatiyet kazanır. Değerler, topluma göre bünyesinde farklılıklar gösterse de, temel bazı insanî değerler noktasında birçok topluluk tarafından kabul görmüştür.

Bir toplumun sahip olduğu değerlerin tahrip edilmesi, o toplumun genleri ile oynama ile eşdeğerdir ki, bu durumda ortaya çıkan tahribat toplumsal bünyenin yapısını tamamen bozacaktır.

Maddeciliğin tek değer olarak kabul görüldüğü günümüz dünyasında, maddeye feda edilen değerlerin tekrar insana iade edilmesi gerekir. Bu yapılamaz ise, toplumların içine düştüğü vahim durum, insanları bütünüyle mutsuzluğa sevk edecektir. Söz konusu değerlerin başında maneviyat, inanç, doğruluk, hakperestlik, güven, başkalarının hak ve hukukuna saygı… gibi insan merkezli ahlâkî erdemler gelir. Bu değerlerin görmezlikten gelinmesi veya ihlâl edilmesi, toplumlara ciddî problemler yaşatır ve böylece nesillerin kalıcı değerlerden yoksun olarak yaşamalarına neden olur.

Ahlâkî erdem ve değeler, bir toplumu ayakta tutan sağlam dinamiklerin başında gelir. Ahlâkî değerler ve vicdan, başlı başına pek çok problemin çözülmesinde aktif rol üstlenmektedir. Günümüzde giderek ahlâkî erdem ve değerler aşınmakta ve alt üst olmakta, vicdanlar ise yaralı hâle gelmektedir. Toplumları ayakta tutan bu iki temel dinamiğin, ait oldukları mana köklerinden koparılışını Mehmet Âkif şu şekilde dile getirir:
"Ne irfandır veren ahlâka yükseklik, ne vicdandır
Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.
Yüreklerden çekilmiş farz edilsin havf-ı Yezdân’ın
Ne irfânın kalır tesiri kat’iyen, ne vicdânın."
Hem ferdî hem de içtimaî plânda ıslah adına, bir toplum için en faydalı ve en büyük erdem Allah korkusudur. Bireylerin dolayısıyla da toplumların ıslahı adına Allah korkusunun kalplere, vicdanlara yerleştirilmesi, içselleştirilmesi, dahası yaygınlaştırılması, büyük önem taşımaktadır. Allah korkusu, inanan bir kimsenin davranışlarına yansıdığında birçok problem kendiliğinden halledilecektir. Merhum Âkif’in de işaret ettiği gibi bir kimsenin kalbinde Allah korkusu yoksa başka hiçbir şey ona tesir edemeyecektir.

Son birkaç asırdan beri toplumumuz, ahlâk ve fazîlet düşüncesi adına bir kafa karışıklığı yaşamaktadır. İçinde yaşadığımız asrın, değerler açsısından ciddi bir aşınma ile karşı karşıya olduğundan söz edilebilir. Bu yeni ve yabancı değerler sisteminin merkezinde, insanı bir tüketim ve ticarî meta aracı olarak görme eğilimi yer almaktadır. Böylesi bir ortamda toplumsal kaos ve değerler savaşının yaşanması kaçınılmaz olacaktır. Temelde her şeyin maddeye dayandırıldığı bir dünyada, kâmil/hakiki insan ve insanî topluluklar yerine, bedenî arzuların esiri olan bir toplum meydana gelecek, insanî değerler ve hak mefhumu bütün bütün unutulmaya mahkum edilecektir.

Günümüzde insanî değerler, fazilet ve erdemler ters yüz edilmeye çalışılmış, kusurlar ise birer fazilet ve erdem gibi algılanmaya başlanmıştır. Hak ve hürriyetler kısıtlanmış, ahlâksızlık yaygınlaşmış, içki ve kumar gibi zararlı alışkanlıklar, birey ve toplum hayatında önem kazanmaya başlamıştır. Bütün bu olumsuzlar, toplumda büyük bir değer erozyonu yaşandığını göstermektedir. Bu açıdan bizi biz yapan değerlere sahip çıkmalı ve toplumu tehdit eden bu değerler erozyonuna karşı, nefsimizi ve neslimizi mutlaka kalıcı ve etkili bir şekilde korumalıyız.

Bizi biz yapan değerler sisteminin temelinde insan ve insanî değerler merkezi konumdadır. Bu değerlerin en belirleyici olanı da din olduğu için geleceğimiz adına din kaynaklı değerlerin korunmasına öncelik vermelidir. Toplum, bünyesini kemiren, ruh dünyasını alt üst eden yabancı unsurlardan mutlaka korunmalıdır. Bu noktada geleceğimiz adına hangi değerlerin muhafaza edilmesi, hangilerinin atılması gerektiğini tayin ve tespit meselesi oldukça önem arz eder. Geleceğimizi bina ettiğimiz dinî, ahlâkî, millî ve tarihî değerleri büyük bir titizlikle muhafaza emeliyiz. Zira hayat boşluk kabul etmez, boş bırakılan alanlar yabancı unsurlar tarafından bir şekilde doldurulur. Nefsimize ve neslimize sahip çıkma adına bu değerlerin yeni gelecek kuşaklara aktarımı mutlaka sağlanmalıdır.

Toplumumuzu ayakta tutan önemli dinamiklerden biri de hiç kuşkusuz ahlâkî değerlerdir. Ahlâkî çöküntünün önlenemediği cemiyetlerde, toplumsal ve ruhsal yozlaşma birçok problemi beraberinde getirir. Kur’an-ı Kerim, ahlâksızlığı sebebiyle yok oluşları anlatılan pek çok kavmin (Nuh kavmi, Âd kavmi, Semûd kavmi, Sodom ve Godom) ibret hikayeleri ile doludur.

Yüce dinimiz İslâm, din, can, nesil, akıl ve malı, korunması gereken değerler olarak görür. İslâm hukuk literatüründe “zaruriyat” olarak isimlendirilen bu değerlerin korunması üzerinde hassasiyetle durulur. Hz. Peygamber bir hadislerinde uğrunda mücadelenin kutsal saydığı değerleri şöyle dile getirir: “Kim malını müdafaa sırasında öldürülürse şehittir. Kim dinini müdafaa sırasında öldürülürse şehittir. Kim kanını müdafaa sırasında öldürülürse şehittir. Kim ailesini müdafaa sırasında öldürülürse o da şehittir.” (Tirmizî, Diyât 22; Ebû Davud, Sünnet, 32) Hz. Peygamber (s.a.s.), bu ifadeleri ile bütün hukuk sistemlerinde değer atfedilen hususların korunmaya alınması gerektiğini vurgulamaktadır. Anılan bu değerlerin korunması uğrunda verilen her mücadele kutsal addedilmektedir.

Bireyin inanç, hayat, şahsî mülkiyet, çoğalma, akıl ve beden sağlığı gibi korunması gereken esaslara içtenlikle saygı duyulması, sağlıklı bir toplum meydana getirmenin ön şartı olarak kabul edilmelidir.

İnançlı bir birey için korunması gereken esasların ilki dindir. Irz, namus, mal ve canın korunması, dinin korunmasına bağlıdır. Ferdin, Allah (c.c.) ile olan irtibatının derece ve kuvvetini gösteren en çarpıcı tablo, onun dini koruma adına gösterdiği gayret ve çalışmalarıdır.

Sonuç olarak bir toplumun varlığını sağlıklı bir şekilde devam ettirmesi ve bunu teminat altına alması, varlığını borçlu olduğu değerler sistemini korumasına ve gelecek kuşaklara bunu en doğru şekliyle aktarmasına bağlıdır. Özünde Kur’an ve sünnetin evrensel ilkelerinin hakim olduğu söz konusu değerlere bağlı kalınması, huzurlu bireylerin oluşturduğu her bakımdan takdir edilebilecek bir toplumun meydana gelmesine zemin hazırlayacaktır. Bu değerlerini muhafaza edemeyen veya bir şekilde ihmal eden toplumların kendi elleriyle kendilerini tehlikeye attıkları, dönüşü olmayan bir yola girdikleri ve asırlarca da bunu telâfi edemedikleri müşahede edilmektedir ki, insanlık tarihi bunun canlı örnekleriyle doludur.