Makale

Hz. Peygamber Aşığı Bir Şair Yazıcıoğlu Mehmed ve Muhammediye

Mustafa Çelik

Hz. Peygamber Âşığı Bir Şair
Yazıcıoğlu Mehmed ve
Muhammediye

“...Gelibolı’dan Yazıcızâde Mehmed Efendi te’lif,i manzum Muhammediye kitabını
nice bin âdem hıfz itmişlerdir.”
(Evliya Çelebi)


1. Gelibolu denilince aklımıza gelebilecek ilk husus şüphesiz ki, buranın Türklerin Avrupa kıtasında ayak bastıkları ilk yer olması gerçeğidir. Dolayısıyla Orhan Gazi’nin büyük oğlu Süleyman Paşa, bu başarıyı gerçekleştiren bir kumandan olarak bu güzel sahil şehrinin en önemli simgesidir. Süleyman Şah, Gelibolu fatihi olarak nam saladursun bu şehri simgeleyen başka isimler de mevcuttur şüphesiz. Meselâ Piri Reis… Dünya haritaları ve Kitab-ı Bahriye isimli ilk denizcilik kitabıyla ün kazanan bu meşhur Osmanlı denizcisi de Gelibolu’da doğmuştur. Keza vatan şairimiz Namık Kemal’in kabri de buradadır. Yine Gelibolu’nun fethinden sonra yarımadayı tamamen feth eden Ece Bey, Künhü’l-Ahbar isimli eseriyle ünlü Gelibolulu Mustafa Ali de bu şehrin tarihinde hususi yeri ve değeri olan şahsiyetlerdir.

Fakat Gelibolu bütün bu isimlerle birlikte aynı zamanda Yazıcıoğlu Mehmed ve Ahmed Bican kardeşlerin de memleketidir. Bilindiği üzere her ikisi de yaşadıkları zamanın meşhur isimleridir. Ahmed Bican, nesir sahasında üstad olup bilhassa Envârü’l-Âşıkîn isimli dinî-didaktik, Kısas-ı Enbiya’sı ile ünlü bir ediptir. Yazıcıoğlu Mehmed ise Muhammediye isimli eseriyle bütün bir Osmanlı coğrafyasında tanınan bir isimdir. Öyle ki bu eser, halk eğitiminde asırlar boyunca çok tesirli olmuş, Süleyman Çelebi’nin Mevlid’inden sonra kültürümüzün en çok okunan ikinci eser durumundadır. Anadolu’dan Balkanlara, Kırım’a; Kazan’dan Türkistan’a kadar şöhreti yayılmış, şerhleri yapılmış ve yine tıpkı Mevlid gibi besteli olarak okunmuş, ezberlenmiş, neredeyse her eve girmiş bir eserdir.

2. Yazıcoğlu Mehmed’in pek çok Osmanlı şairi gibi kesin doğum yerini ve tarihini bilemiyoruz. Fakat yaşadığı yer ve vefat tarihi bellidir. Ömrü Gelibolu’da geçmiş ve 1451’de burada ölmüştür. İsminin başındaki Yazıcı lâkabı ise babasından dolayıdır. Zira Babası Yazıcı Salih olarak bilinen bir devlet kâtibidir. Yazıcıoğlu Mehmed, ilk tahsilini muhtemelen babasından almıştır. Bu zat, sıradan bir kâtip olmayıp aynı zamanda bir müelliftir ve astrolojiye dair bir eser de yazmıştır. Yazıcıoğlu Mehmed daha sonra devrin ünlü hocalarından ders aldıktan sonra, devrin önemli kültür merkezleri olan İran ve Maveraünnehir taraflarına gitmiş, zamanın ünlü bilgin ve mutasavvıflarıyla tanışmış, onlardan istifade etmiştir.

Yazıcoğlu Mehmed’in, devrine göre çok iyi bir ilim tahsili yapmış olmasına rağmen ilgisini çeken saha daha çok tasavvuf olmuştur. Bu yüzden II. Murad’ın davetini kabul ederek, Ankara’dan Edirne’ye doğru yola çıkan devrin meşhur sûfîsi Hacı Bayram Velî, bu yolculuğu sırasında Gelibolu’ya da uğradığında, kardeşi Ahmed Bican’la birlikte ona intisap etmişlerdir.

3. Kitapların da bir hayatı vardır. Bu hikâye iyi bilinirse, o eseri asırlar boyunca yaşatan sır da iyi anlaşılmış olur. İşte Muhammediye bu tür bir eser olarak öncelikle telif sebebiyle önem arz etmektedir. Müellif, kendi deyişi ile “ne kadar tefsir varsa bulup, özünü bir bir almak, hadisleri gözden geçirmek” suretiyle önce Arapça bir eser yazmıştır. Megaribü’z-Zaman adını taşıyan bu mensur eseri daha sonra Türkçe olarak nazma çekerek Muhammediye’yi meydana getirmiştir.

4. Eserin hikâyesi elbette telif sebebi ile sınırlı kalmaz. Yazılı belgelere istinat etmemekle birlikte şifahî malumat olarak ortada dolaşan şu bilgilere de değinmek gerekir. Buna göre Yazıcıoğlu Mehmed, eserini tamamladıktan sonra onu Hacı Bayram Velî’ye takdim eder. Hacı Bayram’ın eseri hakkında ne söyleyeceği elbette önemlidir. Ondan muhtemelen takdir beklemektedir. Onun cevabı ise şöyle olur:”Mehmed bunu yazacağına bir sîne hak etseydin daha iyiydi…” Bu cevap eserin mahiyeti göz önüne alındığında doğru görünmemektedir. Nitekim Muhammediye hakkında çok değerli bir inceleme neşreden Amil Çelebioğlu’nun şu cümleleri dikkate değer niteliktedir: “Hacı Bayram gibi bir sünnî ve müteşerrî şeyhin, baştan sona Hz. Peygamber muhabbeti ile dolu olan ve Peygamber talimi ile yazdırılan bir eseri küçümsemesi beklenemez.” Zaten böyle bir yorumun yapıldığı da tarihsel olarak mümkün değildir. Zira Hacı Bayram’ın vefat tarihi 1429, eserin tamamlanması ise 1449 tarihinde olmuştur. Dolayısıyla bu eserin Hacı Bayram’a sunulması söz konusu olamaz. Ama bu ayrıntı Hacı Bayram’ın tasavvufta güttüğü gaye açısından önem taşır. Bilmekteyiz ki Hacı Bayram’ın tarzı, eserden çok insan yetiştirmeye yöneliktir. Nitekim kendisine ait bugüne ulaşan sadece dört şiiri vardır. Ama yetiştirdiği isimler hayli fazladır. Yani Hacı Bayram, Muhammediye hakkındaki bu sözü gerçekten söylenmiş kabul etse bile ilimden ziyade ahlâk terbiyesine verdiği önemle ilgili olarak görülmelidir.

5. Muhammediye, eserin sebeb-i telif bölümünde belirtildiği üzere Hz. Peygamberin çizdiği çerçeve içerisinde yazılmış ve içerisinde Hz. Peygambere ait bütün bilgiler yer almıştır. Tevhid bölümüyle başlayan eser, naatla devam etmekte, ardından bütün klasik eserlerde olduğu gibi dört halife övgüsü, yazılış sebebi bölümlerinden sonra asıl konuya girilerek yaradılış gerçeği ve diğer peygamberlerden bahsedilmektedir. Daha sonra asıl konu olarak Peygamberimizin anlatımı başlamakta olup onun sıfatları, ahlâkı, vahyin sırları, hicreti, ilk ezan, kıblenin değiştirilmesi gibi tarihî olaylar, Peygamberimizin mucizeleri, katıldığı gazalar ve son olarak da veda haccı ve vefatı yer almaktadır.

Eser, bu özelliğiyle bir siyer-i nebî niteliğindedir. Muhtevasıyla yazıldığı yıldan itibaren asırlar boyunca bütün Osmanlı coğrafyasında halkın Peygamberimiz konusunda bilgilenmesinde, dahası peygamber sevgisinin benimsetilmesi hususunda çok etkili olmuştur. Eserin başarısında tahkiyeli anlatımıyla birlikte bu anlatımda kullanılan dil ve üslubuyla da önem taşımaktadır. Her ne kadar klasik divan özelliklerine uygun olarak aruz vezniyle ve beyit esasıyla yazılmış olmakla birlikte, onu diğer Osmanlı dönemi eserlerinden ayıran önemli bir tarafı dilidir. Yazarın eserini yazarken sanat gayesi gütmemesi üslubunu yalınlaştırırken, Türkçe kelimelere sayıca daha çok yer vermesi eserin geniş kitlelerce anlaşılmasını epeyce kolaylaştırmıştır. Eserin didaktik amaçlı olması onun sanat değeri hakkında söz söylerken elbette dikkate alınmalıdır. Çünkü şairin amacı, sanat gösterisi yapmak değil, nazım yoluyla anlatılanların hafızada kolay kalmasını sağlamaktır. Yazıcoğlu bunu başarmış görünmektedir. Dolayısıyla eser didaktiktir ama, şairinin dile hakimiyeti, gelişmiş edebî zevki ve bilgisi dolayısıyla aynı zamanda edebî kıymete haiz eserler sınıfında, şairi de devrinin önde gelen şairleri arasında yer alır.

Yine şu husus da eseri değerlendirirken dikkate alınmalıdır. Esere hakim olan duygu Peygamber sevgisidir. Bu sevgi doğal olarak lirizmi de beraberinde getirmiştir. Yazıcıoğlu’nun bilhassa münacat ve medhiye bölümlerinde lirizmin zirvesine çıktığı görülür. Bu durumu okuru hemen eserin dünyasına çekmektedir. Yine yapılan başarılı tasvirler, hayal imkânlarının en azami biçimde kullanılması, eserdeki şiiriyeti zirveye çıkarmıştır.

Yazıcıoğlu sûfî bir şairdir. Bu yüzden Muhammediye’de mistik duyuş ve söyleyişin yanı sıra, bu ilme özgü terimler de sıkça yer almaktadır. Dolayısıyla eser, sûfî muhitlerde de büyük bir ilgi görmüştür. Esere yönelik bu ilgi ve sevgi elbette yazarına da yönelik olmuş, Yazıcıoğlu Mehmed, bütün zamanlarda hem din ve tasavvuf çevrelerinde hem de halk arasında takdir ve kabul görmüş, kendisine muhabbet edilmiş, kabri bir ziyaretgâh hâline gelmiş, hakkında menkıbeler oluşmuş, eserinin tesirinde başka kitaplar kaleme alınmıştır. Muhammediye böylece Peygamberimizle ilgili olarak sonradan yazılacak kitaplara da bir örneklik teşkil etmiştir.