Makale

Şükür ve Teşekkür

Prof. Dr. İ. Hakkı Ünal
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Şükür ve Teşekkür


Ebû Hureyre (r.a.)’nin rivayet ettiği bir hadiste Allah Rasûlü (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “İnsanlara teşekkür etmeyen, Aziz ve Celil olan Allah’a da şükretmez.”
(Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/258)
İyiliklere teşekkür etmek sadece insanoğlunun değil, bütün yaratıkların bir özelliğidir. Karnını doyurduğumuz, susuzluğunu giderdiğimiz, hatta sevgiyle okşadığımız bir hayvanın bile hâl diliyle bize nasıl teşekkür ettiğine bir çoğumuz şahit olmuşuzdur. Verdiğimiz emeğe, gösterdiğimiz çabaya, sunduğu cömert ikramlarla karşılık veren doğa da bize bir nevi teşekkür etmektedir. Değerli ozanımız Âşık Veysel, “Karnın yardım kazma ile bel ile / Yüzün yırttım tırnak ile el ile / Yine beni karşıladı gül ile / Benim sadık yârim kara topraktır.” diyerek, gösterilen ilgiyi karşılıksız bırakmayan “sadık yâri”nin teşekkürünü çok güzel ifade etmiştir.
Teşekkür konusunda ihmali görülen tek varlık herhalde insandır. Onun için Sevgili Peygamberimiz, hemcinslerine teşekkürü ihmal eden kimselerin, Rablerine karşı göstermeleri gereken şükrü de ihmal edeceklerini bildirmektedir. Yani, yapılan iyiliklere karşı teşekkür âdeti olmayan bir kimsenin, kendisini Yaratan ve sayısız nimetleriyle donatan Rabbine karşı şükrünü eda etmemesi de kuvvetle muhtemeldir. “İyiliğin karşılığı ancak iyiliktir.” (Rahman, 60) ayeti uyarınca, iyiliklere iyilikle karşılık vermesi gereken insanoğlu, gördüğü iyilik karşısında bazen bir teşekkürü esirger hâle gelmekte, hatta iyiliklere kötülükle mukabele edecek bir nankörlüğü bile göze almaktadır. Arapça’da, “iyilik yaptığın kişinin kötülüğünden sakın”; Türkçe’de, “besle kargayı oysun gözünü” gibi atasözlerinin bulunması, bu nankörlüğün pek nadir olmadığının bir göstergesidir. Beslediğimiz karganın aç kalınca gözümüzü oyması mazur görülse bile, iyiyi kötüden ayırsın diye Allah’ın akıl verdiği insanoğlunun iyiliğe karşı nankörlük yapması makul görülemez.
Arapçada “şükr”ün karşılığı “küfr”dür. Küfür, hakikati örtmek, gizlemek anlamına geldiği gibi nankörlük anlamına da gelir. “Küfrân-ı nimet”, Allah’ın verdiği nimetlere karşı yapılan nankörlüğü ifade eder. “Kâfir” ise, hem peygamberlerin kendisine sunduğu hakikatı gizleyip inkâr eden, hem de başta akıl olmak üzere Allah’ın verdiği nimetlerin şükrünü eda etmek yerine nankörlük yapandır. İşte Sevgili Peygamberimiz, insanlara karşı teşekkür etmeyip nankörce davranmaya yol açan ahlakî zaafın, Allah’a karşı nankörce davranmaya da götürebileceği konusunda bizleri uyarmaktadır.
Cenab-ı Hak, “Beni anın ki Ben de sizi anayım, Bana şükredin, nankörlük yapmayın.” (Bakara, 152) buyurarak, Allah’ı anmakla şükretmek arasında bir bağ olduğuna işaret etmiştir. Nitekim, “Allah’ı en büyük zikir (hatırlama)” olarak nitelenen namaz (Ankebût, 45), şükrü bütün yönleriyle içeren bir ibadet olarak değerlendirilmiştir. Kendisinin geçmiş-gelecek bütün günahları bağışlandığı halde, niçin ayakları yarılana kadar çok namaz kıldığı sorusunu yönelten Hz. Âişe’ye, “Şükreden bir kul olmayayım mı?” cevabını veren Allah Rasulü (s.a.s.) de, (Müslim, Sıfâtu’l-münâfikîn, 18) namazın en güzel şükür ifadesi olduğuna dikkat çekmiş olmaktadır.
Verdiği nimetlere karşı kullarının ne kadar az şükrettiklerini birçok ayette hatırlatan Cenab-ı Hak (A’raf, 10; Mü’minûn, 78; Secde, 9; Mülk, 23), bazı ayetlerde de, insanın “çok nankör” (kefûr) olduğunu bildirmiştir. (İsrâ, 67; Hac, 66; Şûrâ, 48; Zuhruf, 15) Aslında nankörlük şeytanın sıfatıdır. “Çünkü o Rabbine nankörlük etmiştir.” (İsrâ, 27) Hâlbuki Allah, insanın önüne, ya şükrederek, ya da şeytan gibi nankörlük ederek kat edeceği bir yol açmıştır. (İnsan, 3) Şeytan, nankörlük ederek imtihanı baştan kaybettiğine göre, akıllı insanın yapması gereken sadece şükretmektir. Çünkü, “Kim şükrederse ancak kendisi için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse, Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur.” (Neml, 40) Üstelik Allah, şükredenlere nimetini artıracaktır. (İbrahim, 7) Çünkü O “şekûr”, yani, şükrün karşılığını çokça verendir. (Fâtır, 30, 34; Şûrâ, 23)
“O, istediğiniz şeylerin hepsinden size verdi. Eğer Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız sayamazsınız. Şüphesiz insan çok zalimdir, çok nankördür.” (İbrahim, 34) buyuran Cenab-ı Hakk’ın nimetlerinin şükrünü eda etmek hem zor, hem kolaydır. Zordur, çünkü sınırını idrak edemediğimiz nimetlerin şükrünü kâmil manada eda etmek mümkün değildir. Hikâye edildiğine göre, İsrailoğullarından bir âbid, uzun yıllar yaptığı ibadetine çok güvenerek, ahirette Cenab-ı Hakk’ın; “ihsanımla cennetime koyun” iradesine, “hayır ben ibadetimle cennete girmek istiyorum” diyerek karşı çıkınca, Allah, “öyleyse hesabını görün” buyurmuş, yapılan hesaba göre bütün ibadeti, bir göz nimetinin şükrünü karşılamayınca, âbid Allah’ın ihsanına sığınmak zorunda kalmıştır. Burada verilmek istenen mesaj, kişinin yaptığı ibadetlerin önemsiz olduğu değil, Allah’ın nimetleri ile kulun buna karşı yaptıklarının mukayese edilemeyeceği gerçeğidir.
Bir başka açıdan bakarsak, Allah’a şükrümüzü eda etmek aynı zamanda kolaydır. Çünkü insanlara ve diğer yaratıklara karşı görev ve sorumluluklarımızı yerine getirmek, örneğin, onların teşekkürünü hak ederek ve gerektiği yerde teşekkürümüzü sunarak kalplerini kazanmak da, Allah’a karşı şükrümüzü eda ederken yaptığımız kulluk vazifesi cümlesindendir. Allah’ın hoşnut olduğu ameller, iyiliklerin yayılıp çoğalmasına, kötülüklerin azalıp yok olmasına vesile olacak işler olduğuna göre, böyle bir çaba, hem yaratılanın teşekkürünü celb edecek, hem de yaratıcıya şükrümüzü eda etmeye imkân sağlayacaktır. Onun için, “İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah’a da şükretmez” buyuran Allah Rasûlü, basit gibi gördüğü işlerde ihmalkâr davranan kimselerin, daha önemli görevlerin ifasında da aynı ihmali gösterebileceklerini, başka bir ifadeyle, Allah’a şükretmenin yolunun, gerektiği yerde insanlara teşekkür etmekten geçtiğini bize hatırlatmaktadır.