Makale

Evlilikte Eş Seçiminin Önemi ve Medya

Evlilikte Eş Seçiminin
Önemi ve Medya

Fatma Özdoğan
Aile ve Sosyal Araştırma Uzmanı
İki özgür iradeli insanın karşılıklı sevgi ve saygıya dayanan, hiçbir etki altında olmadan, tamamen hür duygu ve düşüncesi ile gerçekleşmesi beklenen evlilik olgusu, hayatın geçiş dönemlerinden biri olarak, kadın ve erkek için yeni bir hayatın başladığı, yeni bir ailenin kurulduğu, ilişkinin resmileşerek gayrimeşruluktan ayrıldığı toplumsal bir olaydır.
Toplumsal yapının temelini oluşturması nedeniyle aile kurumu, evlilik olgusuna da evrensel bir nitelik kazandırmaktadır. Evlenme gelenekleri dünyanın her yerinde görülmekle birlikte, eş seçimi, eş sayısı ve evlilik törenleri, kültürlere göre çeşitlilik göstermektedir. Geçmişten günümüze kadar farklı kültürlerde farklı biçimlerde yer alan evlilik olgusu; toplumun değer yargılarına göre değişen söz, nişan, nikâh ve düğün gibi evlenme aşamaları ile bir süreç içinde gerçekleşmekte ve bir sözleşmeye dayalı olduğundan bireysel düzeyde değil, toplumsal düzeyde bir ilişki biçimi olmaktadır.
Evlilik öncesi zaman periyodu, düğün töreni sonrası ilişkinin durumu ve yönünün nasıl gelişeceğini göstermektedir. Evlilikte başarı ve mutluluk eş seçiminin dikkatli yapılmasına bağlıdır. Eş seçme, insan hayatında dönüm noktalarından birisidir. Eş seçimi ile ilgili araştırmalarda görülmektedir ki, tercihler toplumsal faktörlere ve zamana bağlı olarak değişiklik göstermektedir. Bireylerin eşlerini nasıl seçtikleri ile ilgili olarak çeşitli kuramlar ve tezler ortaya atılmıştır. Ortak özellikler (homogamy) kuramı; zıt özellikler (heterogamy) kuramı; birbirini tamamlayan gereksinimler kuramı; ve uyaran, değer, rol kuramı şeklinde tanımlanan tüm kuramsal yaklaşımlarda eş seçiminin bilinçli ve amaçlı bir seçim olduğu anlayışı hakimdir. Eş seçimi tercihleri toplumların kültürel farklılıklarından dolayı toplumdan topluma farklılık göstermektedir.
Araştırmalar eş seçimini etkileyen pek çok faktör olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bunlar yaş, etnik köken, yerleşim yeri, fiziksel özellikler, tutum ve düşünce benzerliği, iletişim şekli ve kişilik özellikleri olarak çeşitlenmektedir. Ülkemizin coğrafî konumu nedeniyle içinde barındırdığı zengin kültür mozayiği çeşitli eş seçme yaklaşımlarını da beraberinde getirmektedir. Türkiye genelinde yapılan bir araştırmaya göre ülkemizde görücü usulünden kız kaçırma, oturakalma, dezmal kaçırması, beşik kertmesi, kepir ve internette eş seçimine kadar birbirinden farklı 30 çeşit evlilikte eş seçme ve evlenme biçimine rastlandığı bulgusu ortaya çıkmıştır. Ancak bunlardan geleneksel eş seçme (görücü usulü) yaklaşımının ve tanışıp anlaşarak evlenme tercihinin en yaygın olduğu bulgusuna yer verilmektedir.
Günümüzde görücü usulüne dayalı evlilik biçimlerinin iletişim ve bilgi teknolojisi, çağına uygun olarak yeniden formüle edilerek dönüştürülen yeni modelleri ile karşı karşıya kalındığına tanıklık edilmektedir. Bunlara örnek olarak internette yer alan çöpçatanlık siteleri verilebilir. Eskiden gençleri tanıştırma yoluyla aile kurulmasına aracılık etme görevini aileler üstlenirken, günümüzde internet çöpçatanlık siteleri örneğinde olduğu gibi birçok farklı eş seçme örüntüleriyle karşılaşılmaktadır.
Görücü usulü ile eş seçimi yaklaşımının yeni bir formatı da medyada yer almaktadır. Kamu hizmeti gören, sosyal sorumluluk anlayışı ile işlemesi beklenen, sahip olduğu nitelikleri ile hukuksal bağlayıcılıkları olan, ancak bundan daha önemlisi her etkinliği, her işlevi etik değerlerle donanmış profesyonel bir meslek alanı olarak medya, eş seçiminde etkin bir rol üstlenmiş görünmektedir.
Çağımız insanının gözünü dünyaya açtığından beri televizyon izlemekte olduğu bulgusundan hareketle televizyon, aile odaklı bir iletişim aracı olarak, bütün aileler için temel tutum ve kamusal konulara ilişkin benzer görüşleri (ortak kanı oluşturma) sürekli üretip sunan ve böylece ailelerin kültürel şekillenmesinde önemli işlev gören bir araç konumundadır. Televizyonun aile üzerinde etkileri konusunda yapılan araştırmalardaki ortak bulgu, sözkonusu aracın seslendiği hedef kitle olarak aileyi cinsiyet, yaş, sosyo-ekonomik düzey vb. farklılıkları aşacak biçimde, belirli ortak konular ve düşünce kalıpları bağlamında biçimlendirdiğidir. Bu anlamda, televizyon toplumda yaygın görüşün oluşmasında temel bir rol oynamaktadır.
Kültürümüze özgü değerleri, birey ve aile yapılarını bir ölçüde ayakta tutmaya, korumaya yönelik hassasiyetleri içinde barındırması beklenen televizyon programları, eş seçimi gibi son derece önemli bir alanda izleyiciye vermesi gereken mesajları ne kadar yerine getirmektedir sorusu ile karşı karşıya kalınmıştır.
Amansız bir rekabetin şekillendirdiği iletişim alanında, rekabetin ölçüsü, seyredilebilirlik içinde kalmamalıdır. Bu rekabetin içine birey ve aile değer ve yapılarını hoş, eğitici ve eğlendirici bir format içinde sergileyen yapımların girebilmesi ve talep edilebilir olduğunun örneklerinin sergilenmesi kritik öneme haizdir. Bunun gerçekleştirilmesi için ise yol haritasında medyanın etkisinin kısa dönemde değil, uzun dönemde; tekil mesajların taşıdıkları yönlendiricilikten çok, bütünsel sunum özellikleri ile gerçekleştiği gerçeği yönlendirici rol almalıdır.
Bir tür “reality show” formatında sanki biri hedef alınmış gibi yayınlanan bu programların etkinliğinde ve izlenme talebinin sürmesindeki en önemli olgu, izleyicilerinin kendi gündelik hayatlarında sınırlı/dar olanakların getirdiği hissiyat içinde benzer konumda yaşayanlarla hem özdeşleşme yoluyla rahatlama hem de daha iyi konumda ise buna razı olma/şükretme duygusunun karşılık bulması olmaktadır. Diğer yandan, yayıncı kesimin, mesaj olarak neyi, nasıl hazırlayıp sunarsa sunsun, mesajın iletilmesiyle varılacak anlamların algılanması, izleyicinin kendi hayatında yeralan kültürel ögelerine, hayat deneyimlerine, toplumsal ve ekonomik konumlarına bağlı bulunmaktadır. Resmî kayıtlarda evli olduğu sonradan tespit edilen bir insanın programa eş seçmek için başvurmuş olması ise, programın verdiği mesajların izleyici tarafından farklı algılandığı ve alındığının bir sonucudur.
Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü tarafından yapılan bir araştırmada, çocukların sadece yüzde 4’ünün ailelerinin gözetiminde televizyon izledikleri tespit edilmiştir. Bu verinin anlattığı ise, çocukların medyada yer alan ürünleri ve verilen tüm mesajları hiçbir kısıtlama olmaksızın aldığıdır. Bu nedenle bir yapımcısının programını yaparken, “ben toplumuma hangi mesajı veriyorum, nasıl bir yarar sağlıyorum” diye düşünmesi son derece önemlidir.
Evlilik kurumunu kurmakla sorumlu erkek ve kadının televizyon ekranlarında zaman zaman evlilikte eş seçimi konularında özgür olarak fikirlerini beyan etmelerinden ibaret programlar söz konusu iken, şimdi evlilik programları ile evlatlar, annelerini-babalarını bir eş bulmaları için bu stüdyolara göndermektedir. Belediyelerin evlendirme memurluğu görev ve sorumluluklarını üstlenmiş bir görüntü sergileyen bu programlar, evlilik ve aile gibi çok faktörlü ve etkileşimli bir sistemin dinamiğini derinden etkileyecek bir rolü üstlenerek, son derece hassas bir alanda ciddi yanlışlara sebep olabilirler. Evlenecek kişilerin her birinin bir mizaç ve kişilik haritası vardır. Bu haritaların tahribatı ve evlilik kurumunun bir show aracı olarak kullanılması ise, toplumsal sermayemizi derinden etkileyici bir nitelik taşımaktadır.
Toplumsal sermayenin en önemli kaynağı, elbette ki ailedir. İnsan için, aile bağları kadar güçlü hiçbir bağ yoktur. Aile bireylerinin birbirlerine bağlılıkları, aralarında iş birliği yapmaları ve güven duygusunu yüksek düzeyde yaşamaları, toplumsal sermayeye büyük katkı sağlar. Çok hassas duygusal dengeler üzerine kurulmuş bulunan modern çekirdek ailenin, en küçük bir sarsıntıda, gerginlik anında çözülme tehlikesiyle karşı karşıya gelebileceği göz önünde bulundurularak, toplumsal sermayemizin en önemli kaynağı olan ailenin oluşması konusunda daha hassas duruşlar sergilemeliyiz. Toplum olarak kültürel mirasımızın zenginliğini ve çeşitliliğini demokratik değerlerle buluşturarak sermayesi yüksek bir topluma dönüşebilmek için, çoğulcu bir toplumda yüksek ahlak standartlarına göre insanları en iyi şekilde nasıl eğitebileceğimizi, toplumsal sermayemizi çoğaltabilecek ve harekete geçirebilecek hangi ortak değerlerin üzerinde vurgu yapacağımızı belirlemek zorundayız.
Modern toplumların çekirdek ailesinde, ana-babalar yaşlı kuşakların deneyimlerinden yararlanma imkânlarından yoksun olduğu gibi, çağdaş toplumun gerekleri ve yaşantıları da geleneksel toplumlarda geçerli olan yaklaşımlardan farklı evlilik ve aile hizmetlerini gerektirmektedir. Bu koşullar altında, yakın geçmişten miras alınan beklentiler ve davranış biçimleri, gelecekteki davranışlarımıza rehberlik edemez hâle gelmektedir. İnsanlar arasında otuz yıl önce var olan ilişkiler, bugünkü sorunlarla nasıl baş edeceğimize dair yönlendirme görevinde yetersiz kalmaktadır. Tüm bu nedenlerle modern toplum hayatında yalnız kalan bireylere yardım ve destek sağlamak amacıyla çeşitli hizmetlerin geliştirilmesi gereği açıktır. Eskiden bireyler tek başlarına çözemeyecekleri problemlerle karşılaşınca ya aile üyelerine, geniş aile içindeki büyüklerine, komşular arasındaki tecrübeli bireylere, yaşlılara ya da din adamlarına danışıp tavsiyelerini alırlardı. Şimdi ise araya konunun uzmanları girmekte ve danışmanlık, yönlendirme, bilgilendirme hizmeti vermektedirler. Bu uzmanlar insanlara hayatın her yönü hakkında tavsiyelerde bulunmaktadır. Uzman kurumlardan biri olan medyanın bu danışmanlık ve yönlendirme görevini bilinçli bir sorumluluk anlayışıyla yerine getirmesi beklenmektedir.
Kuşkusuz toplum, günümüzde bir değişim hâlindedir. Hızlı toplumsal değişim batı toplumlarını karakterize ettiği kadar bizim toplumumuzu karakterize etmektedir. Toplumumuzda değerler ve ahlak konusunda artmakta olan zıtlıklar farkında olmadan radikal düşünce tarzlarını da beslemektedir. Medya bu noktada topluma ilişkin ipuçları sağlayabilen bir harita olarak okunabilir. Aynı zamanda medya bu dinamikleri değiştirebilecek bir potansiyele de sahiptir. Medya, toplumdaki güç ilişkilerini, değer yargılarını ve yeni ahlaki olguları yansıtır, aynı zamanda bunları yeniden üretir, değiştirir, başka biçimlerde kurar. Bu noktada medyanın ve televizyonda yer alan programların, insan hak ve özgürlükleri çerçevesinde bireysel tercih ve kabullerin korunması gerektiğini saklı tutarak, “aile” kurumunu sarsacak uygulamalar konusunda hassasiyet göstermesi gerekmektedir. Mutluluk, sevgi, sadakat ve benzeri duyguların yeşerdiği ve büyüdüğü aile kurumunun temel yapı taşlarını zedeleyici program ve yayınlardan kaçınarak, değerlerin hakimiyetinin sağlayıcısı ve aktarıcısı olarak medya, üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmelidir. İletişim özgürlüğünü, alıcı kitle, yani aileler açısından irdeleyen, iletişim özgürlüğünün yalnızca göndericilerce değil, aynı zamanda alıcılar açısından da önemli olduğu gerçeğini vurgulayan bir bilinçle programlar yayınlanmalıdır.