15 TEMMUZ’DA ORADAYDIM
Hüseyin ÇINAR
Kapkaranlık bir geceden aydınlık bir sabaha çıkarken (yahut çıkıp çıkamayacağımızı da henüz bilmiyorken) Kayabaşı Camii’nde müezzin kayyım olarak görev yapmaktaydım. Yaşadığım bu süreci şöyle anlatabilirim: Yatsı namazından sonra camiden çıkarak eve geçtim. Haberlerde dönemin başbakanı Binali Yıldırım Bey’in, bu, silahlı kuvvetler içerisinde emir komuta zinciri dışında gelişen bir kalkışmadır, dediğini duyunca âdeta şok geçirdim, moralim altüst oldu. “Darbe” kelimesi bile yürekleri titretmeye yetiyordu.
Televizyondaki haberleri görünce eşim ve iki kızım da duruma müdahil oldular. O zaman yaşları on ve on yedi yaşlarında olan kızlarım, kalkışma, darbe nedir bilmedikleri için sordukları soruları cevaplamaya çalıştım. Doğal olarak onlar da endişe ve korkuyla tepki gösterdiler.
Vakit biraz daha ilerleyince saat 00.25’te Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Milletçe meydanlarda, havalimanlarında toplanalım. Halkın gücünün üstünde bir güç ben tanımadım bugüne kadar.” demesiyle meydanlara çıkmanın zamanının çoktan geldiğini, daha fazla bekleyemeyeceğimi anladım. Çünkü an bu andı. Devletin
başı, önemli olmasa halkını
meydanlara çağırmazdı. Böyle zor bir anda elimi taşın altına koymanın tam zamanının geldiği kararını vererek aileme, “Allahaısmarladık. Ben çıkıyorum. Allah’a emanet olun.” diyerek evden çıktım.
Cami imamımız Uğur Köseoğlu ile birlikte saat 01.00’de meydanlara doğru hareket ettik. Ulus istikameti üzerinde bizim gibi vatan, millet, bayrak sevdalısı yüzlerce kişinin bu hain darbe girişimine karşı meydanlara çıkarak, bayrak sallayarak, birlik ve beraberlik sloganları haykırarak cansiperane bir şekilde devletin ve milletin sarsılmaz ve bölünmez bütünlüğünü savunduklarına şahit oldum. Bu vatan, bu bayrak asla düşmez diye düşünürken içimi bir coşku kapladı. Vatan aşkıyla, millet sevdasıyla, bayrak sevgisiyle dolup taşan göğsümü bu hayâsızca akına siper etmek, tüm gücümle atağa geçmek için ulvi bir güç hissettim kendimde. Arabamızı Opera’da bırakarak Kızılay istikametine yürürken aslında bizim vergilerimizle edinilen, devletimize ait olan ama o anda şuursuz bir bilinçle hareket eden, gözünü kin ve nefret bürümüş hain darbecilerin elinde olan zırhlı personel taşıyıcılarının vatan sevdalılarınca engellenmeye çalışıldığına, bazı sivil araçların tanklar tarafından ezildiğine şahit oldum. Daha sonra adı haklı ve makul olarak “15 Temmuz Kızılay Millî İrade” olarak değişecek olan Kızılay Meydanı’nda insanlar toplanmış, tepkilerini birlik ve beraberlik nidalarıyla dile getiriyorlardı. Buradan Genelkurmay Başkanlığına gitmeye karar verdik. Akay Kavşağı’na varınca üzerimizden belirsiz aralıklarla geçen F-16 savaş uçaklarının sonik patlama sesleri ve Genelkurmay Başkanlığından gelen şiddetli silah seslerinden endişe ederek bir müddet beklemek zorunda kaldık. Sonrasında Genelkurmay Başkanlığına geçtik. Orada beş yüze yakın kişi vardı. Saat 02.30 sularında bir F-16 savaş uçağı TBMM’nin bahçesine bomba attı. Bu arada vatansever kardeşlerimiz, Genelkurmay Başkanlığı içerisindeki hainleri derdest etmek için içeri girmeye başlayınca ortam iyice gerilerek hareketlendi. Bina içerisinden ve dışından halka ateş açıldı. Kimileri şehit düştü, kimileri de yaralandı. Biz de geldiğimiz Akay Kavşağı istikametine doğru can havliyle koşmaya başladık. İşte, benim yaralanmam da orada oldu. Nereden geldiğini, nasıl olduğunu anlamadığım, şimşek çarpması gibi bir şey oldu. Yere düştüm. Bilincim yerinde olmasına rağmen vurulduğumun farkında değildim. Ellerimle yerden destek alarak ayağa kalkmaya çalıştım fakat kalkamadım. Birkaç başarısız denemeden sonra yaralandığımın farkına vararak sağ bacağımın diz altından parçalandığını gördüm.
Yanımdaki arkadaşım yardım istemek için etrafa bağırdı. Birkaç kişi geldi. Onlara bacağıma turnike yapmalarını söyledim. Beni götürürlerken önceden neyin beni vurduğunu bilmediğim, şimdi ise buradan açılan ateşle yaralandığımı anladığım helikopterin insanları taradığını gördüm. Akay Kavşağı tarafına doğru taşınırken birkaç el değiştirdim. Bu arada ortada yaralananları taşıyacak ne bir araba ne bir taksi ne de bir ambulans vardı. Bu nedenle birkaç yaralının doldurmuş olduğu aracın bagajına konuldum. Yakınlarda bulunan özel bir hastaneye götürüldüm. Saat 03.00 gibi ameliyata alındım ve saat 07.00’de yoğun bakım odasında kendime geldiğimde durumun farkında ve bilincinde olarak üzerime örtülen çarşafı kaldırıp yaralanan bacağıma baktım ve onu nice gazilerimiz gibi aziz vatanım uğruna feda ettiğimin bilinciyle şereflendim, onurlandım. Allah Teâlâ böyle bir lütfu bana verdiği için hamdettim. Asla üzülmedim, zerre hayıflanmadım. Çünkü neticede bu küçük veya sıradan bir kaza değildi. Bu; vatan, millet, bayrak ve özgürlük uğrunda kendini feda etmek, canını hiçe sayarak haklı olduğunu bildiğin dava uğrunda gözünü kırpmadan ölüme yürümekti.
Bizim üzüldüğümüz, insanların dinî duygularıyla oynayarak hizmet adı altında maddi manevi bir tezgâhın girdabına düşmek; milletin besleyip büyüttüğü, yemeyip yedirdiği, giymeyip giydirdiği bu hainlerin ihanetine uğramanın içimizde bir yara olarak kalacak olmasıydı. Allah (c.c.) vatanımızı bu din istismarcılarından ve uzantılarından muhafaza buyursun.
Bu vatan hepimizin, kanımızın son damlasına kadar vatanımızı savunmaya hazırız. Dün de hazırdık, bugün de hazırız, yarın da hazır olacağız.
Allah devletimize, milletimize zeval vermesin, bir daha böyle acılar yaşatmasın.