Makale

Doç. Dr. Burhan İŞLİYEN: “Bu topraklarda görülen en büyük ihanet hareketi, 15 Temmuz akşamında yaşanan FETÖ’nün darbe kalkışmasıdır. Din istismarının, dinî kavram ve değerlerin istismarının en büyük örneğini FETÖ hareketiyle gördük.”

Söyleşi
Dr. Lamia LEVENT ABUL

Doç. Dr. Burhan İŞLİYEN:
“Bu topraklarda görülen en büyük ihanet hareketi,
15 Temmuz akşamında yaşanan FETÖ’nün darbe kalkışmasıdır. Din istismarının, dinî kavram ve değerlerin istismarının en büyük örneğini FETÖ hareketiyle gördük.”


Kavramlar düşüncenin anlam haritalarıdır. İnsanoğlu kavramlarla konuşur, anlaşır ve kavramlarla düşüncelerini ifade eder. Bir dini, ideolojiyi veya iddiayı bilmek için de öncelikle kavramları bilmeye ihtiyaç vardır. Bu yönüyle kavramların öneminden söz eder misiniz?
İnsanlığın kültür birikimini geleceğe taşıyabilmesinin en önemli araçlarından birisi de kavramlar olsa gerek. Ayrıca kavramlar, sadece bu birikimi gelecek nesillere aktarması bakımından değil insanların yaşamış olduğu dönem ve toplumda da birbiriyle anlaşabilmesi için gereklidir. Kavramlar, zaman içerisinde gelişen kültürle beraber insanların olayları, olguları, eşyayı ve mekânları adlandırmasından ibarettir. Dolayısıyla insanların anlaşabilmeleri, kendilerini anlatabilmeleri için kavramlar gereklidir. Kitleleri yönlendirmek için de kavramlara ihtiyaç duyulmaktadır. Bu anlamda kavramlar istismar edilmeye de çok müsaittir. İnsanların yönelişlerini belirlemede, insanları hem iyiye hem kötüye yönlendirmede kavramlar, en önemli araçlardır.
Kur’an-ı Kerim, geçmiş kavimlerin vahyi tahrif etmeye yönelik davranışlarından bahsederken onların, kelimelerin anlam ve bağlamlarını çarpıttığından ve böylece bir nevi ilahi kelamı istismar ettiklerinden bahsetmektedir. (Bakara, 2/75; Maide, 5/13.) Bu hakikatten hareketle istismar nedir, istismarcı yapılar toplumu nasıl manipüle ederler? Hangi dinî kaynakları tahrif ederek istismar ederler?
Kur’an-ı Kerim’de “yuharrifune’l-kelime” ifadesi birçok yerde geçer. Bu ifade, kelimeleri tahrif etmek, olması gereken anlamından çıkararak onları istismar etmek anlamına gelir. Kur’an, insanın kutsal metinlere yaklaşımıyla ilgili olarak bir tahriften bahseder. Bu tahrif, anlamın kaydırılması, saptırılması, kavramların başka amaçlar doğrultusunda anlamlandırılması veya anlamların gizlenmesi gibi eylemlerle gerçekleşir. Mesela Kur’an’da Allah’ın ayetlerini gizlemekten bahsedildiğini görüyoruz. (Bakara, 2/159, 174.) Yine bir başka ayet-i kerimede, “Elinizdeki Tevrat’ı tasdik edici olarak indirdiğimize (Kur’an’a) iman edin. Onu inkâr edenlerin ilki olmayın. Ayetlerimi az bir karşılığa değişmeyin ve bana karşı gelmekten sakının.” (Bakara, 2/41.) buyrulur. Burada da Allah’ın ayetlerini az bir bedel karşılığında satmaktan bahseder ki bu da aslında tahrifin başka bir boyutudur. Kavramların istismarı konusunda Kur’an’ın yaklaşımını ifade ederken şu üç keskin tavırla karşılaşırız: Tahrif etmek, gizlemek ve az bir menfaat karşılığında ayetleri satmak. Dinî kaynaklar, tarih boyunca bu şekilde istismar edilmiştir. Üstelik bu durum sadece kendilerine kitap verilen milletler için söz konusu değildir. Çok geniş kapsamlı bir tahrif söz konusudur. Tevrat ve İncil metinlerinin tahrif edildiğini görüyoruz. Kur’an-ı Kerim’in ise onlardan farkı; metninin, vahyin indirildiği hâliyle muhafaza edilmiş ve kıyamete kadar da muhafaza edilecek olmasıdır. Fakat buna rağmen mananın olması gereken anlamların dışında yorumlanması için çaba gösterilmesi gibi girişimlerle de karşı karşıyadır. Metin muhkemdir, sağlamdır, muhafaza edilmiştir ama anlam üzerinden tahrif çabaları devam etmektedir. Dünya üzerindeki en eski Kur’an nüshalarında zerre kadar farklılık olmadığını bugün Müslüman olmayanların, oryantalistlerin dahi kabul ettiğini görüyoruz. Ancak bu durum Müslümanları rehavete sürüklememelidir. Çünkü mananın tahrifi, gizlenmesi ve az bir menfaat karşılığı satılması her zaman mümkündür. Kur’an-ı Kerim, dünya menfaati uğruna ayetlerin tahrif edilmesi, hakikatin çarpıtılmasıyla ilgili çarpıcı bir uyarıyı da şu ayetle yapıyor: “Derken, onların ardından yerlerine Kitap’a (Tevrat’a) vâris olan (kötü) bir nesil geldi. Şu geçici dünyanın değersiz malını alır ve ‘(nasıl olsa) biz bağışlanacağız’ derlerdi. Kendilerine benzeri bir mal gelse onu da alırlar. Allah hakkında, gerçek dışında bir şey söylemeyeceklerine dair onlardan Kitap’ta söz alınmamış mıydı? Onun içindekileri okumamışlar mıydı? Hâlbuki Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır. Hiç düşünmüyor musunuz?” (Araf, 7/169.) “Nasıl olsa bağışlanacağız.” inancıyla dahi olsa tahrif kapısı bir kez açılmaya görsün, o kapının ne kadar açılacağı, ne zaman ve nerede kapanacağı hiç belli olmaz. Bu tahrifin doğuracağı vahim sonuçlar kestirilemez.
İstismar konusunda en çok müracaat edilen hususlardan birisi rüyalardır. İslam âlimleri rüya konusunun istismara müsait olduğunu gördükleri için rüya bahsini kaynakların dışında tutmuş, ilim elde etmenin yolları üçtür demişlerdir: Sadık haber, akıl ve duyu organları. Nitekim yakın dönemde karşılaştığımız, toplumun dinî duygularını, inançlarını istismar eden oluşumların da en fazla rüya bahsinden yola çıkarak dini istismar ve tahrif etme çabalarına hep beraber şahit olduk.
İslam’ı temsil ettiklerini iddia ederek tefrika ve bozgunculuk yapan FETÖ, DEAŞ, el-Kaide, Boko Haram gibi terör örgütlerinin, kavramlar ve değerler üzerinden dini istismar ettiğini biliyoruz. Dinin temel kavram ve değerlerini kendi menfaatlerine alet eden bu grupların dine vermiş olduğu zararlardan bahseder misiniz?
Bu topraklarda görülen en büyük ihanet hareketi, 15 Temmuz akşamında yaşanan FETÖ’nün darbe kalkışmasıdır. Din istismarının, dinî kavram ve değerlerin istismarının en büyük örneğini FETÖ hareketiyle gördük. Fakat gerek bizim ülkemizde gerekse bütün dünya üzerindeki din istismarının tek örneği de bunlarla sınırlı değil. Din istismarı meselesi, Peygamber Efendimizin vefatından sonra yaşanan bazı hadiselerle görülmeye başlanır. Mesela Haricîlerin ibadet hayatında diğer Müslümanlara göre daha hassas oldukları, gece namazlarını dahi ihmal etmedikleri ifade edilir. Fakat buna rağmen Efendimizin (s.a.s.) sevgisine ve övgüsüne mazhar olmuş, hem amcasının oğlu hem de biricik kızını emanet ettiği damadı ve İslam’ın dördüncü halifesi olan Hz. Ali’yi öldürmekten imtina etmemişlerdir. Onların kaynaklarda belirtilen bu hassas din anlayışları, imanları, ibadet hayatları Hz. Ali’yi öldürmelerine engel olmamıştır. Neden? Çünkü dinin hükümlerini kendilerine göre yorumladılar. Bu yüzden dinî konularda, Kur’an ve sünnetin delaleti kat’i ve subuti kat’i hükümleri hakemliğinde ve İslam âlimlerinin çoğunluğunun üzerinde ittifak ettiği içtihatlar altında denetleme mekanizması her zaman gereklidir.
Tabii ki düşünce özgürlüğü kısıtlanmamalı fakat inancın, düşüncenin ve yaşayışın da birtakım dinî usulleri olmalıdır. Bugün Batı’da dahi herkesin üzerinde ittifak ettiği kurallar ortaya çıkana kadar birtakım karışıklıkların, haksızlıkların yaşandığını görüyoruz. Hatta bu kurallar ortaya çıktığı hâlde, mesela insan hakları gibi önemli bir hususta müşterek yazılı kanunlar ve beyannameler olduğu hâlde, Filistin’de yaşanan insanlık dışı durum da gözler önündedir.
Bugün karşımıza çıkan din istismarının en büyük nedenlerinden biri de usul eksikliğidir. Fıkıh usulünü bilmek, fıkıh öğrenmek kadar önemlidir. Hadis usulü bilmek, hadisleri öğrenmek kadar, belki ondan da önemlidir. Aslında bizdeki usullerin gelişmesi, İslami ilimlerin oluşması esasen çok eskidir. Baştan itibaren bu ilimler şekillenmiştir. Henüz hadisler toplanırken beraberinde bu hadis toplama kriterlerinin, yani esasların nasıl olacağına dair hususlar da belirlenmiştir. Keza kelam ilmi de öyle… İslami ilimler teşekkül ederken onların esasları da birlikte gelişmeye başlamıştır. Usul konusu, dinî ilimlerin kendileri kadar önemlidir ve din istismarının önlenmesinde usul meselesi ihmal edilmemelidir. Bunun en büyük örneğini FETÖ meselesinde müşahede ettik. Bu hareketin en başından beri usul dinlemediğini, bunun sonucunda ihanete varan süreci de gördük. Burada toplumsal bir özeleştiri de yapmalıyız. Mesela öğrenci yurtlarında kurdukları sofralara bir tabak fazla koyuyorlarmış, bu tabağı da Peygamber Efendimize ayırdıklarını söylüyorlarmış. İnsanlardan para toplayıp Peygamberimiz adına kurban kestiklerini iddia ettiler. Rüya, keşif, kurban, hizmet gibi kavramları istismar ederek aslında toplumun inanç ve zihin dünyasını da alt üst eden bir yapı var karşımızda. Bakın, mesele yine aynı yere geldi: Usul bilmezlik. Üstelik bu usulsüzlüğün neticesi olan istismar sadece bu yapıyla da sınırlı değil. Bugün bile insanlardan para toplayarak Hz. Peygamber adına kurban kestiklerini iddia eden ilanları işitiyorum. Böyle bir uygulama, ortaklaşa para toplayarak Peygamber adına kurban kesmek gibi bir şey dinimizde yoktur. Bunu yaparken bağış adı altında insanların yardım duygularını ve kurban ibadetini istismar etmekle kalmıyorlar. Burada çok çirkin ve keskin bir şekilde Peygamber istismarı da söz konusu... Sohbetimizin başında belirttiğimiz, Kur’an’ın yasaklamış olduğu üç temel istismar çeşidinin birisi neydi? Az bir bedel karşılığında hakikati satmak, yani bağlamının dışında kullanmak. Dinî bir hükmü, vecibeyi kendi menfaati uğruna eğip bükebiliyor. Peygamber Efendimiz (s.a.s.), ahir zamanın fitneleri hakkında bizleri şöyle uyarıyor: “… Yakın bir gelecekte karanlık geceler gibi birtakım fitneler ortalığı kaplayacaktır. O zamanda insanlar mümin olarak sabahlar, kâfir olarak geceler; mümin olarak geceler, kâfir olarak sabahlar…” Bunlar çok ciddi uyarılar. Hadisin devamında da şöyle buyruluyor: “Dinini küçük bir dünya menfaatine karşılık satar.” (Tirmizi, Fiten, 30, Zühd, 3; İbni Mace, İkame, 78.) Dolayısıyla eylemlerde niyet nedir, amaç nedir ve bu uğurda izlenen yol Allah’ın rızasına uygun mudur, bunlara bakmak lazım. Niyetler dünya menfaatiyse yürünen yol yanlıştır. Niyetinin Allah rızası olduğunu iddia ediyor ama izlenen yol ve yönteme bakıyorsunuz, rıza-i Bari’ye aykırıysa o da yanlıştır. Müslümanın amacı da niyeti de yürüdüğü yol da Allah’ın rızası doğrultusunda olmalıdır. Bunun dışındaki her şey kişisel menfaatten ibarettir. Allah sadece helal ve temiz olanı ister, helal dairenin dışına çıkmayı yasaklar.
Kıymetli hocam, sizin de belirttiğiniz üzere istismarcılar, başta yüce dinimiz İslam’ın iki önemli aslı olan ayet ve hadisler olmak üzere, dinin ana ilke ve referanslarını çarpıtma, ashab-ı kiramın ve tarihî şahsiyetlerin hayatlarını gelişigüzel yorumlama, din üzerinden kendilerine meşruiyet alanı oluşturarak menfaat elde etme ve gizli emellerini güçlendirme yoluna gidiyorlar. Peki, bu istismarcı yapılara karşı nasıl bir tavır almalıyız ve kavramlarımızı istismar edilmekten nasıl muhafaza edebiliriz?
Dindar olup olmamak insanların kendi tercihidir. Buna kendileri karar verirler. Ayet-i kerimelere baktığımız zaman Allah’ın; dinde zorlama olmadığını, dileyenin iman edebileceğini, dileyenin de sonuçlarına katlanmak kaydıyla dini inkâr etmekte serbest olduğunu bildirdiğini görüyoruz. Ancak temel din eğitiminin tercihlere bırakılmaması gerektiği kanaatindeyim. Peki, bunu neden böyle ifade ediyoruz? Çünkü insanların, istismarcı yapıların oyunlarına gelmemeleri için dindar olmayı tercih etmeseler dahi bu dini doğru kaynaklardan öğrenmeleri gerekiyor. Dolayısıyla FETÖ, DEAŞ ya da adı her ne olursa olsun, yüce dinimiz İslam’ı ve müşterek dinî kavramlarımızı istismar eden örgütlerle mücadele etmede en sağlıklı ve en doğru yöntem sahih dinî bilgidir. Müslümanım diyen herkes kendi dinini sahih kaynaklardan öğrenmeli ki doğruyu yanlışı ayırt edebilsin, böylece istismarcıların eline düşmesin. Aslında keşke herkes bütün hayatını dinimizin gereği gibi yaşasa… Fakat bu bizim temennimiz, duamız; reelde ise durum çok farklı. Bir de insan bilmediğinden korkar, derler. Dinde zorlama yoktur, İslam’ı tercih etmek ve yaşamak kişinin kendi elindedir. Ancak din bilgisi eğitimi, tercihe bırakılmamalıdır. Çünkü din eğitiminin ihmali ve ihlalinin hem dünyamıza hem ahiretimize mal olabilecek ağır sonuçları olabiliyor. 15 Temmuz gecesinde yaşananlardan ders çıkarmalı, tedbirlerimizi yeniden gözden geçirmeliyiz. Yüzlerce şehit ve binlerce yaralı canımıza neden olan o geceden alacağımız dersler olmalı. Yalnızca bu yapı da değil dünya üzerinde var olan pek çok radikal hareket ve anlayış, bazı kavramları istismar ederek yanlarına çektikleri insanlara da karşılarına aldıkları insanlara da 15 Temmuz gecesinde yaşananlara benzer acılar yaşattılar. Mesela ben görev yaptığım bir ilde, böyle istismarcı bir harekete üç evladını kaptırdığını, ikisinin ölüsünü aldığını hüzünle anlatan babalar tanıdım. Dolayısıyla bu istismarcı yapılar, önlem almaz isek insanların dünyalarına ve daha da tehlikelisi ahiret hayatlarına büyük zararlar veriyorlar. Bunların zararlarını önlemenin tek çıkar yolu da sahih dinî bilgiyi öğrenmek ve öğretmektir.
Hocam, kavramların istismarı hususunda sahih dinî bilginin önemine ve gerekliliğine dikkat çektiniz. Peki, dinî değerleri ve kavramları korumak adına din görevlilerimize ve kurumlarımıza ne gibi görevler düşmektedir?
Bizim, din görevlileri olarak öncelikle üç temel görevimiz bulunuyor: Dinin bilinmesi, yaşanması ve anlatılması. En ücra köşelerine varıncaya kadar Türkiye’nin dört bir tarafındaki bütün yerleşim birimlerinde temsilcisi olan tek kurum Diyanet İşleri Başkanlığı teşkilatıdır. Bu imkânla birlikte birtakım zorluklar, mahrumiyetler de vardır muhakkak. Öncelikle bütün zorluklara rağmen görevinin bilincinde olan, Allah rızası için bu dine ve milletimize hizmet aşkını taşıyan din görevlisi arkadaşlarımızı içtenlikle tebrik ediyorum. Ama bitmeden, tükenmeden, içimizde yanan bir hizmet ateşiyle yüce dinimizin güzelliklerini bütün insanlığa ulaştırma gayretini elden bırakmamalıyız. Efendimiz (s.a.s.), Musab b. Umeyr’i Akabe Biatı’ndan sonra Yesrib’e gönderdi. Aradan bir sene geçtikten sonra orada İslam’ın konuşulmadığı ev kalmamıştı. Üstelik Musab’ın (r.a.) Yesrib’e gittiği dönemde Kur’an-ı Kerim’in üçte biri ancak inmişti. Bakın, o dönemde radyo ve TV yok. Dergiler, kitaplar yok. Sosyal medya mecraları yok. Hiçbir iletişim aracı yok. Bugünün imkânlarına baktığımızda, Diyanet İşleri Başkanlığı özelinde üç tane radyo, bir TV kanalı olduğunu görüyoruz. Çocuklara, gençlere, yaşlılara, okul öncesi çağına, ilmî çevrelere yönelik çok zengin içerikli ve geniş bir yelpazede süreli ve basılı yayınlarımız mevcut. Her yaş grubuna hitap eden dergi ve kitaplarımız var. Sosyal medya mecralarında hizmet alanlarımız ve hesaplarımız var. Allah’a hamdüsenalar olsun ki teşkilatımızın teknik imkânları çok fazla. Görevlilerimiz de bu imkânları Allah’ın rızası doğrultusunda kullanmalı, herkese ulaşma gayreti içerisinde olmalıdır. İnsanlar bilmediklerinden korkar, demiştik. Bazen insanlar, bilmediklerine düşmanlık da edebilirler. Bizim görevimiz önce bilmek ve yaşamak, sonra anlatmak ve öğretmek. Biz insanlara Allah’ın dinini, Kur’an’ın hükümlerini ve Hz. Peygamber’in sünnetini anlatmakla mükellefiz. Biz dinin güzelliklerini sahih ve doğru kaynaklardan öğrenecek ve anlatacağız, onlar da nasipleri ve iradeleri oranında bu güzelliklerden istifade edecekler Allah’ın izniyle. İstifadeyi tercih etmeseler dahi sahih dinî bilgileri öğrendikleri için bu güzelliklere düşmanlık etmeyeceklerdir. Böylece dini, Kur’an’ı, Hz. Peygamber’i ve bütün manevi değerlerimizi istismar eden herhangi bir anlayış ve fikir hareketinin tesiri altına da girmeyeceklerdir. Din görevlilerimizin, toplumu bilgilendirme ve bilinçlendirme konusunda daha hassas davranması ve bu belirttiğimiz hususların bilinciyle hareket etmesi gerekiyor. Kur’an kurslarını, camileri birer ilim yuvasına çevirmeli, camilerin ve kursların çevresindeki her insana ulaşmaya gayret etmeliyiz. Yaz Kur’an kursları da bunun için güzel bir fırsattır. Biz insanımıza bu dini doğru ve güzel bir şekilde öğretebilirsek din adına konuşarak dini istismar eden gruplara da fırsat doğmayacaktır Allah’ın izniyle. “Gayret bizden, tevfik Allah’tandır.” diyerek doğruyu, sahih olanı, güzel olanı en güzel hâlimizle anlatmaya devam etmeliyiz.