DİN İSTİSMARI VE İSTİSMAR EDİLEN KAVRAMLAR
Prof. Dr. Ali Osman ATEŞ
Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi
Din istismarı nedir?
Dilimizde “din simsarı, din bezirgânı, din istismarı, din ticareti, dini siyasete alet etmek, din sömürücüsü…” gibi birtakım kavramlar vardır ki dini kendi çıkarı için kullanma, dinden kendi menfaati için yararlanma, dinden faydalanarak çeşitli şekillerde kazanç sağlama anlamlarını çağrıştıran bu sözcükler çocukluğumuzdan beri bizleri rahatsız eder. İnsanlara fedakârlığı, sadece Allah’ın rızasını gözetmeyi, Yüce Yaradan’ın hoşnutluğunu her türlü menfaatten önde tutmayı, yaptıklarının karşılığını yalnızca O’ndan beklemeyi emreden dinin birtakım çıkarlara alet edilmesi insanın temiz fıtratına aykırı düşer ve gönüllerde nefretle karışık duygulara yol açar. Öte yandan bu kelimelerin yerli yersiz kullanımı da samimi dindarları rahatsız eder, inanan insanların vicdanında yaralar açar.
İstismarın zıddı, ihlas ve samimiyettir. Anlam itibarıyla içten, candan, kalbî, art niyetsiz, menfaatsiz ve riyasız olma hâline samimiyet denilmektedir. Samimiyetin dinî literatürdeki karşılığı ihlas kelimesi ile ifade edilmektedir. İhlas da riyanın, ikiyüzlülüğün, gösterişin ve samimiyetsizliğin terk edilmesi, dine içten bağlanılması, dinin buyruklarının sırf Allah rızası için yerine getirilmesi demektir. (İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, Dâru Sâdır, Beyrut 1410 / 1990, VII, 56.) İslam’da ihlas o kadar önemlidir ki Kur’an’ın, tevhid akidesinin en özlü ve anlamlı olarak anlatıldığı bölümüne, İhlas suresi adı verilmiştir. Buna göre samimiyet kişinin, içte, dışta ve görüntüde aynı olması ya da duygu, düşünce ve davranışlarında birlik ve bütünlük içinde bulunması demektir. Duygulardan yön alan ve davranışlarla ortaya çıkan samimiyet, öncelikle kişinin kendi içerisinde tutarlı olmasını gerektirir. Bu durum, aynı zamanda onun kendisiyle ve başkalarıyla iletişimini de kolaylaştırmaktadır. (Yapıcı, Asım, İslam’da Tövbe ve Dinî Yaşayıştaki Rolü, Beyan Yayınları, İstanbul 1997, s.183; Lacroix, Jean, Les Sentiments et La Vie Morale, Paris 1952, s.53-54, 57’den naklen.)
Kaydetmek gerekir ki merkezî tutumu dindarlık olmak üzere şekillenen bir insanın yaptığı davranışlarının hiçbiri istismar kapsamında değerlendirilemez. Bir başka deyişle içe dönük dindarların tutumlarında din, merkezî bir yer taşır ve bu kimseler genellikle samimi olup istismarcı değildir. Bu husus, insanın iç dünyasıyla ilgili içsel bir durumdur. Ayrıca Kur’an-ı Kerim’de “takva” kelimesiyle ortaya konulan objektif üstünlük kriteri de birey açısından subjektif bir yapı arz etmekte olup bu niteliğe sahip kişiler (müttakiler) istismarcı değildir. Fakat merkezî tutumu dindarlık üzerine kurulmayan bir kişi, yerine ve durumuna göre dindar bir hayat yaşama yoluna gidiyorsa burada istismar söz konusu olabilir. Kaydetmeliyiz ki dinî buyrukları ortaya konuluş gayesinden saptırıp tahrif etmeden istismar etmek mümkün gözükmemektedir. Tarih boyu tüm istismarcılar, gayelerine erişebilmek için bir şekilde dini tahrif etmişlerdir. Bu yüzden din istismarı ile din tahrifi, din istismarcısı ile din tahrifçisi birbirinden ayrılmaz ikili konumundadır. Çoğunlukla da tahrifçilerle istismarcılar aynı kişi veya gruplar olagelmiştir.
İnsanlığa huzur ve mutluluk getirmek gayesiyle gönderilen din, bir güçtür ve bu gücün art niyetli kimselerce olumsuz şekillerde kullanılarak istismar edilmesi Allah’ın rızasına aykırıdır. Çünkü bu davranışlarda dinin tahrif edilerek ilahi iradenin saptırılması, ilahi buyrukların gönderiliş gayesinin ortadan kaldırılması söz konusudur. Dinin etkisi, doğru kullanıldığında topluma huzur ve mutluluk getirir, insanın dünya ve ahiret mutluluğunu sağlayarak kendisini olgunlaştırmasına vesile olur. Bu güç, tahrif ve istismar edilerek insanın çeşitli çıkarlarına alet edildiğinde, toplumda çatışma ve kavga aracı hâline gelir. Dini, Allah’ın rızasına uygun olarak değil de kendi çıkarları doğrultusunda yorumlayan ve ondan yararlanmaya kalkışanlar ise dinin gönderiliş gayesi olan doğru yola erişemezler; aksine sapıtır, kendisine ve başkalarına zulmederek yoldan çıkar, sonra da Kur’an’ın işaret ettiği aşağı derecelere düşer: “Biz gerçekten insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik.” (Tin, 95/4-5.)
İnsanlığın uzun tarihî deneyimi göstermektedir ki peygamberlerin ve onlara iman eden samimi müminlerin elinde insanlığı cehalet karanlıklarından aydınlığa, zulüm ve vahşetten adalet ve medeniyete, kısacası insanlığın ulaşmayı arzuladığı yüceliklere ulaştıran din, samimiyetsiz ellerde de çeşitli çıkarlara alet edilmiştir. Kimi ondan yararlanarak siyasi güç ve iktidar peşinde koşmuş, kimisi onu aracı edinerek maddi çıkar sağlamış, kimi de hakkı söyleyen bilginleri susturmuştur.
Günümüzde din istismarı olgusu
Ülkemizde ve yakın coğrafyamızda dini istismar eden bazı gruplar ve bunların oluşturduğu FETÖ, DEAŞ gibi bazı silahlı terör örgütleri ortaya çıkmıştır. Bunlar ehl-i sünnet, cihat, tekfir, selef, hicret, cemaat, hizmet, nesil, himmet, imam, hocaefendi, nur, rüya gibi İslam kültüründe yer alan birtakım kavramların içini boşaltarak Müslüman halkı kandırıp duygularını sömürmüşler, bulundukları bölgeleri kana bulayıp büyük acılara neden olmuşlardır.
Din ve vicdan özgürlüğünün evrensel nitelikte üç ayağı vardır: 1. İnanma ve ibadet özgürlüğü
2. Dinî eğitim yapma hakkı
3. Dinî yayın yapma hakkı.
FETÖ PDY silahlı terör örgütü, uzun yıllar boyunca Müslüman halkımızın bu alanda ortaya çıkan ihtiyacını istismar etmiş ve dinî duygularını sömürmüştür. Ayrıca FETÖ, dershaneler, okullar, üniversiteler, yurtlar, ışık evleri vs. açarak olabildiğince büyümüştür.
FETÖ’nün uzun yıllar boyunca ülkemizde yürüttüğü faaliyetlere baktığımızda; din istismarcısı, takiyeci/yalancı; dış güçlerin piyonu hâline gelmiş, gerçeklikten uzak/şizofrenik sömürge tipi insan yetiştirmeyi hedeflemiş olduğu görülmektedir. Örgüt, bünyesine kattığı gençlerin, ailesiyle, milletiyle, ülkesiyle, devletiyle, bayrağıyla ve İslam ümmetiyle bağlarını koparmış, mensuplarını liderinin mehdi olduğuna inandırmıştır. Örgüt, din tahrifi ve istismarı yaparak haramları helal saymış, yüce dinimiz İslam’ın temiz inanç ve değerlerini tahrip etmiştir. Örgüt, yalan söylemek, kul hakkı yemek; fitre, zekât, sadaka, kurban gibi yoksulların hakkı olan yardım paralarını çalmak, rüşvet ve yolsuzluk yapmak, devletin kaynaklarını zimmetine geçirerek kamu malını yemek, sınavlarda örgütlü kopya çekmek, emaneti ehline vermemek, en sonunda da devlete ve millete isyan ederek yol kesip masum halkımızı öldürmek gibi İslam’ın haram kıldığı şeyleri de kendisi için mübah görmüştür. Örgüt, uluslararası planda yürüttüğü “dinler arası diyalog” gibi çalışmalarla en sonunda kelime-i tevhid ve kelime-i şehadeti tahrif boyutuna gelmiştir. FETÖ, millî ve dinî bütünlüğümüzü parçalamak için kırk yılı aşkın bir süredir sinsice faaliyet yürütmüştür. FETÖ PDY silahlı terör örgütü en sonunda, 15 Temmuz 2016 gecesi ülkemizde darbeye kalkışmış, TBMM ve Cumhurbaşkanlığı Külliyesini, Ankara Gölbaşı’nda Özel Harekât Başkanlığını F-16 savaş uçaklarıyla bombalamış; elinde bayrağından başka silahı olmayan, masum vatandaşlarımızı şehit etmiş, yüzlerce kardeşimizin yaralanarak gazi olmasına sebep olmuştur.
Hain FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün ülkemizde gerçekleştirmeye çalıştığı acıklı olayların bir daha yaşanmaması için almamız gereken şu önlemleri arz etmek isterim:
Din ve vicdan özgürlüğüne evrensel nitelikte önem vermek, bu alandaki kısıtlamaları kaldırmak.
Diyanet İşleri Başkanlığımızın yapısını korumak, geliştirmek ve güçlendirmek.
Her aşamada din eğitiminin devlet eliyle yapılmasını sağlamak ve devlet kurumlarınca denetlemek.
Uygulanmakta olan din derslerini, program, içerik ve kredi saati bakımından güçlendirmek. İlkokuldan başlayarak yeterli düzeyde akaid/İslam inanç esasları dersleri koymak.
Öğrencilerin barınması, beslenmesi ve ailesi yoksul olan öğrencilerin okutulması gibi FETÖ’nün eğitim alanında istismar ettiği sorunları ortadan kaldırmak.
Din istismarının bir diğer yönünü oluşturan tekfir, Yüce Allah’tan vahiy yoluyla gelip Hz. Peygamber’in (s.a.s.) tebliğ ettiği kesinlikle bilinen dinî bir esası inkâr eden kimsenin kâfirliğine hükmetmeyi ifade eden bir kavramdır. Ancak günümüzde bu kavram, Sıffin Savaşı’nda hakeme başvurulmasını kabul ettikleri için Hz. Ali ve Muaviye’yi kâfir ilan eden Haricîlerin yaklaşımıyla paralel hareket eden DEAŞ gibi terör örgütleri tarafından tahrif edilerek Müslümanlar tekfir edilmiş ve haksız yere kanları dökülmüş, ne hazindir ki İslam coğrafyası yıllarca kana boyanmıştır. Hâlbuki Hz. Ali, Cemel ve Sıffin savaşlarına katılan muhaliflerine kâfir diyen taraftarlarına da onların kâfir değil, isyan eden kardeşleri olduğunu söylemiş, ehl-i sünnet âlimleri de ehl-i kıbleyi tekfir etmemeyi bir ilke olarak benimsemiştir. (Ebu Hanife, er-Risâle, İstanbul 1981, s. 69; Yusuf Şevki Yavuz, “Tekfîr”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/tekfir.) Bu bağlamda DEAŞ benzeri örgütler tarafından istismar edilen kavramlardan birisi de “cihat” kavramıdır. Allah’a kulluk etmek, Allah ve Resulü’nün buyruklarının uygulanmasına çalışmak, İslam’ı tebliğ etmek, İslam ülkesini ve Müslümanları saldırılara karşı savunmak ve gerekirse bunun için savaşmak anlamlarını taşıyan cihat kavramının içi boşaltılmış ve Müslümanlara karşı savaş şekline getirilmiştir. Bu sapkın örgütler, İslam ülkelerini işgal eden düşmanlarla savaşmak yerine,
Müslümanların kanını dökmüşlerdir. (Ahmet Özel, “Cihâd”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/cihad.)
Din istismarının taşıdığı çirkinlik ve kötülükler
Dinde ihlaslı ve samimi olmanın zıddı, nifaktır. Dininde samimi olmayarak çeşitli çıkarları için inanmış gözüken kimseleri, dinimiz münafık olarak adlandırmaktadır. Bu durumda münafıkların, din istismarcısı veya din istismarcılarının münafık kimseler olduğu ortaya çıkmaktadır. (Yıldız, Abdullah, Hadislerde Hz. Peygamber ve Gizli Düşmanları Münâfıklar, İz Yayıncılık, İstanbul 2000, s.45-47.) Yine Kur’an’dan anladığımıza göre, din istismarında riyakârlık, samimiyetsizlik, gizli inkârcılık ve sapıklık gibi hususların mevcut olduğu ortaya çıkmaktadır. Peygamberimiz (s.a.s.) zamanındaki münafıklarla sonraki dönemlerde küfrü içinde gizleyerek Müslüman gözüken zındıklar, İslam tarihi boyunca din istismarına yeltenen kimseler olarak karşımıza çıkmışlardır. Bunlar, İslam dinini bozmak ve dinle alay etmek, İslam ahlakını sarsmak, bölücülük yapmak, haramı helal, helali haram göstermek, inançlara şüphe ve tereddüt sokmak, halkı İslam’dan uzaklaştırmak yönünde birçok faaliyette bulunmuşlardır.
Din istismarı, dinin doğru bir şekilde anlaşılmasına ve tebliğine engel olur. Kişi ve toplumları sapıklığa sürükler, insanın ruhsal yapısını tahrip ederek toplumda yalancılığı, riyakârlığı yerleştirir, gerçek dindarlığı ortadan kaldırır, samimi dindarların zarar görmesine sebep olur, toplumda güven bunalımı oluşturarak toplumsal çözülmeye neden olur, toplumun huzurunu ve iç barışı ortadan kaldırır.
Yüce dinimiz İslam’ın din sömürüsüne karşı tutumu
Bütün ilahi dinler inananlarına ihlas ve samimiyeti emretmiş, din sömürüsünü yasaklamıştır. Son din İslam’da da bu husus önemle vurgulanmıştır. Kur’an’da ve Peygamberimizin örnek hayatında, din istismarına asla geçit vermeyecek buyruklar vardır. Bu bağlamda Kur’an-ı Kerim, dinde ihlas ve samimiyetin önemini vurgulamış, ihlaslı olmanın da peygamberlerin ve iyi kulların özelliği olduğunu bildirmiştir. (Sad, 38/45-47; Saffat, 37/40; Hicr, 15/40.) Dinde ihlaslı olma buyruğu, sadece peygamberlere ait olmayıp bütün ümmeti kapsamaktadır. (Araf, 7/29.)
Yüce Allah tarafından kendisine itaat emredilerek yaşayışı Müslümanlara en güzel örnek olarak gösterilmiş, sünneti dinin ikinci temel kaynağı kılınmış olan Peygamberimizin (s.a.s.) hayatında da en ufak bir istismar unsuru yoktur. O, bütün hayatını bir ihlas ve samimiyet abidesi hâlinde geçirmiştir. İnsanların yanında başka, yalnız başına kaldığı zaman farklı şekilde davranmamıştır. Ailesinin yanında ve dışarıda, değişik tutum ve davranışlara girerek çelişkiye düşmemiştir. Olduğu gibi görünmüş, göründüğü gibi olmuş, inandığını söylemiş, söylediklerini de yaşamıştır. Farklı zaman ve konumlarda değişik çehrelerle dolaşmamış, gerçek kimliğini gizleyerek yüzünü asla bir maskenin arkasında gizlememiştir. Şunu da belirtmeliyiz ki Peygamberimizi, düşmanları asla samimiyetsizlikle, istismarcılıkla suçlamamışlardır. Mekke’deyken kendisini peygamberlik görevini yerine getirmekten vazgeçirmeye çalışan müşriklerin ileri gelenleri, amcası Ebu Talip’e başvurarak Mekke’nin liderliği, istediği kadar servet ve mal, Mekke’nin en güzel kadın ve kızlarıyla evlenme gibi rüşvet cinsinden çeşitli tekliflerde bulunmuşlardı. Bu tekliflere Hz. Peygamber’in vermiş olduğu cevap her dava adamını iliklerine kadar titretecek niteliktedir: “Ey amca! Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki şu ilahi tebliğ vazifemi bırakayım diye güneşi sağ elime, ayı da sol elime koysalar, sen bile beni terk edip bırakmış olsan, onların bu dediklerini asla yapmam!” (İbn Hişam, es-Sîre, I, 285; Krş. Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 109.)
Sonuç olarak şunu da ilave edelim ki yaşanan bu olay, Hz. Peygamber’in İslam’ı tebliğ ve yaşamadaki azim ve kararlılığını, ihlas ve samimiyetini gösteren güzel bir örnektir. Müşriklerin Hz. Peygamber’e İslam davasından vazgeçmesi karşılığında rüşvet olarak sundukları şeyler, dinin neler için istismar edilebileceğini, bir insanın neler karşılığında davasından vazgeçip satın alınabileceğini de göstermektedir ki geçmişte olduğu gibi günümüzde ve gelecekte de insanoğlunun bunlara karşı zaafı ortadan kalkmayacaktır. Bunlar, ihlas ve samimiyet sahibi olmayanların, kalplerine iman nuru yerleşmemiş bulunanların, geçici dünya nimetlerine zaafı olanların, kısacası peşin olanı sevip ebedî saadeti arkaya atanların avlanabilecekleri konuları oluşturmaktadır. (Ateş, Ali Osman, “Din Tahrîfi ve İstismarı”, Ç. Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt 4, Sayı 1, Ocak-Haziran 2004, s. 15-25.)