ÜMMÜ HARAM
LARNAKA’NIN SULTANI
Enbiya YILDIRIM
Sahabenin, tüm Müslümanların gönül dünyalarında çok farklı bir yeri vardır. Çünkü onlar Rabbimizi, kitabımızı ve Resulümüzü öğrenmeye aracılık ettiler. Bu yalın gerçek yanında içlerinden bazıları çeşitli vesilelerle hemen aklımıza gelirler. Nitekim Kıbrıs dediğimizde de aklımıza hemen Ümmü Haram bint Milhan gelir.
Ailesi
Medine’deki Hazrec kabilesinin bir kolu olan Neccaroğullarındandır. Hz. Peygamber’in hizmetkârı Enes b. Malik’in annesi Ümmü Süleym, onun kız kardeşidir. Her iki kız kardeş İslam’ı tebliğ etmek için gönderilen ve Bi’rimaune’de şehit edilen yetmiş kadar sahabi içinde yer alan Haram ve Süleym adlı sahabilerle de kardeştiler. Onların kıssası çok acıklıdır:
Bi’rimaune faciası
Amiroğullarının reisi Ebu Bera İslam’la ilgili bilgi almak için Medine’ye gelir. Görüşmelerinin sonunda kararsız kalır ancak kabilesinin de bilgi sahibi olması için Hz. Peygamber’den ricada bulunur, İslam’ı anlatacak insanlar göndermesini ister. Hak dinin mesajının herkese ulaşması hususunda son derece gayretli olan Resulullah, davet edilen Necid bölgesini emniyet açısından pek güvenilir bulmadığı için tereddüt eder. Ebu Bera ise endişe etmemesini söyleyerek gelecek olanların can emniyeti hususunda tam garanti verir. Ardından yurduna dönerek verdiği emanı halkına haber verir ve taahhüdü bozmamalarını ister.
Kabile reislerinin verdikleri garanti o dönem şartlarında devlet güvencesi gibi olduğundan, Hz. Peygamber daveti kabul eder ve bir müddet sonra Suffa’da yetişmiş olan, çoğu ensardan sayıları yetmiş civarındaki bir ekibi, İslam’ı anlatmak ve irşad etmek amacıyla söz konusu kabileye gönderir.
Heyetin başında ensardan Münzir b. Amr vardır. Hz. Peygamber ona kabilenin ileri gelenlerine hitaben bir de mektup verir. Medine’den yola koyulan heyet, Mekke yolunda Bi’rimaune adlı kuyunun bulunduğu yerde konaklar. Kuyu, daveti yapan Amiroğulları ile Süleymoğulları toprakları arasında bir yerdedir.
Heyet kuyunun yakınındaki mağarada dinlenirken Ümmü Haram’ın kardeşi Haram b. Milhan Resulullah’ın mektubunu Amiroğulları kabilesinin reisi Ebu Bera’ya vermek için görevlendirilir. Tam da bu sırada irşad heyetini çağıran Ebu Bera’nın öldüğüne dair bir şayia yayılır. Bunun üzerine Haram mektubu Ebu Bera’nın yeğeni Amir b. Tufeyl’e verip onları İslam’a davet eder. Amir ise İslam’a ve onun kutlu peygamberine kin besleyen biridir. Kendisine sunulan mektubu okumadığı gibi işaret ettiği bir kişiye, davet konuşması yapmakta olan Haram’ı arkadan mızraklattırır. Mızrak öyle bir şiddetle saplanır ki demiri Haram’ın göğsünden çıkar. Haram ise Rabbine kavuşmak üzere olmanın verdiği coşkuyla ve peşinde koştuğu şehitliğe erişmenin heyecanıyla bağırır: “Allahüekber! Kâbe’nin sahibine yemin ederim ki ben (şehitlik rütbesi) kazandım!” (Buhari, 2801.)
Amir, Allah Resulü’nün elçisini katlettirdikten sonra kabilesini kışkırtır ve kuyunun yakınında dinlenmekte olan sahabileri de öldürmek için tahrik eder. Ancak verilen eman nedeniyle kabile mensupları bunu reddederler. Kin ve nefret gözlerini kaplamış olan Amir buradan bir sonuç alamayınca aralarında dostluk bulunan Süleymoğulları kabilesinin kolları Ri’l, Zekvân ve Usayye’den yardım ister. Bedir’de Müslümanlara esir düştükten sonra Hz. Peygamber’in emriyle öldürülen Tuayme’nin dayısı olan ve intikam ateşiyle yanıp tutuşan Ri’l reisi Enes b. Abbas bu isteğe hemen olumlu cevap verir ve harekete geçer; Zekvân ve Usayye kollarını da galeyana getirir.
Küçük bir ordu gibi toplanan caniler güruhu hiçbir şeyden habersiz Bi’rimaûne’de beklemekte olan sahabilere ansızın saldırırlar. Neye uğradıklarını şaşıran ashap, maksatlarını ne kadar anlatmaya çalışsa da gözleri dönmüş olan azgınları engelleyemez. Ağır yaralı olduğundan ötürü, nasılsa ölür diyerek bırakılan Ka’b b. Zeyd en-Neccari ile esir alınan Amr b. Ümeyye dışında herkes acımasızca katledilir. Katledilenler arasında Ümmü Haram’ın erkek kardeşi Süleym de vardır.
Olayı duyan Hz. Peygamber son derece üzülür. Yüreği dayanılmaz acıyla dolar. Âdeta şok olur. Enes b. Malik bu hususta diyor ki: “Resulullah’ın, Bi’rimaune’de şehit düşen ashabına yanıp üzüldüğü kadar hiçbir kimseye, hiçbir şeye bu derece yanıp üzüldüğünü görmedim. (Buhari, 6394.)
İslam’la şereflenmesi
Ümmü Haram, İslamiyet’in Medine’de yayıldığı ilk yıllarda Resulullah’ın davetine koşanlardandır. Allah Resulü Medine’yi teşrif ettiği zaman da gelip ona biat etmiştir. Eşini de hak dini kucaklaması için ikna etmeye çalışmış ama olmayınca her şeyi göze alarak ondan ayrılmıştır. Ardından ikinci evliliğini Akabe biatlarına katılan büyük sahabi Ubade b. Samit ile yapmış ve bu evlilikten Muhammed adlı bir erkek çocukları dünyaya gelmiştir.
Resulullah ile yakınlığı
Ümmü Haram ile Peygamberimiz arasında süt veya soy bakımından teyze-yeğen ilişkisi vardı. Dolayısıyla Efendimizin teyzesiydi. Türkler arasında “Hala Sultan” diye anılmasının sebebi, teyze kelimesinin Arapçada “hâle” olmasından ötürüdür. Ayrıca yurdumuzun çeşitli yerlerinde teyzeye “hala” denmektedir.
Akrabalık nedeniyle Peygamberimizle aralarında bir ülfet vardı. Bu vesileyle Efendimiz onları kendisine yakın hisseder ve Kuba Mescidi’ni ziyarete gittiğinde veya o muhitte bir işi olduğunda evleri o bölgede bulunan iki kız kardeşi ziyaret eder, yemek yer, öğlen uykusuna yatar ve evdekilere nafile namaz kıldırırdı. Bu namazlardan birini Enes b. Malik şöyle anlatmaktadır: Resulullah bir defasında Ümmü Haram’a geldi. Ev halkı Resulullah’a yağ ve hurma ikram etti. Hz. Peygamber ise “Şunu (yağı) tulumuna, şunu (hurmayı) da kabına geri götürünüz. Çünkü ben oruçluyum.” buyurdu. Sonra kalktı, bize iki rekât nafile namaz kıldırdı. Resulullah beni sağına, sergi üzerine durdurdu. Ümmü Süleym ile Ümmü Haram da arkamızda namaza durdular. (Ebu Davud, 608.) Ardından Peygamberimiz, bizim yani ev halkının dünya ve ahiretlerinin hayırla dolu olması için duada bulundular. Annem bunun üzerine beni kastederek “Ya Resulallah! Küçük hizmetkârınız bu oğlum için de Allah’a dua eder misiniz?” dedi. Bunun üzerine benim için Allah’tan her hayrı niyaz eden bir dua yaptı. Sonunda da şöyle buyurdu: “Allah’ım! Malını ve çocuklarını çok eyle. Bunları onun için mübarek eyle.” (Müsned, 13013.) Daha sonraları Allah Resulü’nün duasının bereketiyle Hz. Enes’in maddi durumu çok iyi olacak ve çok kalabalık bir aileye sahip olacaktır.
Hz. Peygamber’in bu iki hanımın evlerini ziyaretleri sahabenin de dikkatini çekmişti. Bir defasında Ümmü Süleym’in evini neden ziyaret ettiği sorulduğunda şu cevabı vermişti: “Ben ona şefkat gösteriyorum çünkü kardeşi benim askerlerimle birlikte Allah yolunda öldürüldü.” (Buhari, 2844.)
Resulullah’ın müjdesi
Ümmü Haram validemizin rivayet ettiğine göre, Resulullah’ın onları ziyaretlerinin birinde Hz. Peygamber yemek yedikten sonra öğlen uykusuna yatar. Bir süre sonra Hz. Peygamber tebessüm ederek uyanır. Duruma şaşıran Ümmü Haram sebebini sorunca Peygamberimiz, ümmetinden bazı kimselerin fetih için Akdeniz’de gemilerle sefere çıktığının uykusunda kendisine gösterildiğini ve onların cennetlik olduğunu söyler. Hz. Peygamber ileride gerçekleşecek olan bu güzel gelişmeden dolayı mutlu olmuştu. Tebessümü o yüzdendi. Müjdeyi duyan ve yüreği İslam’a hizmet aşkıyla kaynayan Ümmü Haram (r.a.), kendisinin de mücahitler arasında yer alması için Resulullah’tan dua
istirham eder. Allah Resulü onu kırmaz ve dua eder. Muştuyu alan annemiz son derece mutlu olur. Ardından Kutlu Elçi (s.a.s.) tekrar uyur. Bir süre sonra yine tebessüm ederek uyanır. Ümmü Haram bu sefer niye tebessüm ettiğini sorunca, gördüğü rüya üzerine, ümmetinden bazı kimselerin İstanbul’u fethetmek amacıyla gemilerle sefere çıkacağını, onların da günahlarının affedileceğini söyler. Ümmü Haram bu mücahitlerin arasında da yer almak için yine dua istirham eder. Lakin Resul-i Ekrem Efendimiz ona birinci grupta yer alacağını buyurur. (Buhari, 2788.)
Ümmü Haram, Uhud ve Huneyn gibi savaşlarda geri hizmette bulunmak üzere yer alır. Onların sunduğu hemşirelik hizmeti son derece önemliydi. Zira azaları kopan veya damarları kesilen gazilere dağlama veya pansuman yapmak, su ve yemek ihtiyacını karşılamak, yırtılan ve sökülen elbiseleri dikmek, yeri geldiğinde cephedekilere savaş malzemesi taşımak çok önem arz etmekteydi. Kocası Ubade b. Samit ile Suriye ve civarında gerçekleştirilen cihat ve davet çalışmalarına katılmak üzere bölgeye hicret etti. Humus ve Kudüs şehirlerinde eşiyle birlikte güzel çalışmalar yaptı.
Kıbrıs seferi
Şam valisi Hz. Muaviye, halife Hz. Ömer’e, devam eden kara seferleri yanında donanma kurup deniz seferlerine açılmayı teklif eder. Lakin halife devletin henüz hazır olmadığını, bu işin zamanının gelmediğini düşünerek teklife sıcak bakmaz. Hz. Osman zamanında ise sınırlar iyice genişlemiş ve devlet oldukça güçlenmiş, gelir kaynakları fazlasıyla artmıştır. Deniz seferlerinin zamanı gelmiştir. Bunun neticesinde Muaviye aynı teklifi Hz. Osman’a götürür. Halife öneriye sıcak bakar. Lakin tek bir şartı vardır: Sefere sadece gönüllülerin katılması. Çünkü daha önce tecrübe edilmemiş, ilk kez çıkılacak meşakkatli bir deniz seferi her türlü tehlikeye açıktır. Düşman veya fırtına nedeniyle gemilerin batma, karaya çıkıldığı anda baskına uğrama ihtimali vardır. Böylesi olumsuz gerekçelerden dolayı askerlerden hiç kimsenin sefere zorla götürülmemesini, sadece istekli olanların katılmasını emreder. Emrinin ardından da bir deniz donanması hazırlanır. İlk kez düzenlenen bu sefer, Müslümanlar açısından artık yeni bir devrin başladığı anlamına geliyordu.
28 (648-49) yılında düzenlenen ve komutanlığına Abdullah b. Kays’ın atandığı sefere Ebu Zer el-Gifari, Ebu’d-Derda gibi ashaptan birçok gönüllü katıldı. Ümmü Haram ve eşi Ubade de gönüllüler arasındaydı. Seksen altı yaşında olması nedeniyle iştirak etmesine izin verilmeyecek gibi olduysa da ısrarı sonucunda buna onay verildi. Bu yaştaki cihat aşkı, hiç şüphe yok ki İslam’a gönülden bağlılığın ve dünyaya önem vermemenin bir göstergesiydi. Zaten İslam’la kucaklaşmasının ardından hayatının tamamı hep bu minval üzere geçmişti.
Sefer sonunda gemiler adaya yaklaştı ve bir savaş olmadan karaya çıkıldı. Ardından annemiz Ümmü Haram’a binmesi için bir katır getirildi ancak üzerine biner binmez hayvanın sırtından yere düştü ve boynu kırılarak oracıkta şehit oldu. Cenazesi şehadete erdiği bölgeye defnedildi. Adadakilerle de -küçük çatışmaların ardından- vergi vermeleri ve Müslümanlara saldırmamaları şartıyla anlaşma sağlandı.
Hala Sultan Tekkesi
Ümmü Haram’ın “Hala Sultan Tekkesi” adıyla bilinen, Larnaka civarında Tuzla’daki kabri, şehadetinden sonra ziyaret edilen bir mekân hâline geldi. Hatta gayrimüslimlerce de öteden beri “saliha bir kadının kabri” diye ziyaret edilirdi. Ecdadımız ise adayı fethettikten sonra kabri imar edip üzerine türbe, yanına da bir cami ve tekke yaptırdı. Sonrasında da gemilerle kabrinin hizasından geçerken hürmeten top ateşiyle onu selamlarlardı.
Günümüzde kabri Rum kesiminde kaldığından ve Türkiye’den gidenlerin o tarafa geçmesine müsaade edilmediğinden ziyaret mümkün olmamaktadır. Sadece Rum tarafına gerçekleştirilen uçuşlar sonrasında ziyaret mümkün olabilmektedir.
Ümmü Haram, Peygamberimizden beş hadis rivayet etmiştir. Radıyallahu anhâ…