NİÇİN ALLAH’A İNANIYORUZ?
Prof. Dr. Temel YEŞİLYURT
Kastamonu Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
İnsan, varoluşundan beri kâinatın gizemli sırlarını çözmeye ve anlam arayışına yönelmiş bir varlıktır. Bu arayışın en temel tezahürlerinden biri olan inanç, tarih boyunca insanlığın ortak bir deneyimi olmuştur. Hz. Âdem’den (a.s.) günümüze kadar, farklı kültürlerde ve coğrafyalarda insanların ortak bir paydada buluştuğu nokta, evrenin büyüklüğü karşısında duyulan hayret ve bu büyüklüğün ardındaki bir güç arayışı olmuştur. İnanç, insanın zorluklarla karşılaştığı anlarda sığındığı bir liman, belirsizlikleri giderdiği bir pusuladır. Tarih boyunca, büyük felaketler karşısında insanların inançlarına sıkı sıkıya sarıldıkları görülmüştür. Bu durum, inancın insan hayatındaki vazgeçilmezliğini ortaya koyar. İnsan, inanç sayesinde varoluşsal sorularına cevap bulur, hayatına anlam katar ve geleceğe dair umut besler.
İnanmak, yaradılışa zıt mı?
İnsan, doğuştan inanmaya eğilimli bir varlıktır. Tarih boyunca insan, doğru veya yanlış bir şeye inanagelmiştir. Her insan, zor anlarında tutunacağı bir inanç arayışındadır. Önemli olan, bu inancı doğruya yönlendirme ve Allah inancıyla taçlandırmaktır. Sevgili Peygamberimizin (s.a.s.), “Her doğan çocuk, fıtrat üzere doğar.” (Buhari, Tefsir, 2.) hadisi de bu gerçeği teyit edercesine, insanın fıtratındaki temizliği ve iman etmeye yönelik eğilimi vurgular. İnsan, doğası gereği, içinde yaşadığı dünyanın güzelliklerini ve karmaşıklıklarını anlamlandırmak için bir inanç sistemine ihtiyaç duyar. İnsan, beden ve ruh bütünlüğü içindeki zayıflıklarını bilen ve mutlak bir güce sığınmaya muhtaç bir varlıktır. Dolayısıyla inanmak, insanın yaradılışıyla zıtlaşması değil, aksine yaradılışıyla olan uyumunu ifade eder.
İnanç, sadece bireysel bir deneyim olmakla kalmaz, aynı zamanda toplumların bir arada yaşamasını sağlayan önemli bir bağdır. Çünkü inanmak, insanın yaradılışından gelen tabii bir süreçtir. İnançsızlık ise insanın yaradılışıyla zıtlaşması ve kendisiyle kavgası anlamına gelir. (İbrahim Abdürreşid, ed-Dinü’l-fıtri, İstanbul 1340.) Yaradılışıyla kavgalı olmayan ve fıtratı bozulmamış her insan, kendisine verilmiş akıl ve irade ile bütün yaratılanların üstünde olan Yüce Varlık düşüncesine kolaylıkla ulaşabilir. Zira her insanın özünde Allah’ın varlığını kabul etme ve inanma eğilimi söz konusudur. Bu ise ancak bozulmamış bir fıtrat ve samimi bir arayışla ortaya çıkar. (Fatih Kurt, Niçin İnanıyorum?, Ankara 2019.) Bu nedenle arayışını anlamlı bir şekilde sonlandıramayan ve Allah’a ulaşamayanlar, ruhlarının derinliklerinde sürekli bir ıstırap ve sürekli bir kaygı duyarlar. (Mehmet Bulut, Ehl-i Sünnete Göre Müslümanın İnanç Esasları, İstanbul 2019.) İnanan insan ise yaşamının her anında kendisini duyan, gören, ona şah damarından daha yakın bir varlığı bilir ve hisseder. (Ali Rıza Aydın, “İnanma İhtiyacı ve Dini Ritüellerin Psikolojik Değeri”, Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi 9/3, 2009.)
İnanmak, insanın fıtratıyla uyumu anlamına geldiğinden insana bir iç tutarlılık ve istikrar kazandırır. Bu inanç sayesinde insanlar ölümden sonraki yaşamda azaptan uzak kalır, cennete kavuşur ve sonsuz mutluluğa erişirler. İnsanoğlu, varoluşun derinliklerinde yankılanan sese kulak kesilircesine hep bir anlam arayışındadır. Bu arayış, onu gökyüzünün sonsuz mavisine, yeryüzünün binbir renkli çiçeklerine, evrenin büyüleyici düzenine hayran bırakır. İşte bu hayranlık içinde, Yaradan’ın varlığına dair bir his, bir inanç filizlenir. Tıpkı bir çiçeğin topraktan yeşerip yükselmesi gibi, insanın yüreğinde de iman tohumu, fıtratın bir gereği olarak yeşerir. İnsan, varoluşun anlamını bu inançta bulur, kendisini yalnız hissetmez. Kalbinde taşıdığı bu kıvılcım, ona zorluklar karşısında güç verir, umutsuzluğa düştüğünde yeniden ayağa kalkmasına vesile olur. İnanç, insanı insan yapan en önemli değerlerden biridir ve bu değer, tıpkı suyun yaşam için olduğu kadar, insanın ruhu için de vazgeçilmezdir.
Neden Allah’a iman?
İnsan, yaratılmışlar içinde akıl ve iradeye sahip tek varlıktır. Bu özellikleriyle araştırır, inceler, tercih eder, sonuç çıkarır ve inanır. Bu potansiyeliyle hayatı anlamlandırır, medeniyeti inşa eder ve tarihi şekillendirir. (Temel Yeşilyurt, Yeni Yüzyılda Nasıl İnanmalı, İstanbul 2022.) Yaradılıştan insan kalbinin derinliklerinde yankılanan bir fısıltı, insanı varoluşun gizemli labirentlerinde sonsuz bir yolculuğa çıkarır. Geçmişin gölgesi, geleceğin belirsizliği ve şimdiki anın kaygıları arasında sıkışıp kalan insan, sürekli huzurlu bir liman arayışı içindedir. Dünyanın tüm güzellikleri, insanın bu arayışına bir nebze cevap olsa da içteki boşluk kolay kolay doldurulamaz. Zira insan, varoluşunun anlamını sorgulayan, sonsuzluğu düşünen bir varlıktır. Bu derin sorgulamalar, bazen umuda yol açarken bazen de onu karamsarlığa sürükler. İnsan, bu karmaşık duyguların arasında gidip gelirken kendisine güçlü bir dayanak ve sağlam sığınak arar. İşte tam bu noktada, imanın hayatımıza kattığı anlam ve huzur çok daha belirgin hâle gelir.
Bir yaratıcıya inanmak, insanın varoluşsal kaygılarını dindirerek ona bir sığınak olur. Sıkıntılı zamanlarda tutunacağı bir dal, zorluklarla mücadele ederken güç alacağı bir kaynaktır. İnanç, insanın iç dünyasına verdiği huzurla birlikte, toplumsal hayata da olumlu katkılar sağlar. Toplumsal bağların güçlenmesi, dayanışmanın artması ve adaletin tesis edilmesi gibi birçok olumlu sonuç doğurur. “Onlar, inananlar ve kalpleri Allah’ı anmakla huzura kavuşanlardır. Biliniz ki kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Rad, 13/28.) ayeti de bu gerçeği bizlere hatırlatır. İnanç, insanı evrensel bir bütünün parçası hâline getirdiğinden hem kendisini hem de çevresini daha iyi anlamasını sağlar. Ayette de belirtildiği gibi insan, gerçek bir huzura Allah’a inanma ve Allah’ı sürekli zihninde, gönlünde canlı tutmakla kavuşacaktır. İnsan hayatının her anında derin kaygılar oluşturacak bir arayışın peşindedir. Tükenmek bilmeyen arayışlar, varoluşsal kaygılarla beslenir, insanı sürekli bir tedirginlik (dinamizm) içinde tutar. Bu nedenle hayat, çoğu insan için huzur ve dinginlik arayışıdır. Her zorlukla karşı karşıya kaldığında sığınacak bir liman arayan insan, her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten bir yaratıcıya inanmakla huzura kavuşur.
Allah inancı, yalnızca ahiret mutluluğunun değil, dünya hayatının da mayasıdır. Kaygı bulutlarını dağıtır, yarınlara güvenle bakabilmenin pınarını besler. Bu inanç, insan ile Yaradan arasında görünmez bir bağdır; gönülden gönüle akan manevi bir frekanstır, sürekli açık bir iletişim ağıdır. İnsanı çepeçevre saran korkular, imanın sığınağında huzura ve emniyete dönüşür. Allah’a iman, insanı insan yapan erdemlerin yeşerdiği topraktır. Kur’an-ı Kerim de insanlara Allah’a iman etmeyi emretmiş, insanın fıtratının tahrifi ve yaratanla bağını kesmesi anlamına gelen küfrü ise yasaklamıştır. Hatta bazı âlimler, kendilerine peygamber gelmese bile insanın aklıyla Allah’ı arama ve bulmasını bir gereklilik olarak görmüşlerdir.
Hayat, anlam arayışına giden bir yolculuk olduğuna göre, bu yolculuğun ışığı, Allah inancıdır. Zira hayatı veren O, geçici olanın ötesinde ebedi bir mutluluğun kapılarını aralayan da O’dur. Allah’a ve ahiret hayatına iman, varoluşumuza anlam katar, kâinatı anlamlı bir bütün olarak görmemizi sağlar. Dünya, sonsuzluğun bir nüvesi, her varlık ise O’nun varlığının bir delili hâline gelir.
Allah inancı, neyi gerektirir?
İman, Allah’ın varlığını kabul etmekle başlar. Bu kabul, salt varlığının ve birliğinin tasdikiyle sınırlı kalmaz; O’nun sonsuz kudretinin, her şeyi kuşatan ilminin, yaratan, yaşatan, dirilten ve yönetenin yalnızca O olduğu idrakinin derinliklerine gider. İsimleri ve sıfatları, sınırsız kemalini anlama yolunda bize rehberlik eder; her bir isim, O’nun yüceliğinin farklı bir veçhesini, insan zihninin kavrayabileceği ölçüde aydınlatır. Rahman ve Rahim olan, her şeye gücü yeten, her şeyi bilen, gören ve işiten Allah inancı, kalpte bir tohum gibi filizlenir, dallanıp budaklanır ve hayatın her alanına yayılarak düşünceleri, sözleri ve eylemleri şekillendirir. Kişiyi, kâinat düzeninde tecelli eden ilahi iradeye hayranlıkla bakmaya sevk eder.
Allah’a iman, pasif bir kabullenmeden ziyade, aktif bir teslimiyeti, gönüllü bir boyun eğişi ifade eder. O’nun emirlerine uymak, yasaklarından sakınmak, kul ve yaratılmış olmanın özünde var olan bir gerekliliktir. Bu teslimiyet, insanın iç dünyasında derin bir dönüşümü tetikler, bencilliğin, kibrin ve dünyevi hırsların esaretinden kurtararak onu ilahi iradenin akışına bırakır. Böylelikle insan, yaratılış amacını, dünyadaki yerini ve sorumluluklarını idrak eder; her adımını O’nun rızasını gözeterek atar. Bu bilinçle yaşayan insan, dünyaya bambaşka bir gözle bakar, her varlıkta, her olayda O’nun tecellisini, kudretinin ve hikmetinin izlerini görür. Kâinattaki her zerrenin O’nun iradesiyle hareket ettiğini anlar.
Bu inançla yoğrulan, kalbi Allah sevgisiyle dolu olan insan, dünyayı geçici bir konak, bir imtihan alanı olarak görür. Attığı her adım, söylediği her söz, düşündüğü her fikir, bu imtihanın bir parçasıdır. Bu bilinç, onu sürekli olarak iyiliğe, doğruluğa, güzelliğe ve erdeme yönlendirir. Zorluklar karşısında sabırlı ve metanetli, nimetler karşısında şükür ve tevazu sahibi olmayı öğretir. Hayatın geçiciliğinin farkında olarak asıl yurduna, ebedî hayata, Allah’ın huzuruna hazırlanır. Dünyadaki hayatını, ahiretteki sonsuzluğa bir hazırlık olarak görür.
Allah inancı, insanın iç dünyasını aydınlatırken aynı zamanda dış dünyasını da şekillendirir, güzelleştirir. Adalet, merhamet, hoşgörü, sevgi, cömertlik, tevazu gibi erdemler, imanın yansımaları olarak hayat bulur, toplumsal hayatı zenginleştirir. Böylece insan hem kendisiyle hem de çevresiyle barışık, anlamlı ve huzurlu bir hayat sürer. Yaratıcısına karşı sorumluluklarını yerine getirmenin verdiği derin bir tatminle yaşar.
Özetle, insanın anlam arayışı, fıtratının derinliklerinde kök salmış bir ihtiyaçtır ve bu ihtiyacın en doyurucu cevabı, Allah’a imandır. Doğuştan gelen bu saf ve temiz eğilim, insanı yaratıcısına yöneltir, zorluklar karşısında sığınak, belirsizliklerde yol gösterici olur. Akıl ve iradeyle donatılmış insan, evrenin muhteşem düzeninde tecelli eden ilahi kudreti fark eder ve kalbindeki iman tohumunu yeşertir. Bu iman, yalnızca bireysel bir huzur sağlamaz, aynı zamanda toplumsal dayanışmayı güçlendirir, adalet ve merhametin yeşerdiği bir iklim hazırlar. Allah’a iman, insanın hem dünyada hem de ahirette gerçek mutluluğa ulaşmasının yegâne yoludur. Zira O’nun varlığına ve birliğine inanmak, geçici olanın ötesinde, ebedî bir huzuru kucaklamaktır.