ŞEÂİRULLAH
Prof. Dr. Ali KUMAŞ
Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Müminlerin dünyada Allah’ı görmesi mümkün değildir fakat O’na ulaştıracak izleri sürmesi, O’nun rızasını kazandıracak işleri yapması, ilahi aşka ulaşma yolunda olması heyecan verici bir hâl olup ruhunun, manevi hazzın zirvesine çıkmasına vesile olur. Peki, fâni âlemde ilahi aşkın izleri nelerdir? Şüphesiz dünyada kullarına heyecan veren, ilahi aşklarını artıran Allah’ın şiârları olup bunlar insanın duyu organlarına hitap eder bir nitelik taşır.
Sözlükte “alamet, işaret, nişane, iz; sembol, simge; parola; tören” anlamlarına gelen şiâr/şeîre kelimesinin çoğulu olan “şeâir”; dinî bir kavram olarak “Allah (c.c.) tarafından konulan, O’na kulluk etmeye vesile olan, saygı gösterilmesi ve korunması gereken belli ibadet, işaret ve semboller” şeklinde tanımlanır. (M. Sait Özervarlı, “Şiâr”, TDV İslam Ansiklopedisi, 39/123-124.) İbn Abidin, şeâiri “Allah’a kulluğun açık alamet ve işaretleri” olarak tanımlar. “Meşʻari haram” ise “saygısızlık yapılması yasak olan şeâirin eda edildiği yer” anlamına gelmekte olup Kur’an-ı Kerim’de (Bakara, 2/199.) bununla “Arafat ile Mina arasında yer alan Müzdelife” nin kastedildiği ifade edilir.
Şiâr kelimesinin çoğulu olarak da kullanılan şeâir kelimesi Kur’an-ı Kerim’de dört yerde geçer. Bu dört yerde de şeâir kelimesi Allah lafzına izafe edilmekte olup burada hac ve umre fiilleri konu edilir. Bakara suresindeki ayette Safa ile Merve’nin Allah’ın şiârlarından olduğu ifade edilir. (Bakara, 2/158.) Maide suresinde ise Allah’ın şiârlarına saygısızlık yapılmaması istenir. (Maide, 5/2.) Hac suresinin iki ayetinde geçen bu ifadenin ilkinde Allah’ın şiârlarına saygılı davranılması istenirken (Hac, 22/32.) ikincisinde ise kurbanlık büyükbaş hayvanların Allah’ın şiârları olduğu vurgulanır. (Hac, 22/36.)
Hadislerde şeâir kavramı, büyük oranda Bakara suresinin 158. ayetini, çok az sayıdaki hadiste ise Hac suresinin 32. ayetindeki ilgili kavramı açıklamaya yönelik kullanılmıştır.
Allah’ın şiârları nelerdir?
“Şeâir” kelimesi Kur’an-ı Kerim ve sünnette daha çok, haccın rükün ve şartlarına yönelik olarak kullanılmıştır. Fakat zamanla bu kavramın kuşattığı anlam genişlemiş ve ibadetler, Allah’ın farz kıldığı hükümler, Allah’a yakınlaşmaya vesile olan, saygı ve hürmete layık olan davranış ve sembollerin tümünü içine alan bir terim olarak kullanılmaya başlanmıştır.
(M. Sait Özervarlı, “Şiâr”, TDV İslam Ansiklopedisi, 39/124.)
Kaynaklarımızda genellikle şeâir kavramının tanımı yapılır fakat nelerin şeâir olduğu üzerinde pek durulmaz. Şah Veliyyullah ed-Dihlevi ise Yüce Allah’ın şiârlarını Kur’an-ı Kerim, Kâbe, Peygamber Efendimiz ve namaz şeklinde dört olarak belirtir. (Şah Veliyyullah ed-Dihlevi, Hüccetüllâhi’l-bâliğa, 1/133.) Elmalılı Hamdi Yazır da hem ibadetin kendisi hem de ifa edildiği yer için kullanılan şeâirin türleri olarak ezan, cemaatle namaz, Cuma ve bayram namazları ile ihram, tavaf, sa’y, kurban kesme, tıraş olma ve ihramdan çıkma gibi hac fiillerinin yanında camiler, minareler ile mîkatlar, şeytan taşlama yerleri, Safa, Merve, Müzdelife, Arafat gibi hac fiillerinin yapıldığı yerlerden bahseder. (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, 1/554.)
Allah’ın şeâiri ile ilgili olarak âlimlerin açıklamalarına bakıldığı zaman bir kısmının bu kavramı sadece ayet-i kerimelerdeki çerçeve ile sınırlandırdığı görülür. Diğer bir kısmı ise çerçeveyi genişletir ve Yüce Allah’ın saygı ve hürmet gösterilmesini istediği, emrettiği, yasakladığı ve kendisi ile ibadet edilen her şeyi Allah’ın şeâiri olarak kabul eder. Bu durumda haccın ve dinin şiârlarının da Allah’ın şiârları kapsamında değerlendirilmiş olduğu anlaşılmaktadır.
Allah’ın şiârlarına saygı
Kur’an-ı Kerim’in dört ayetinde geçen Allah’ın şiârları ifadesinin ikisinde şiârlara saygı esası vurgulanır. (Maide, 5/2; Hac, 22/32.) Belirtilen bu saygının ne şekilde yapılacağı ile ilgili olarak âlimler çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir. Bu görüşleri şu şekilde özetlemek mümkündür:
1. Allah’ın şiârlarından ve farzlarından herhangi birisini eksik yapmamak.
2. İhramlıyken avlanma yasağını ihlal etmemek.
3. Hacda hayvan kurban edenlere yönelik kınayıcı tavırlar sergilememek.
4. Hac fiillerinden herhangi birini terk etmeden haccı eksiksiz yerine getirmek. (Zemahşeri, el-Keşşâf, 11/281.)
Şiârların önemi nedir?
Şeâir kelimesinin “hissetmek ve bilmek” anlamlarına gelen kelimeden türemiş olması manidardır. Zira Allah’ın şiârları; Allah’ı bilmeye, tanımaya ve O’nun aşkını ziyadesiyle hissetmeye vesile olur. Nitekim Resul-i Ekrem’in (s.a.s.) bir defasında dudaklarını Hacerü’l-esved’e koyarak uzun süre ağlaması, sonrasında arkasında bulunan Hz. Ömer’in de ağlaması üzerine “Ömer! Gözyaşları burada dökülür.” demesi (İbn Mace, Menasik, 27.) Allah’ın şiârlarının insana yaşattığı manevi hâli göstermesi bakımından son derece önemlidir. Bu durum bize âdeta âşıkın maşukunun izlerini bulmuş hâlini hissettirir.
Allah’ın şiârlarına saygı ve hürmet, müminde önemli maksatların gerçekleşmesine yardımcı olur. Bu maksat Kur’an-ı Kerim’de “kalplerin takvası” olarak (Hac, 22/32.) ifade edilir. Böylece kul, Allah’ın emirlerini yerine getirme, yasaklarından uzak durma melekesini elde eder.
Bir kelimenin Allah’ın ismi ile birlikte kullanılmasının önemli hikmetleri vardır. Bu hikmetlerden bir tanesi de şüphesiz ki söz konusu kelimenin içerdiği anlamın önemini vurgulamak, saygınlığını ortaya koymak, hakkını gözetmektir. Bu anlamda “şeâir” kelimesinin Allah’ın ismine tamlama yapılmasının amacı tıpkı Beytullah/Allah’ın evi ve ibâdullah/Allah’ın kulları kelimelerinde Kâbe’nin saygınlığına ve kul hakkına yapılan vurgu gibi şiârlara vurgu yapılması ve saygısızlık yapılmamasının istenmesidir. Nerede olursa olsun Müslümanlardan, Allah’ın şiârlarına saygı göstermeleri istenir. “Allah’ın şiârları” tamlaması aynı zamanda “şiârların Allah tarafından emredildiği, kendisine ulaştırıcı özellikler taşıdığı” anlamına da işaret eder. Bu durum eserden müessire ulaşma gerçeğini ifade etmesi bakımından da önemlidir.
Allah’ın şiârları Müslüman’ın şahsiyet ve kimliğinin oluşmasına da katkı sağlar. Zira bu sembollerle Allah’a kulluk, ruhsal açıdan kulun gelişimini sağlarken aynı zamanda toplumsal dayanışma ve kaynaşmayı da temin eder. Bunun en güzel göstergesi de namaz, oruç, zekât ve hac ibadetleridir.
Şeâirullah-tevhid ilişkisi
Allah’ın işaretleri/sembolleri olarak ifade edilen şeâirullah kavramı dar anlamda Kâbe, Hacerü’l-esved, kurbanlık hayvanlar, Safa ve Merve gibi şiârları kapsamakta olup bunlara saygı duymak ve bunların dokunulmazlıklarını kabul etmek tevhidin gereğidir. Zira Allah’ın şiârları ve bunlara saygının çerçevesi bizzat Yüce Allah (c.c.) ve O’nun elçisi Peygamber Efendimiz (s.a.s.) tarafından belirlenmiştir. Yüce Allah’ın ve O’nun elçisinin çerçevesini belirlemiş olduğu esaslar dışında ve bu şiârlara aykırı düşecek dinî nitelikli bir şiâr edinmek caiz olmadığı gibi belirtilen esas ve çerçeve dışında da bir tazim meşru görülmemiştir.
Hakkında, “Onda apaçık deliller, Makam-ı İbrahim vardır. Oraya kim girerse güven içinde olur.” (Âl-i İmran, 3/97.) buyurulan Kâbe, bütün Müslümanların beş vakit yöneldikleri, hac ve umre ibadetini yaptıkları yerdir. Yeryüzünde bu iki özellik sadece Kâbe’ye özel olarak teşri kılınmıştır. Kâbe insanlığın ilk ibadet yeri olup bereket ve hidayet kaynağı (Âl-i İmran, 3/96.), insanların din ve dünyaları için ayakta kalma ve canlanma sebebi (Maide, 5/97.) kılınmıştır. İşte Kâbe’nin bütün bu özellikleri toplamasından dolayı Allah’ın şiârlarından biri ve tevhidin merkezi kabul edilmiştir.
Hacerü’l-esved’in ziyaret edilmesi, ona dokunup öpmenin caiz olması ise Efendimizin sünneti ile meşru kabul edilmiştir. Bu gerçeği Hz. Ömer veciz bir şekilde şöyle dile getirmiştir: “Allah’a yemin olsun ki senin zarar veya fayda vermeyen bir taş olduğunu biliyorum. Resulullah’ı seni selamlarken görmeseydim ben de seni selamlamazdım.” (Buhari, Hac, 57; Müslim, Hac, 249-250.) Bir diğer rivayette ise Hz. Ömer, Hacerü’l-esved’i öpmüş ve “Resulullah’ı seni öperken görmeseydim ben de seni öpmezdim.” demiştir. (Buhari, Hac, 60.) Aynı durum diğer şiârlar olan Arafat, Müzdelife, Mina, Safa, Merve ve kurban için de geçerlidir. Nitekim hac ve umre ibadetinden bağımsız olarak Safa ile Merve arasında yürümek bir şiâr olmadığı gibi bir fazilet de değildir. Zira Yüce Allah, “kim hacceder veya umre yaparsa” (Bakara, 2/158.) kaydıyla birlikte Safa ile Merve’nin Allah’ın şiârı olduğunu bildirmiştir. Hâliyle bu iki yer bir bütün içerisinde, bir maksada bağlı olarak anlam ifade eder. Şüphesiz bu da Yüce Yaradan’ın sevgisini kazandırma maksadını taşıyan hac ve umre ibadetleridir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-ğayb, 4/136.)
Şiârların bir maksadı, ulaştırması amaçlanan sonuç olup o da Yüce Allah’a olan aşk ve bağlılıktır. Nitekim kaynaklarımızda yer alan, “Emredilen işin yerine getirilmesi, emredenin saygınlığını ve itibarını arttırır.” kuralı da bu hakikati ifade eder. Milletimizin dilinde bir vird misali tekrar eden şu söz de aslında tam da bu doğrultuda bir anlam taşır: “İlahî! Ente maksûdî ve rızâke matlûbî / Allah’ım! Sen benim nihai maksadımsın, rızanı elde etmek ise bütün arzumdur.”
Tevhid esasının zedelenmemesi ve bu esasın kusursuz bir şekilde tecelli etmesini sağlamak için olsa gerek hacdaki şiârlarda fiiller gerçekleştirilirken en fazla terennüm edilen zikir Allah’ın tazim edilmesidir. Zira hacca ve umreye başlarken niyetle birlikte haccın başka bir şiârı olan telbiye (Lebbeyk, Allâhümme lebbeyk. Lebbeyk, lâ şerîke leke lebbeyk. İnne’l-hamde ve’n-ni’mete leke ve’l-mülk, lâ şerîke lek / Rabbim! Davetine sözüm ve özümle tekrar tekrar icabet ettim, emrine boyun eğdim. Rabbim! Senin davetine icabet boynumun borcudur. Senin eşin ve ortağın yoktur. Rabbim! Bütün varlığımla sana yöneldim; hamd senin, nimet senin, mülk senindir. Senin eşin ve ortağın yoktur.) getirilir ve hacda bayramın birinci günü şeytan taşlayıncaya kadar bu söz tekrar edilir. Umrede ise ihram giydikten tavafa başlayıncaya kadar her fırsatta yine şiâr olan telbiye getirilir. Hacerü’l-esved’in selamlanmasında, şeytanın taşlanmasında, kurbanların kesilmesinde tekrar edilen nida ise “Bismillahi Allahüekber / Allah’ın adıyla, Allah en büyüktür.” sözüdür.
Genel olarak Kur’an-ı Kerim’de zikri geçen Allah’ın şiârlarında peygamberlerin Rableri ile yaşadıkları manevi hatıralar ve bu hatıraların yaşandığı yerler dikkat çeker. Bu manevi hatıralara saygı gösterilmesi ve bu hatıraların bir benzerinin tecrübe edilmesi kullarda ilahi aşkın zirveye çıkmasına, kalbin ve bedenin aşkın olana ulaşmasına vesile olur. Bu çerçevede “Bu böyle. Her kim de Allah’ın nişanelerini yüceltirse şüphesiz ki bu kalplerin takvasından (Allah’a karşı gelmekten sakınmasından)dır.” (Hac, 22/32.) ayet-i kerimesi ise kulların Allah’ın şiârları konusunda takınması gereken tavrın ve bu tavrın neticesinin bir özeti gibidir.