Makale

UNUTULUŞ VE KAYBOLUŞTAN KURTULUŞ: NAMAZ

UNUTULUŞ VE KAYBOLUŞTAN KURTULUŞ:
NAMAZ

M. Feyzi KILIÇ


Unutmak…
Unutmak insan içindi ya da insan unutmak içindi sanki. Kimi zaman insan, her biri ilmek sadedindeki ne, ne zaman, nasıl, kim gibi soruların ardına saklanan ya da hatırlanmak istenmeyen, uzayıp giden bir örgünün içerisinde sıkışmış buluverirdi kendisini. Bazen bu unutmalar yaşanmış acılar, insanın en derin hücrelerine yapışmış kederler ve kalbinin atışlarından dahi habersiz olduğu o kaybedişler için deva oluverir. İnsan bazen de hiç unutulmaması gerekenleri, sevdiklerini, kendini ve dahi Allah’ı (c.c.) unutuverir. İşte o zaman unutmanın deva hâli son bulur insanoğlu için. Unutanın, unutulmaya yüz tutmuş mahkûmiyeti okunur semalarda arş-ı âlâyı titretircesine. Sonrasında o yüce Kitab’ın satırlarında “Andolsun, bundan önce biz Âdem’e (cennetteki ağacın meyvesinden yeme diye) emrettik. O ise bunu unutuverdi. Biz onda bir kararlılık bulmadık.” (Taha, 20/115.) ayeti gözümüzün önüne geliverir birden ve kalbimizin atışlarını hızlandırır. Âdemoğlunun, Allah’ı unutmasıyla kendi unutuluşunun kapılarını aralayıverir endişesi sarar vücudumuzun her bir zerresini. Aslında Allah’ı unutmayı bırakın, anmamak dahi bir unutuluş, bir kayboluştur. Unutuluş ve kayboluş evvela Yüce Allah’ın, “Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da kendilerine kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. İşte onlar fasık kimselerin ta kendileridir.” (Haşr, 59/19.) buyruğu üzere insanın kendinden, varoluşundan, yaradılışından başlar. Ancak unutuluş, “…Onlar Allah’ı unuttular; Allah da onları unuttu…” (Tevbe, 9/67.) ayetiyle artık geri dönülmez bir hâl alır ki işte burada sözün nefesi kesilir. Zaman tüm benliğini sessizliğin önüne serer ve sessizlik arş-ı âlâyı kaplar.
İşte o an…
Mürekkeplerin utançtan renklerini karaya çaldığı ve divitlerin hayâdan boynunu büktüğü o an… Sözün sahibi tüm rahmetiyle unutuluşun girdabındaki âdemoğluna daha senden ümidimi kesmedim dercesine, “Öyleyse yalnız beni anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin, sakın nankörlük etmeyin.” (Bakara, 2/152.) buyurmuştur. İnsan, Yüce Allah’ın (c.c.) bu lütfuna artık bigâne kalamazdı. “Biliniz ki kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Rad, 13/28.) ayeti mucibince unutmanın ve unutulmanın elinde ziyan olmaya ramak kalmış bir ömrünü ve gönlünü imar etmenin arayışına düşüverir.
Unutuluş ve kayboluş nehrinden kurtuluşun yollarını arayan insanın imdadına unuttuğunu hiç yüzüne vurmadan bir hediye bahşediverir Allah: “…Namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkor. Allah’ı anmak (olan namaz) elbette en büyük ibadettir…” (Ankebut, 29/45.) buyurarak. Artık hatırlamanın adı zikir, insanın da en büyük zikri namaz oluverir. İnsan, Allah’ın kendisine lütfettiği namazın ellerine tutunarak ayağa kalkmayı becerebilir. Nisyan ve isyan ile kirlenen gönül aynasını namaz ve zikirle temizleyebilir.
İbadetlerin arasında çok müstesna bir yerdedir namaz. Müminin miracı namaz, günde beş defa Allah’ın huzuruna varmak ya da her gün beş defa Cenab-ı Hak tarafından kabul edilmek ve “Hani Rabbin (ezelde) âdemoğullarının sulplerinden zürriyetlerini almış, onları kendilerine karşı şahit tutarak ’Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ demişti. Onlar da, ’Evet, şahit olduk (ki Rabbimizsin)’ demişlerdi. Böyle yapmamız kıyamet günü, ’Biz bundan habersizdik’ dememeniz içindir.” (Araf, 7/172.) ayeti mucibince ahdi tazelemekti. Ne vakit ki insan, namazı bir borcu tahakkuk anlayışından sıyırıp aşkın olan Allah’a uzanan bir yol olarak düşündüğünde namazın ötelere uzanan boyutlarını keşfedebilecekti.
Ya namazsız gönüller!
Güneşin yakıcılığıyla kuralıktan ve çoraklıktan şerha şerha yarılmış bir topraktan farksızdı namazın olmadığı gönüller. O gönülleri böylesine kuraklığa sürükleyen namazsız geçen yıllardı. Çünkü zaman namazla anlam kazanırdı. Zamanın anlamı kendini namazda bulurdu. Her biri ayrı bir vakte bölünmüş olan namaz sanki insanın zor zamanlarında yetişmeye ahdetmişçesine geliverirdi. Ertelemezdi insanı, insanın onu ertelemekte mahzur görmemesine ve onu hoyratça savuruvermesine rağmen. Namazdı o gönüllere imbik imbik sularla şifa dağıtan ve o kuraklıktan, çoraklıktan gönülleri kurtaracak olan. İnsan, namazla Allah’a dönmekte ve O’na yönelmekte. O’nun “Hayy” isminden gelen nefesle ancak can bulmakta.
Unutulacak ve kaybolacak olan bir güne doğru koşar adım giden insanoğluna dur diyebilecek yegâne ibadettir namaz. Benliğin, nefsin, hırsın, öfkenin, haris ve kıskançlığın kirleriyle kararan hastalıklı kalplerin şifasıdır. Mümince bir duruştur namaz. Ahlakın, doğruluğun, erdemin Allah’ın huzurunda boyun büküşle, eğilişle, diz çöküşle doğuşunun mümkün olduğu yerdir.
Korkmalıyız, nefsimizin bizi namazdan alıkoymasından. Korkmalıyız, “Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki onlar namazlarını ciddiye almazlar.” (Maun, 107/4-5.) uyarısının muhatabı olmaktan. Korkmalıyız, “Sonra bunların ardından artık namazı kılmayan ve nefsani arzulara uyan bir nesil geldi.” (Meryem, 19/59.) ayetindeki gibi namazı zayi etmekten. Ve yine korkmalıyız, “Onlar, namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar ve Allah’ı pek az anarlar.” (Nisa, 4/142.) ayet-i kerimesinde buyrulduğu üzere namaza karşı tembellik göstermekten, onunla gösteriş yapmaktan ve Allah’ı az anmaktan.
Namaz, merhametin ve affın gün doğumunu insanlara haber veren bir muştudur. İslam’ın en önemli şiarlarındandır. Miracın hediyesi olarak semadan inzal olan namaz bir buraktır; ona sahip çıkanı miraca yükseltecek. Her namaz miraca doğru bir yükseliş ve o Yüce Allah’ın (c.c.) huzuruna bir yöneliştir. Her vakit kul için bir vuslattır. Allah’la kavuşmayı isteyen, düşünen ve bilenler erer o vuslata. Her vakit apayrı bir susayıştır Allah’a ve O’nun aşkına. Namaz, ne bir vazife ne bir görevdir; o, yüceler yücesinden rahmetini, şefkatini celalinden önde tuttuğu kuluna tenezzül buyurduğu ve lütfettiği bir nasiptir. Nasibe muvaffak olanlar için ne büyük mazhariyet ve nimettir. O nasibe tutunanları merhamet (Tevbe, 9/71.), bağışlanma ve tükenmez rızık (Enfal, 8/3-4.), cennet (Rad, 13/22- 23.) ile müjdelemiştir.