FATIMA BİNT
ALÂDDİN ES-SEMERKANDİ
Fıkıh Âlimi ve Hattat
Meryem DALĞIÇ
DİB Türk İslam Sanatları Daire Başkanı
İnsan bilmek ister varoluş gayesini, nereden gelip nereye gittiğini, hayatın anlamını ve sorumluluklarını. Kuşkusuz insanı diğer varlıklardan ayıran, sorumlu kılan da bilme vasfıdır. Meleklerin Âdem (a.s.) önünde saygıyla eğilmeleri de Allah’ın (c.c.) ona öğrettiği ilim ve bilme yetisinden değil midir?
Mümin öncelikle kendisini en güzel surette yaratan, sayısız nimetlerle donatan Rabb’ini bilmek, emirlerini yerine getirmek, yasaklarından sakınmak ister. Zira İslam; Kur’an ve sünnet doğrultusunda ahlaki, hukuki ilkeler getiren, dünya ahiret dengesini gözeten, Müslümanın tüm yaşantısını kuşatan bir dindir. Bir hayat nizamı olan İslam dininin öğretilerini kavramak ve tatbik etmek tüm müminler için farzdır. Ancak her insanın kabiliyeti ve şartları, dinî hüküm ve esaslara ayrıntılı şekilde vâkıf olmasına imkân vermeyebilir. Dolayısıyla her toplumda belli bir kesimin dinî ilimlerde ihtisaslaşarak dinin anlaşılması, yorumlanması, bireysel ve toplumsal hayatta insanlara yön verecek ilke ve hükümlerinin aslî kaynaklardan çıkarılması vazifesini üstlenmesi gerekir. Kur’an-ı Kerim’de “…Eğer bilmiyorsanız ilim sahiplerine sorunuz.” (Nahl, 16/43) ayeti de bu hakikate işaret eder.
İslam’ın sahih kaynaklardan doğru bir şekilde anlaşılması ve yaşanması için Müslümanlar, asr-ı saadetten itibaren özel gayret sarf etmişler ve bunun sonucunda zaman içerisinde başta Kur’an ilimleri olmak üzere hadis, fıkıh, tefsir, kelam gibi ilim dalları oluşmuştur. Fıkıh ilmi, kişinin Allah’a karşı ibadet yükümlülüğünü, helal haram ölçüsünü, bireysel ve toplumsal ilişkilerini inceler. “Kişinin lehine ve aleyhine olan şeyleri bilmesi” olarak tanımlanan fıkıh için İmam Şafi, “Şer’i ameli hükümleri özel delillerinden çıkararak bilmektir.” der. Elbette bu çıkarımı yapmak, eşyanın hakikatine, inceliklerine vâkıf olmak için bilgi, donanım, zihinsel çaba ve özel yetenek gerekir. İşte bu hükmü çıkaran kişiye de fakih (müçtehit) denir. (Saffet Köse, İslam Hukukuna Giriş, Hikmetevi Yayınları, İstanbul 2013, s. 22-24)
İslam tarihinde Müslüman kadınlar diğer ilimlerin yanında fıkıh ilminde de aktif olmuş, sahabe içerisinde birçok kadın fıkıhçı yetişmiştir. Hz. Aişe, Ümmü Seleme, Ümmü’d-Derda, Amre bint Abdurrahman, Aişe bint Talha fıkhi meseleler hakkında içtihat eden ve fetva veren öncü kadınlardan bazılarıdır. Hicri 714’te vefat eden Fatıma bint Abbas, entelektüel birikimiyle ünlü kelamcı İbni Teymiyye’yi şaşırtan bir fıkıhçı olmuştur. Kitaplarda Fatıma, “fakih, âlim, yüksek isnatların dayanağı, müftü, yanlışsız, zamanının eşsizi” gibi yüksek sıfatlarla anılır. (Ayşe Esra Şahyar vd. İlimde Müslüman Kadın, Ensar Yayınları, 2021, 19-20)
Fıkıh ilminin günümüze ulaşmasında önemli katkısı olan kadınlardan biri de 12. yüzyılda Semerkant’ta yaşayan Fatıma es-Semerkandi’dir. Meşhur Hanefî fakihlerinden Alaeddin es-Semerkandi’nin kızı olan Fatıma, ilk fıkhi bilgileri ve diğer dinî ilimleri babasından öğrenir. Oldukça zeki bir kız çocuğu olan Fatıma, babasının Tuḥfetü’l-fuḳahâ adlı eserini ezberler. Fıkıh ilminde ihtisas sahibi olur ve babasıyla birlikte fetva vermeye başlar. Dinin ikinci kaynağı olan hadis ilminde de uzmanlaşan Fatıma, sanata da ilgi duyar ve hüsn-i hat ustası olarak adından söz ettirir.
İlim, edep, feraset, zarafet sahibi bir genç kız olan Fatıma, evlilik çağına geldiğinde aralarında Türk hükümdarların da bulunduğu üst düzey kişiler onunla evlenmek ister. Ancak babası Fatıma’yı kendisinden uzun süre ders alan, bütün eserlerini okuyan, Hanefi fıkhında iz bırakacak olan talebesi Kâsânî ile evlendirir. Kâsânî, evlilik öncesinde hocasının Tuḥfetü’l-fuḳahâ eserini esas alarak Bedâiu’s-sanâʾiʿ isimli ünlü eserini kaleme alır. Bu durumdan çok memnun olan Semerkandi, kızı Fatıma’yı onunla evlendirir ve mehir olarak bu eseri kabul eder. Bu evlilikten sonra fıkıh ilminde otorite olan bu üç isim bir fetva heyeti oluşturarak Semerkandi, Fatıma ve Kâsânî ortak imzasıyla fetvalarını verirler.
Hanefi fıkhında bir otorite olan Fatıma’ya, Halep ve Şam atabegi Nureddin Mahmud Zengî de hürmet eder. Zengî, bazı önemli işlerini onunla istişare eder ve çeşitli fıkhi meselelerde onun görüşlerini alır. Zor ve çetrefilli meselelere ilmiyle, birikimiyle çözümler üreten Fatıma, bazen eşi Kâsânî’nin hatalarını düzeltir bazen de Kâsânî, tereddüde düştüğü fıkhi meselelerde onun görüşüne başvururdu.
İlim; insanı mütevazı kılar, kemale erdirir, diğerkâmlığa ulaştırır şüphesiz. Fatıma es- Semarkandi de bütün bu meziyetleri taşıyan biri olarak merhamet sahibi ve cömerttir aynı zamanda. Tüm ziynet eşyalarını satarak ramazan ayı boyunca fıkıh âlimlerine iftar yemeği verir. Böylece Halep’te kendisinden sonra da devam edecek olan bir âdeti başlatan ilk hanım olur. Bir ilim erbabı olarak ilklere öncülük ettiği başka alanlar olsa gerektir kayıtlara geçmeyen. Tıpkı, kaynaklarda adlarından söz edilmeyen ancak Fatıma’ya ait olan hadis ve fıkıh alanlarında bazı eserlerinin olduğunun nakledilmesi gibi.
Fıkıh ilminin gelişmesinde ve günümüze ulaşmasında büyük emeği olan öncü kadın âlimlerimizden Fatıma es-Semerkandi, Halep’te vefat eder. Kubûrü’s-salihîn Mezarlığı’nda eşi Kâsânî’nin kabristanı yanına defnedilir. Halk arasında bu iki kabir “karı kocanın mezarı” (kabrü’l-mer’e ve zevcihâ) diye bilinir. (Nusreddin Boleli, “Fâtıma bint Alâeddin Es-Semerkandiyye”, DİA, TDV Yay. İstanbul 1995, c.12, s. 225)