GÖRÜNMEYEN
TEHLİKE
MİKROPLASTİKLER
Şule TÜZÜN
Diğer ham maddelerle karşılaştırıldığında daha ucuz, ürün imalatının hızlı ve kolay olması sebebiyle günlük yaşamımızda inşaattan tekstile, elektronikten ulaşıma kadar hemen hemen her alanda plastik malzeme kullanıyoruz. Binlerce farklı türdeki bu plastik atıkların çok azı verimli bir biçimde dönüştürülebiliyor, önemli bir kısmı ise toplanamıyor. Çığ gibi büyüyen plastik kirliliği dünyamızı harap etmeye, ekosistemleri altüst etmeye, soluduğumuz hava, yediğimiz yemek ve içtiğimiz su yoluyla bedenimizi zehirlemeye devam ediyor.
Hâlihazırda önemli bir kirletici olarak geniş yer tutan plastiklerin hikâyesi farklı bir alana evrilerek bambaşka bir boyuta taşındı: Mikroplastik kirliliği. Kullanıp attığımız, sonunda ne olduğunu hiç düşünmediğimiz plastik atıklar dönüp dolaşıp mikroplastik olarak vücudumuza geri geliyor.
Mikroplastik terimi, ilk olarak 2004 yılında deniz ekoloğu Richard Thompson tarafından “5 mm’den küçük olan plastik parçacıklar” olarak tanımlanmış; daha sonra ise boyutlarına göre; küçük (1 μm-1000 μm) ve büyük (1000 μm-5000 μm) olarak iki grupta ele alınmış. (1 µm = 0.001 mm) Boyutları bir nanometrenin (1 nm = 10-6 mm) altında olanlara ise nanoplastik deniliyor. Mikroplastikler, etrafımızda bulunan çok renkli plastiklerin renkleriyle bağlantılı olarak rengârenk; düz, yuvarlak, küresel, amorf ve oval şeklinde olabiliyor.
Mikroplastikler Nasıl Oluşur?
Tanecikler ve küçük parçalar hâlinde üretilen, bazı ilaçlarda ve kozmetik ürünlerde kullanılan mikroplastikler “birincil mikroplastik”; parçalanma, ufalanma, dağılma süreci sonucu oluşanlar ise “ikincil mikroplastik” olarak adlandırılıyor. Özellikle denizlerin dalgalarıyla kıyılara kadar taşınıp yığılan, sahillere ve plajlara atılan makroplastikler güneş ışığının etkisiyle hızlı bir şekilde mili, mikro ve nano ölçeklere parçalanıyor. Thompson tarafından yapılan bir araştırmada karidese benzeyen ve Avrupa sahil sularında yaygın görülen kabukluların naylon torba parçalarını yediği ve tek bir torbayı 1,75 milyon mikroskobik parçaya ayrıştırdıkları gözlemlenmiş. Sonrasında ise bu küçük hayvanların plastik parçalarını ya tükürdükleri ya da daha sonra sindirim sistemleri ile attıkları tespit edilmiş.
Diş macunları, rimeller, peeling ve yüz temizleme jelleri, deodorant ve güneş kremleri, şampuan ve sabunlar gibi birçok sağlık ve kozmetik ürünlerinde kullanılan; çapları 5 mm’den küçük olan polietilen ve polipropilen plastiklere “mikroboncuklar” deniliyor. Örneğin bir cilt temizleme ürününde yaklaşık 360.000 adet polietilen mikroboncuk bulunabiliyor. Bu ürünler her kullanıldığında fazla sayıda mikroplastik kanalizasyon sistemine ve atık su drenajı ile doğal su kaynaklarına karışıyor. Kuzey Kutbu’ndaki yüzer buzuldan dünyanın en derin noktası olan Mariana Çukuru’na kadar her yerde mikroplastik atıklara rastlanıyor. Yakın zamanlarda çıkan bir habere göre; Endonezya’nın doğusunda kıyıya vuran 9,5 metre uzunluğundaki ölü balinanın karnından, 115 parça plastik bardak, 4 plastik şişe, 25 naylon poşet, iki çift parmak arası terlik ve 1000’den fazla farklı plastik parçalar ve sayılamayacak kadar mikroplastik çıktığı görülmüş.
Gıdalarda Mikroplastikler
Maalesef günümüzde tükettiğimiz gıdalardan soluduğumuz havaya hatta içtiğimiz suya kadar birçok alanda nano ve mikroplastik kirliliği söz konusu. Bu plastiklerin bazı ürünler için temel ham madde içerisinde, bazılarında üretim süreçleri aşamasında bazılarında ise paketlemede kullanılan ambalaj malzemelerinden dolayı ve ürünün tüketimi esnasında gıdalara geçebilmesi söz konusu.
Yakın zamanda yayımlanan bazı raporlarda insan dışkısında mikroplastiklere rastlanması, mikroplastik kirliliğini insan sağlığı açısından endişe verici bir boyuta taşıyor.
Sebzeler, balıklar, deniz ürünleri, sofra tuzu, bebek maması dâhil olmak üzere birçok gıda maddesine, atık gıdalardan elde edilen hayvan yemlerine mikroplastik döküntüleri karışabiliyor ve bu durum gıda güvenliği açısından tehdit oluşturuyor. Türkiye’de yapılan bir araştırmaya göre piyasada bulunan on altı markanın sofra tuzu örneklerinde mikroplastik bulunmuş. Bazı araştırmalarda polipropilen içeren biberonlar ısıtıldığında ve çalkalandığında yaklaşık olarak her bir litre bebek mamasına yaklaşık dört milyon kadar mikroplastik karıştığı görülmüş. Piyasadaki biberonların, su ısıtıcıların çoğunda polipropilen gibi malzemelerin kullanıldığı düşünülürse, gelecek yıllarda ciddi sağlık sorunları ile karşılaşılması kaçınılmaz olacaktır. (Merve Kuriş, Gıda Temaslı Dokumasız Kumaşların Mikroplastik Salım Potansiyelinin Farklı Ayırma Yöntemleri ile İncelenmesi, Sakarya Üniversitesi Yüksek Lisans Tezi, 2022)
Plastiğe Alternatif: Biyoplastik
Plastiklerin ekosistem ve besin zinciri üzerinde oluşturduğu kirliliklerden etkilenmememiz pek de mümkün görünmemektedir. Bu nedenle, plastik üretimi ile ilgili sınırlamalar getirilmesi, tek kullanımlık plastikler yerine alternatiflerin kullanılmaya teşvik edilmesi, geri kazanımın yaygınlaştırılması ve plastik kirliliğinin azaltılmasıyla ilgili politikalar geliştirilmesi gerekmektedir.
Bilim insanları, günümüzde kullanılan geleneksel plastiklerin neden olduğu sorunlardan dolayı son yıllarda petrol türevli plastiklerin yerine biyolojik olarak parçalanabilen biyoplastik üretimi çalışmalarına devam etmektedir. Biyoplastikler genellikle nişasta, selüloz gibi bitkisel ham maddelerden üretilmektedir. Doğal ve yenilebilir kaynaklardan elde edilen biyoplastiklerin tamamı geri dönüştürebilir bir yapıya sahiptir. Böylece hem çevre korunur hem de atıklar ekonomiye kazandırılmış olur. 2021 Bioplastik Sektör Raporu’na göre biyoplastikler, bir yılda üretilen 368 milyon ton plastiğin yaklaşık yüzde birini teşkil etmektedir. Ancak talebin artacağı; daha sofistike malzemeler, uygulamalar ve ürünler ortaya çıktıkça pazarın çok dinamik bir şekilde büyüyeceği tahmin edilmektedir.