BERAT GECEMİZ
Esra KALPAKÇI
Sakarya Adapazarı Vaizi
Tevbe eden yok mu, tevbesini kabul edeyim! Rızık isteyen yok mu, rızık vereyim! Şifa isteyen yok mu, şifa vereyim!.. Başka isteği olan yok mu, ona da istediğini vereyim.” (İbn Mace, İkametü’s-Salat, 191)
Rahmet sofrasına muazzam bir davet; eşi benzeri olmayan bir vaat var... Vakit beraat vakti; vakit kurtulma, tozun dumanın, isin pasın arasından sıyrılıp silkelenme vakti; ataleti bırakıp dirilme ve doğrulma vakti...
Halifelik vasfı verilip vazifesini uhdesine alan insana iyi, doğru, güzel ile kötü, yanlış, çirkin arasında iki yönlü kabiliyet verilmiştir. Ancak insanın yolunu, yönünü iyiliğe, güzelliğe tayin etmesi ve nefsini arındırması hâlinde kurtuluşa erebileceği ikazı yapılmıştır: “Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip ona kötülük duygusunu ve takvasını (kötülükten sakınma yeteneğini) ilham edene andolsun ki, nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir.” (Şems, 91/7-9)
İnsan nefis, şeytan ve benliğiyle mücadele içinde kimi zaman gaflet kimi zaman yakaza hâlinde inişli çıkışlı, zorlu kolaylı, kederli sevinçli bir serüveni yaşar. Doyumu olmayan nefis ve intikam ateşi hiç sönmeyen şeytanla her an imtihandadır. Kul olma bilincinde zafiyet gösterip gaflet çöktükçe vicdanın sesi kısılır ve nefis ayyuka çıkar. Hâl böyle devam ederse benliği saran kalın perdeler zamanla toz üstüne toz tutar. Rahman’ın nuru, rahmet yağmurları pencerenin öte yanında sağanak olsa da fark edilmez. Gafletle karanlıkta biriken yükler zamanla beli büküp dermanı keser; gözden feri, gönülden ferahı çekip alır...
İmtihanın bir cilvesi olarak insan elbette ki hata ile mualleldir. İnsandan asıl beklenen ise hatasını fark etmesi ve onda ısrar etmemesidir. Günaha adım attıysa tövbeye koşmasıdır. Pişman olup ibret alması, imtihan olduğu konu her ne ise tedbir ve temkinde daha da dikkatli olmasıdır.
Müminin günahlar karşısındaki durumu ile ilgili olarak Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.), “Mümin, günahlarını üzerine düşüverecek bir dağ gibi büyük görür. Fâcir (fütursuzca günah işleyen kimse) ise günahlarını burnu üzerine konan ve kovalayınca kaçacak bir sinek gibi görür.” (Tirmizi, Sıfatü’l-kıyame, 49) buyurmuştur. Dağ gibi bir yük, kapasitesi sınırlı olan insan için üstünden bir an önce atıp kurtulması gereken bir yüktür, hele ki gitmemesi gereken bir yere gidiyorsa... O hâlde pişman olup hatadan dönme erdemini göstermek için, yapılan yanlışın hissinin verdiği ağırlık mühimdir. Vicdanın devrede olup sızlaması, günahı tartamayıp zorlanması iman alameti olup kıymeti bilinmesi gereken bir nimettir. Buna mukabil, günahı sinek vızıltısı, bedelini de sinek ısırığı zannederek günahı âdet hâline getirmek ise fâcir olmanın alametidir.
Her insanın imtihanı da yine kendine göredir. Yüce Allah, Hz. Âdem’e “Ey Âdem! Sen ve eşin cennette kalın. Dilediğiniz yerden yiyin. Fakat şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.” diye buyurduğunda şeytan onlara, “Rabb’iniz size bu ağacı ancak melek olmayasınız ya da (cennette) ebedî kalacaklardan olmayasınız diye yasakladı.” diyerek vesvese vermiş ve onları kandırarak yasağa sürüklemiştir.
Sayısız, sonsuz nimet arasında sadece bir yasak ağaç ve en büyük arzu olan cennet gibi bir yerde ebedî olma isteği... Şeytan vesveseyi en çabuk aldatacağı yerden verir. Herkes için bu yasak ağaçlar başkadır ve vesvese en zayıf yerden gelir. Kim neye tamah ettiyse ve ne onun yumuşak karnıysa oradan imtihan olması muhtemeldir. Çünkü öncelik şaşmış, zayıf ve güçsüz yönü önde ve savunmasız kalmıştır. İnsanın, sınandığı yasak ağaçlarını iyi tespit etmesi ve gaflete düşmeden tedbirini alması, düştüğünde de düştüğü yerden kalkıp sınandığı yeri kuvvetlendirmesi gerekir. Hâl bu ya, bazen geç de olsa iş işten geçmeden dönülen yanlışlar, duyulan pişmanlıklar vardır. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) doksan dokuz kişiyi öldüren bir adamı anlatır. Bu adam pişmanlık içerisinde tövbe etmek üzere yeryüzünün en bilgili insanını sorar ve kendisine gösterilen rahibin yanına gider. Ama rahip ona affedilmesinin mümkün olmadığını söyleyince öfke içinde onu da öldürür. Yüz insanın canına kıymış olarak yine âlim birisine danışma ihtiyacı hisseder. Kendisine tavsiye edilen bir ilim adamının yanına geldiğinde o, affının elbette mümkün olduğunu söyleyerek “Seninle tövben arasına kim girebilir ki?” der. Sonra da adama o diyarı terk ederek Allah’a kulluk eden iyi insanların olduğu bir yere gitmesini öğütler. Tövbe eden ve yeni bir başlangıç için yola çıkan adam, arzu ettiği yere ulaşamadan yolda ölür. Öldüğü yer ulaşmak istediği salih insanlara daha yakın olduğu için onlardan sayılır ve rahmet meleklerinin eşliğinde Rabb’inin affına nail olur. (Müslim, Tevbe, 46) Pişmanlıkla af kapısına varıp, geç kalmamanın en ibretlik hâlidir belki de anlatılan bu hadise.
Samimiyetle aczi itiraf için gün bugündür. Şairin de dediği gibi “Dün geçti, bugünü düşünüyorum, yarın var mı? Gençliğine güvenme, ölen hep ihtiyar mı?” Çünkü yarın gaiptir, bilinmez; dünün pişmanlığı ise bugünün mevzusudur. Şayet nedametle yola düşen kişi bir adım geride kalsaydı belki de baş ucuna gelen rahmet melekleri yerine gazap melekleri olacaktı. Vakit mübarektir deyip yola çıkan o kişi affa nail oldu. Er veya geç oluşun sırrı belki de samimiyetteydi. Dahası insan insanla hemhâldir. Sirayet eder; etkiler, etkilenir. Hayat muhasebesi eksik çıkıyorsa insanın sağını solunu da hesaba katıp değerlendirmesi gerekir. Hesapta açık varsa, hesabı başkasına değil kendisine keserek yargılamadan zarafetle haklı mesafeler koyabilmesi gerekir. Yolu da yolun sonunu da yoldakilerle birlikteliklerinin etkilediğini bilmesi elzemdir.
Nasıl ki mevsimler birbiri ardınca gelerek arınıp temizlenme, filizlenip yeşerme ve tazelenme vesilesi ise manevi iklimler de insanların manevi dünyalarına bir diriliş vesilesi olarak gelir. Bereketiyle kapımızı çalan üç aylar ömür sermayemizi geçmişiyle geleceğiyle değerlendirmek, ağırlıkları hafifletmek, eğrilenleri doğrultmak, aczi itiraf edip ahdi yenilemek, kardeşlik hukukunu yeniden düşünmek, uzaklıklarımızı yakın kılmak için kaçırılmaz bir fırsattır.
Vakit beraat vakti; vakit kurtulma, tozun dumanın isin pasın arasından sıyrılıp silkelenme vakti; ataleti bırakıp dirilme ve doğrulma vaktidir. Kim bilir, belki kaçırılmaması gereken son davettir.