Makale

PEYGAMBERLİK VE PEYGAMBERLERE İMAN

İLM-İ TEVHİD

PEYGAMBERLİK VE PEYGAMBERLERE İMAN

Dr. Ali Arslan AYDIN

Din işleri Yüksek Kurulu Üyesi

(Geçen sayıdan devam)

4 — PEYGAMBERLERİN SIFATLARI;

Bütün Peygamberler, Allahu Teâlâ tarafından insanlara ilâhî elçiler olarak gönde­rildiklerine göre, kardeş gibidirler. Onlar bir âiledendir ve bir tek cemâattir. Bu hususta birçok âyetler vardır.

Bütün Peygamberler, aynı ulvî maksatla seçilerek İnsanlara gönderilen, doğru, sâdık, emîn, yüksek ahlâklı, sağlam karakterli, uyanık kalbli, dünyâ ve âhirette itibarlı ve Allâh’a en yakın olan yüce zâtlardır.

Kur’ân-ı Kerîm’de bir Peygamber hakkında yapılan medîhler; onun yüksek ahlâkı, üstün karakteri, yüce öğütleri ve Allâh’a olan bağlılık, güven ve itâatı bütün Peygam­berler için de doğru ve gerçektir.

Gerçi her Peygamberin kendine has belirli bir vasfı olabilir. Fakat, bütün Peygam­berler arasında müşterek olan ve her Peygamberde bulunması gereken ortak vasıflar vardır. Bunlar şöylece özetlenebilir:

A) PEYGAMBERLER HAKKINDA VÂCİB OLAN SIFATLAR:

Peygamberlerin ittisâfı vâeip olan ve her Müslümanın Peygamberler hakkında inan­ması gereken müşterek vasıflar şunlardır:

1 — Sıddık Sıfatı:

Sıdk; Peygamberlerin, İlâhî hükümleri tebliğde ve verdikleri her türlü haberde doğru sözlü olmalarıdır.

Her Peygamber, peygamberlik iddiasında ve Allah’dandır diye bildirdiği bütün ilâhi hüküm ve haberlerde, her türlü hareket ve davranışlarında doğru sözlüdür, sâdıktır, Peygamberlerin yalan söylemeleri muhaldir (câiz değildir). Aksi halde, insanları kendilerine İnandırmaları ve onları irşâd ederek, doğru yola sevketmeleri mümkün olmaz.

Esâsen kizb (yalan söylemek), büyük bir günah (ma’siyet) olduğundan. Peygam­berlerin "ismet" ve "emâne!" sıfatlarîyle bağdaşmaz. Halbuki Yüce Allah, onların Pey­gamberlik iddiâsını te’yîd için ellerinde "Mu’cize"ler izhâr ediyor. Adetâ;

"Kulum, Peygamberlik iddiâsında ve benden bildirdiklerinde sâdıktır." buyuruyor.

O halde Peygamberlerin yatan söylemeleri muhaldir. Çünkü;

Eğer Peygamberlerin yalan söylemeleri câiz olsa, Hak Teâlâ yalancıları tasdîk etmiş olur. Yalancıyı tasdîk bir nevî yalancılık olduğundan, noksanlardan münezzeh olan Yü­ce Allah, bu noksandan da münezzehtir.

Öyle, ise Peygamberler sıdk, yâni doğruluk sıfatiyle muttasıftırlar. Yalancılık, hakla­rında muhaldir.

2 — Emânet Sıfatı:

Emânet, Peygamberlerin, kudsî görevlerini yerine getirmek hususunda ve diğer hususlarda emin ve güvenilir olmalarıdır.

Bütün Peygamberler, "emânet" sıfatlyle muttasıftırlar. Her biri, dürüst, emîn ve gü­venilen mümtaz bir şahsiyettir. Kendilerinden asla bir "hıyânet" vâki olmaz, Hıyânet, Pey­gamberler hakkında muhaldir. Çünkü:

Allâhu Teâlâ, ilâhî vahyini. Peygamberlik şeref ve vazifesini hâinlere değil, ancak, her bakımdan emîn olan kullarına verir. Peygamberlerini bu gibi emîn ve dürüst şahıs­lar arasından seçer. Şüphe yok ki, Allah, Peygamberliğe kimin lâyık olduğunu en iyi bilendir.

3 — Tebliğ Sıfatı:

Tebliğ, Peygamberlerin Allâhu Teâlâ tarafından kendilerine vahyolunan ve bildiril­mesi emredilen şeyleri ümmetlerine noksansız ve ilâvesiz olarak aynen tebliğ etmeleridir.

Bütün Peygamberler, kendilerine vahyolunan şeriatı tebliğ vazîfesinî aynen yerine getirmişlerdir. İlâhî emirleri, yasakları ve tebliği emredilen haberleri aynen bildirmişler, herhangi birini ketmedip saklamamış veya ona kendinden bir şey İlâve etmemişlerdir.

Aksi halde, Peygamber olarak seçilmelerinin ve kendilerine tevcîh edilen risâlet vazifesinin mânâ ve hikmeti kalmazdı. Çünkü Hak Teâlâ, hakkı ketmedip gizleyenlere ve­ya tahrîf edip değiştirenlere elbette Peygamberlik pâyesi vermez. O halde, tebliğ sıfatının zıddı olan "kitmân-ı şeriat" Peygamberler hakkında muhaldir.

4 — Fetânet Sıfatı:

Fetânet, Peygamberlerin, üstün bir akıl ve zekâya, kuvvetli bir hâftza ve yüksek bir mantık ve iknâ kabiliyetine sâhip olmalarıdır.

Her Peygamberin, şerefli ve yüce olduğu kadar da, ağır ve çok mes’ûliyeti olan Peygamberlik hizmetini noksansız ve mükemmel bir şekilde yerine getirebilmesi için, böyle yüksek vasıf ve üstün kabiliyetlere sâhip olması gerekir. Aksi halde, gönderildikleri mil­letlere karşı kuvvetli ikâme edemez, onları iknâ veya ilzâm için gereken münakaşa ve güzel mücâdeleyi yapamazlar, Binnetîce onlara kuvvetli bir îmân aşılayamaz, irşâd ede­rek onları hak ve hidâyete ettiremezler. Bu ise, kendilerine verilen Peygamberlikten beklenen gâye ve hikmete aykırıdır, O halde Peygamberler, en akıllı, en zekî ve en ka­biliyetli insanlardır. Haklarında; zayıf akıl ve hâfıza, aptallık, delilik ve gaflet gibi nok­san vasıflar muhaldir, câiz değildir.

5 — İsmet Sıfatı;

İsmet, Peygamberlerin gizli ve aşikâr her türlü ma’siyetten, günahtan ve Peygam­berlik şerefiyle bağdaşmıyacak hareketlerden uzak bulunmalarıdır.

Bunun zıddı olan ma’siyet ve âdî hareketler Peygamberler hakkında muhaldir. Çünkü:

Eğer Peygamberlerin günah işlemeleri (ma’siyet irtikâbı) ve İsmete (nezâhete) uy­mayan hareketlerde bulunmaları haklarında câiz olsaydı, bizim da onlara uyarak aynı şeyleri yapmamız gerekirdi. Çünkü, onlar bizim uymamız gereken güzel örneklerimizdir. Bu bakımdan Peygamberlere uymakla emredildik. Halbuki Yüce Allah, kullarını, günah islemekle, günahkârlara uymakla emretmez ve bu gibileri Peygamber seçip göndermez.

Bu sebeple, Ehl-i Sünnet’e göre:

Peygamberler, asla büyük günah işlemezler, Kasden küçük günah da işlemezler. Sehven küçük günah işlemeleri câizdir. Fakat bunda ısrar etmezler; derhal îkaz edilirler ve bir daha aynı hatâya düşmezler.

Hz. Adem’in, men’edildigi ağaçtan Cennette yemesi, kasten işlenen bir ma’sîyet ol­mayıp, bir zühûl ve unutma eseridir. Esâsen bu, Peygamber olmadan vâki olmuştur.[1]

Hulâsa, bütün Peygamberler, günahlardan pak ve münezzeh, her nevî kötülükten mâsûn ve mahfûzdur. Bu İslam’ın bildirdiği mühim bir esasdır.

Ayrıca, Peygamberlerin, İlâhî vazifelerini edâ ederken hatâ etmeleri veya unutmala­rı câiz olmadığı gibi, İnsanları kendilerinden nefret ettirecek bedenî bir özür veya ku­surdan salim olmaları da haklarında vacip olan hususlardandır.

O halde, sözün özü şudur:

Her Müslümanın, bütün Peygamberler hakkında, yukarıda sayılan sıfatlarla muttasıf olduklarına İnanması dînen vaciptir.

B — PEYGAMBERLER HAKKINDA MUHAL OLAN HALLER:

Peygamberler hakkında i’tikat edilmesi vâcip olan sıfatların zıdları bulunan:

Yalancılık, hıyâneî, kitman (şeriatı gizlemek), zayıf akıl ve hafıza (delilik veya ap­tallık), günahkâr ve âsî olmak, peygamberlik vazifesi sırasında hatâ ve unutkanlık ve bedenî bir özürle muallel bulunmak, daha önce beyân edilen sebeplere binâen muhal­dir, imkânsızdır,

C — PEYGAMBERLER HAKKINDA CÂİZ OLAN ŞEYLER:

Haklarında vâcip olan sıfatlar ve muhâl bulunan haller dışında kalan hareket ve davranışlar, peygamberler hakkında câiz olan şeylerdendir. Çünkü peygamberler, birer insan olarak, her insan gibi; yerler, içerler, otururlar, uyurlar, evlenirler, ticaret ve sa­natla iştigal edebilirler. Hasta olabilirler veya düşmanları tarafından eziyete mâruz kala­bilirler, Hattâ İşkence edilip, öldürülebilirler ve dünyevî işlerde hatâ edebilirler. Bütün bunlar peygamberler hakkında câiz olan şeylerdendir.[2]

Bu münâsebetle şu hususu da zikredelim ki; peygamberlik, ilâhî bir mevhîbedir. Allâhu Teâlâ kimi dilerse, onu Peygamber seçer. Bu seçiş, İlâhî ilmine, irâde ve hikmeti­ne uygundur. Yüce Allah Peygamber olarak seçeceği zâtı, üstün kabiliyette yaratır ve yetiştirir.[3]

Peygamberlik, çalışmakla, Allâh’a ibâdet ve tâatla, takvâ ile elde edilen bir dere­ce değildir. Yâni peygamberlik kesbî değil, vehbîdir, ilâhî bir lütuf ve ihsandır.[4]

Peygamberler en şerefli ve asî! âilelerden seçilen ve Hak Teâlâ tarafından bu ulvî hizmete lâyık olarak yaratılıp terbiye edilen, her bakımdan üstün ve seçkin şahsiyetlerdir.

5 — İNSANLIK ÂLEMİNİN PEYGAMBERLERE İHTİYÂCI VE PEYGAMBERLERİN VAZİ­FELERİ:

Kendisine verilen akıl cevheri sayesinde, bu dünyâ hayâtındaki, refah ve saâdetini temin etmek için; uçak, vapur ve tren gibi motorlu vasıtalar yapan, çeşitli fabrikalar kuran, elektrik, telgraf, telsiz, radyo ve televizyon gibi cihazlar, âlet ve makineler îcad eden, açtığı yollar ve caddeler, yaptığı köprüler ve barajlar, kurduğu şehirler ve kasabalar ile bu dünyayı îmar ve ıslâh eden insanoğlu, acaba, maddî hayâtında olduğu gibi, medenî, içtima ve rûhî hayâtında da, yaptığı kanunlar, koyduğu düstur ve nizamlar, bulduğu fel­sefî ve ahlâkî doktrinlerle, İnsanları, sevgi, saygı, ad âlet ve fazilete dayanan mes’ut bir hayâta kavuşturamaz mı?

En şerefli ve en üstün varlık olarak yaratılan İnsan-oğlu, kendisini doğru yola ve hidâyete götüren gerçek inançların, Rabbinin rızâsını kazandıracak makbul ibâdetlerin ve ahlâk esaslarının ne olduğunu, nereden geldiğini ve nereye gideceğini, öldükten son­ra ne olacağını bilemez ve aklı ile bu gerçekleri bulamaz mı?

Bu ve daha birçok sorular ve insan aklını meşgûl eden metafizik mes’eleler, insan­ları asırlardır düşündürmüş, bu sebeple, metafizik konuların başında gelen Allah (C.C.) ın varlığı, Zât ve Sıfatları, kâinâtın yaratılması, insanın aslı ve sonu, akıl, rûh, mânevî var­lıklar ve ahlâkî kıymetler, mebde’ ve meâd, ölümden sonraki ahvâl, rûhun bakâsı ve ikinci hayat. Cennet ve Cehennem, cezâ ve mes’ûliyet, sevap ve ikap gibi fizik ötesi gaybî ve felsefî konularda birçok fikirler, görüşler, felsefî doktrin ve mezhepler ortaya çıkmıştır. Fakat hiçbir felsefî görüş ve mezhep, insan aklını tatmîn etmemiş ve büyük insan topluluklarını iknâ ederek aralarında kardeşliği, sevgi ve saygıyı, birlik ve berâberliği temin edememiştir. Bâzı devirlerde görünen zâhirî birlik ve berâberlikler ise, hür bir irâde ve ihtiyarla değil, baskı ve kuvvetle elde edilen geçici başarılardır.

İnsanlara; hâlık ve mahlûk, İnsan ve kâinat, dünya ve âhiret, madde ve ruh, gerçek i’tikad ve makbul ibadetler hakkında doğru bilgiler veren, ahlâk ve fazilete dayanan ger­çek nizam ve düsturları öğreten, birbirini nakzeden felsefî doktrinler değil, insanların ve âlemlerin Rabbî olan Yüce Allah tarafından gönderilen ve peygamberleri vâsıtasıyla in­sanlara bildirilen hak dinlerdir. Şüphe yok ki Hak Teâlâ, yarattığı insanların kudret ve kabiliyetlerini, imkân ve ihtiyaçlarını en iyi bilen Yüce Zâttır.

İşte Allah (C.C.), insanların, üstün vasıf ve kabiliyette yaratılmalarına rağmen, kendilerine verilen mahdut akıl ve kabiliyet ile doğru yolu bulamıyacağını, bu dünyâ ve âhiret hayâtında huzur ve saâdetini temin edecek ahlâkî ve içtimâi esasları bilemiyeceğini, Allâh’ın rızâsını kazandıracak i’tikad ve ibâdet esas ve şekillerini tesbit ve tâyin edemiyeceğini bildiği için, ilk insan olarak yarattığı Hz. Âdem’e Peygamberlik payesi ve görevi vermiştir. Koyduğu İlâhî esasları, emirleri ve yasakları insanlara bildirmek, tâlim ve telkîn etmek ve bu esasları kendileri de bilfiil yaparak, onlara güzel örnek ve rehber olmak üzere, her millete peygamberler göndermiştir.

İşte, yukarıda kısaca ve toplu olarak özetlediğimiz sebeplerden dolayı, Hak Teâlâ, insanlara doğru yolu göstermek, onları küfür ve isyânın sebep olduğu günahlardan kurtararak yükseltmek, kendilerine uyan ve hak yolda yürüyenleri Cennetle, ebedî saâdetle müjdelemek, isyân ederek kötü yola sapanları da Cehennem azâbıyla korkutmak üzere Peygamberler ve Mukaddes Kitaplar göndermiştir.

Yukarıda özetlediğimiz hususlardan, insanların Peygamberlere ve İlâhî vahye şiddet­le muhtaç oldukları açıkça anlaşılmaktadır.

Peygamberlerin vazifeleri ise;

Yukarıdaki sözlerden ve muttasıf bulundukları ulvî sıfatlardan da anlaşılacağı veçhi­le, kendilerine indirilen İlâhî emirleri, yasakları ve hükümleri, insanlara aynen bildirmek, bu hükümleri bizzat tatbik ederek onlara her hususla örnek olmak ve rehberlik etmektir. Böylece insanları, bâtıl i’tikad ve fâsit düşünceden, kötülük ve cehâlet karanlığından kurtararak, rûhânî nurun aydınlığına, yâni, dalâletten hidâyete, zulmetten nûra, bâtıldan hakka kavuşturmak suretiyle, beşeriyeti dünya ve âhiret saâdetine eriştirmektir.

İnsanların peygamberlere ihtiyâcı, her millete niçin bir Peygamber gönderildiği, peygamberlerin vazifeleri ve peygamberliğin maksat ve gâyesi hakkında lüzumlu geniş bilgiyi, hazırlamakta olduğumuz "İslam İnançları ve Felsefesi" adlı eserimizin ikinci cildin­de vereceğimizden, burada bu kadarla yetinmeyi uygun görüyoruz.[5]

6 — PEYGAMBERLİK AKLEN CAİZDİR, MUHÂl DEĞİLDİR:

Bu kâinâtı ve bu âlemde yaşayan her türlü canlı ve cansız varlıkları yarattığına ve kudreti her şeye kâfî ve vâfî olduğuna inandığımız Kaadir-i Mutlak olan Hak Teâlâ’nın, insanlara hidâyet rehberi olmak üzere onlar arasından seçtiği, aklî ve rûhî melekesi yüksek zevâta "Peygamberlik" pâyesi vermesi ve onları bir melek vâsıtasıyla veya vâsıtasız olarak "İlâhî vahyi’’ni telâkki etme şerefine mazhar kılması, aklen câizdir. Çünkü:

Peygamberlik; Rahim, Kerîm ve Hakîm olan Yüce Rabbimizin insanlık âlemine, on­ların hayrı, hidâyeti ve selâmeti İçin İlâhî bir lûtfu, keremi ve ihsânıdır.

Peygamberlik, insanlık âleminin yukarıda belirttiğimiz sebeplerle muhtaç olduğu “İlâhî bir irşâd ve îkaz müessesesi”dir.

Bu ilâhî hikmet îcâbı olarak, sonsuz kerem, rahmet ve ihsan sâhibi olan Rabbimizin, kullarını hidâyet ve istikamet yoluna ulaştırmak maksadıyla İçlerinden bu yüce ve şe­refli hizmeti yapacak aklî ve rûhî istidattaki seçkin zevatı, peygamberlik vazifesiyle şereflendirmesi tabiîdir.

Evet, peygamberlik, ne aklî İstidlal yollarıyla, ne fikrî çalışma ve nazarla ve ne de ibâdet ve tâat, zühd ve takva tarîkiyle elde edilen bir mârifettir. Belki o, İlâhî bir mevhibe, lütuf ve ihsandır. Zîrâ:

a) Mâdemki insanlardaki akıl cevheri, aynı derecede olmayıp, akıl ve nazar kud­reti, fıtrî olarak zayıf, kuvvetli ve çok kuvvetli olabilmekte ve bu bedîhî olarak bilin­mektedir,

b) Ve mâdemki ilâhî mârifet, peygamberlere, her şeyin sâhibi olan Allâhu Teâlâ tarafından rûhî bir keşif, ilâhî bir İlham (vahiy) yoluyla verilmektedir.

O halde; bâzr insanların fıtraten tam bir ruh saffetine, nefis kutsiyetine (yüceliğine) ve her türlü insânî üstün melekelere sâhîp olarak yaratılması, bu kudsiyet sebebiyle "feyz-i ilâhî"ye mazhar kılınması ve melekût âlemiyle temasa geçirilmesi, böylece, bu gibi mümtaz zatların birer peygamber olarak, fikir ve nazar yolu ile elde edilemeyen, açık ve kesin bir mârîfete ermeleri ve Allah’tan, vâsıtasız olarak veya bir melek vâsıtasiyle en doğru bilgileri, emir ve yasakları telâkkî etmeleri aklen muhâl değildir.

Allâh’ın yüce kudretine ve İlâhî hikmetine inanan her akl-ı selîm sâhibi, bu ger­çeği kabûl eder. Bu bakımdan, semâvî dinlerde mühim bir rükün olan nübüvvet (Pey­gamberlik) müessesesine inanmak, dînen farzdır. Nitekim bâzı eski hukemâ ve İlâhiyat­çı filozoflar, peygamberliğin aklen vâcip olduğuna kâil olmuşlardır,

İnsanlık târihi, bu yüce mertebeye eren ve peygamberlik vazifesiyle şereflenen bir­çok mümtaz şahsiyetler görmüş, beşeriyet, onların irşâd ve ikazı ile dalâletten hidâyete ulaşmış, onların birçok mu’cizelerine ve büyük muvaffakiyetlerine şâhid olmuştur.

Nitekim, peygamberlerin gönderildiği devirlerde yaşayan insanlar, kendilerine gön­deriler» peygamberlerin her bakımdan üstün ve örnek hallerini, doğruluk ve istikametleri­ni, ilâhî vazifeyi edâ yolunda gösterdikleri gayret ve katlandıkları sıkıntıları, izhâr ettik­leri mu’cizeleri görerek onlara îman etmişlerdir. Daha sonra gelen insanlar da, tevâtüren[6] kendilerine gelen bu doğru haberi kabûl etmiş ve peygamberlere inanmışlardır.



[1] Şerh-i Makâsıt, c. 3.

[2] Tafsilât için Bkz.: Mevlânâ M. Ali: islâm Dîni, c. 2, s.. 172-176. Şerh-i Makâsıt, c. 2, s. ?. Şerh-i Mevâkıf, c. 2, s. ?. Osman Abdu’l-Mü’min lyş: Tavdihu Risâleti’t-Tevhîd, c. 2, s. 7-10 (Kahire 1966).

[3] Meryem: 4, 12-14 ve 51; Tahâ: 39.

[4] Cum’a: 4; Al-i İmrân: 73; Bakara: 105.

[5] Bkz: Tavdihu Risâleti’t-Tevdîd, c. 2, s. 22-28. Peygamberimizin Tebligat ve Talimatı (Ali Genceli tercümesi), c. 2, s. 46-52.

[6] Yalan üzerine birleşmeleri imkânsız olan büyük bir topluluğun verdiği haberdir.