YENİ NESLİN
YENİ SENDROMLARI…
Betül KARAPINAR
Psikolog
Günümüzde teknolojinin ilerlemesiyle birlikte kolaylaşan hayatımızda tüm imkânların yeterince çaba sarf etmeden önümüze sunulması belki büyük şans gibi görünse de beraberinde beklenmedik sorunları da gündemimize taşıyor. Karşılaşılan zorlukların, yoksunlukların, elde edilmesi için uğraşılan başarıların bizlerin olgunlaşmasında ne denli önemli olduğu, bu günlerde daha da iyi anlaşılıyor galiba. Anne babaların her türlü imkânı çocuklarına sunduğu, aşırı verici ve koruyucu olduğu ortamlarda onların olgunlaşması, hayata adapte olması, sorumluluk alması gitgide zorlaşıyor. Dolayısıyla sadece literatürden bildiğimiz kavramlar ete kemiğe bürünüp hayatımıza giriyor. Tıpkı roman kahramanlarından ilhamla psikoloji literatürüne giren Oblomovluk ve Peter Pan sendromu gibi.
Pek çok disiplinle ilişki içinde olan edebiyatın en fazla etkilendiği ve de etkilediği bilim dallarından biri psikolojidir malum. Psikoloji de edebiyat da kaynağını insandan ve onun yaşadığı olay, duygu, düşünce ve hayallerden alır. Dolayısıyla edebiyat ve psikolojinin ortak noktası insandır. Bu bağlamda İvan Aleksandroviç Gonçarov, Rus edebiyatının en önemli eserlerinden olan Oblomov’la dünyaya yeni bir terim olan “Oblomovizm”i kazandırır. Romanda Oblomov karakteri, hayatın getirdiği sorumluluklardan kaçınan, sürekli planlarını erteleyen ve pasif bir yaşam süren bir kahramandır ve bundan hareketle Oblomovluk bilinçli bir atalet ve hareketsizlik içinde olma hâli olarak tanımlanıp kişinin pasifliği tercih etmesini ifade eder. Oblomovlar, yaşadıklarının ve yaşayacaklarının farkında, ileriyi görecek kadar uyanık, oldukça zeki hatta genellikle birkaç üniversite bitirmiş ancak bir adım öteye gidecek cesareti kendilerinde bulamayan kişilerdir. Günümüzde Oblomovizm, sadece tembellik olarak değil, modern dünyanın getirdiği kararsızlık, erteleme davranışı ve depresif hareketsizlik gibi psikolojik ve sosyolojik boyutlarla da ele alınır. Oblomov, idealize ettiği tembellik ve rahatlık arayışıyla kendini tatmin eder. Onun hareketsizliği, birçok fırsatı kaçırmasına, ilişkilerinde sorunlar yaşamasına ve kişisel hedeflerine ulaşamamasına neden olur çoğu zaman. Tembel kişiler işten kaçmakla mutluluk duyarken, Oblomovlar yaşadıkları ataletten rahatsızlık duyarlar fakat durumu düzeltmek için de hiçbir şey yapmazlar. Bu yüzden depresyona da daha yatkınlardır.
Yine İskoç yazar James Matthew Barrie tarafından yazılan Peter Pan kitabındaki kahramanımız da büyümeyi reddeder, çocuksu bir yapıyla hayal dünyasına sığınır, sorumluluklardan kaçar. Hatta bu yüzden büyümek zorunda olmadığı Neverland adlı büyülü yerde yaşayan bir çocuktur. Bu çocuktan ilhamla “Peter Pan sendromu” terimi psikoloji alanına giriş yapar. Bu sendroma bireylerin, yetişkinliğin sorumluluklarından kaçarak çocuk gibi davranmaya devam eden bir karakterin temsili olarak bakabiliriz. Peter Pan Sendromu “başlamama sendromu” olarak da adlandırılır ve yetişkinliğin kişisel ve profesyonel sorumluluklarından kaçan, çocuklukta kalan ve hiçbir zaman büyümek istemeyenler için kullanılır. Yetişkin görünümlü bu çocuklar büyümeyi istemezler çünkü çocukluğun bitmesi onlara sunulan birçok konforun da biteceği anlamına gelir. Ortalama bir insan, her gün tahminen 35.000’den fazla karar verir. Bunun yetişkin olmanın önemli bir parçası olduğunu düşünürsek Peter Pan sendromlu birisi kendisiyle ilgili tüm bu beklentilerden, verilmesi gerekli kararlardan kurtulmanın yollarını her zaman bulur. Aslında bizim edebiyatımızda da benzer karakterleri görmek mümkündür. Mesela Bihruz Bey (Araba Sevdası) gerçeklikten kopuk bir dünyada yaşar ancak bu büyümeyi reddetmekten çok taklitçi bir yaşamı tembellikle birleştirir. Selim Işık’ta (Tutunamayanlar) ise hayattan kopuk bir yaşamı, içe kapanıklığı ve toplumla bağ kurmakta zorlanmayı, dolayısıyla toplum dışına itilmişliği de görürüz. Şimdilerde artık bu şekilde hayatını devam edenlere romanlardan çok gerçek hayatta sık sık rastlıyoruz.
Tüm bu davranış örüntülerinin ortak noktaları;
Olgunlaşmamış davranışlar (çocukça tepkiler, aşırı eğlence düşkünlüğü, aşırı hayal kurma, gerçeklerden kaçma eğilimi, sürekli iş ve hobi değiştirme),
Bağlanma korkusu (uzun vadeli ilişkilerde veya kariyer planlarında istikrarsızlık ve iş sahibi olmada çaba göstermeme),
Özgüven eksikliği (kendini yeterince güçlü hissetmeme, yetişkin dünyasına adapte olamama ve karşı tarafa güven verememe, yeni insanlarla tanışma isteksizliği),
Bağımlılık eğilimleri (finansal konularda istikrarsızlık veya duygusal olarak başkalarına bağımlı olma isteği),
Neden olduğu durumlarda sorumluluğu kabul etmeme, sürekli başkalarını suçlama, arzularına öncelik verme ve eleştiri korkusu şeklinde sayılabilir.
Bu sendromların gelişmesinde çocuklukta ebeveyn tutumları önemli bir rol oynar. Aşırı koruyucu ebeveynler, çocuklarının bağımsızlık kazanmasını zorlaştırabildiği gibi baskıcı ya da kuralsız anne babalar da genellikle çocuğun duygularını yönetememesine, sorumluluk almayı reddetmesine yol açar. Son dönemlerde özellikle bilgisayar oyunlarıyla büyüyen bu nesil, başarı duygusunu da sosyalleşme ihtiyacını da klavye ve ekran başında karşılayabiliyor. Zira çocukların ellerinin altında “çevrim içi” bir dünya var ve bu dünyada konuşulabiliyor, yarışılabiliyor, dereceler yapılıyor ve başarı duyguları tatmin oluyor. Bunun yanı sıra gençlerin uzun sınavlara hazırlanma dönemleri ve üniversite süreçlerinde ailenin sınırsız desteği de hayata atılma, sorumluluk üstlenme ve kendi başlarına bir gelecek kurma amaçlarından onları uzaklaştırıyor. Günün sonunda iş bulmakla uğraşmayan, yetişkin dünyasına adım atmakta zorlanan ve onun getireceği sorumlulukları gizli ya da açıktan reddeden, ailesinin yanına geri dönen, “yetişkin ev çocukları” kavramı giriyor dünyamıza, tıpkı “ev annesi, ev babası” kavramlarının girdiği gibi... Şimdilerde gündemdeki konulardan olan, aile kurmuş yetişkinlerin özellikle COVID-19 dönemi kapanmalarından sonra evden çalışmaya devam ederek sosyal hayata karışmak istememesini de bu tabloya ilave edebiliriz. Eşlerden birisinin veya her ikisinin işlerinden sık sık istifa ettiği, gelen iş tekliflerini beğenmeyerek evde bilgisayar veya akıllı telefondan kopamadığı, antisosyal yaşamaktan rahatsız olmadığı, çocuklarının ve evinin sorumluluklarını üstlenmekte zorlandığı durumları da görmeye başlıyoruz. Önümüzdeki yıllarda yapay zekânın hayatımızda etki alanı genişledikçe bu ve benzeri durumları daha fazla göreceğimiz de muhakkak…